Tefrika: 25 KÂBENİN TARİHİ İLÂDDAN evvelki Altıncı A- sırda bütün Arap yarımadası- nın, ondan sonra da bütün İslâm Âleminin, ruhi merkezini temsil eden anaşehir, Mekke... Ve Mekke içinde Kâbe... Daha doğrusu Kâbe- nin etrafında Mekke... Zira Kâbe de Mekkenin ruhudur; ve şehir, bu ruh etrafında, onun cezbettiği içti- mai ve iktisadi hayatiyet yüzünden şekil almıştır. Hicaz dağlarından iki kolun bir- leştiği ve bir boğaz kurduğu nok- ta... Bu noktada, şimalden cenuba doğru uzanan bir vâdi... İşte bu noktada, dağın eteklerinden başla- yıp vâdi ile beraber cenuba doğru uzanan Mekke; ve Mekke içinde Kâbe, yahut Kâbenin mânası için- de Mekke... Bazı Garplı muharrirlere göre, Orta Arabistanda âyin merkezi o- lan Mekke, Milâddan sonraki Al- tıncı Asırda, en geniş yeri 250 met- reyi geçmiyen, en dar yeri de 35 metreye kadar inen ve sadece et- rafını çercevelediği Kâbenin yüzü suyu hürmetine meydana. gelmiş bulunan gayet küçük bir kasaba- dır. 19 uncu Asırda, şimalden ce- nuba doğru, boyunun 3 ve eninin 1 kilometre tuttuğunu, birkaç katlı yüksek evlerle bezeli olduğunu ve içinde her zaman 80-100 bin kişi- nin yaşadığını ve hac mevsimlerin- de bü kalabalığın 200 bin kişiye kadar çıktığını bildiğimiz Mekke: nin, Milâddan sonraki Altıncı Asır- da, eni, boyu, nüfusu vesairesi üze- rinde herhangi bir iddia sahibi de- giliz. Zaten böyle bir iddianın dâ- vamızla hiçbir alâka tarafı yoktur. Şu var ki, bu şehrin Kâbenin mâ- nasından doğduğu, Kâbeden sonra olduğu” hic değilse Kâbeyle bera- .ber vücut istidadını kazandığı mu- hakkak... Acaba Kâbe ne derecede eski? İnsanlık kadar... Âdem Peygam- berle başlıyor, ilk büyük ve sara- hatli inşası İbrahim Peygambere düşüyor, bütün mânalariyle izhar ve tesbiti de Kâinatın Efendisine kalıyor. 4 Küfre cevap: Fakat esas olsun, teferruat olsun, kıymetine dikkat etmeksizin he şeyi yalanlamaya çabalamaktan başka gayesi olmıyan ve hakka karşı icini yakan tekzip hırsı şi- vesinden belli olan küfür, Kâbe ile Pore bu eski mânasına daya- amaz; ve onların Müslümanlarca iddia edildiği kadar eski olmadığı- nı, Peygamberler Peygamberinden ancak birkaç nesil evvel yapıldığı- ni söyler. Kur'an, bu hakikati «Âl-i İmran» suresinde tesbit etmiş ve insanlar için kurulan ilk mukaddes evin Mekkedeki' bina olduğunu bildir- miş ve onu mübarek sıfatiyle an- mıştır. Kur'anda Mekke «Bekke» ismiyle işaret edilmiştir. Demek ki, Mekke- nin eski ismi «Bekke» dir, Nitekim Davud Peygambere ait Zeburun 86 ncı mezmurunda «Evine giden yollara gönül bağlıyan adam Bekke vâdisinden geçerken» diye bir ka- yıt vardır. Bu adam Bekke vâdisin- den geçerken «bikâr» olmakta, mu- kaddes eve giden yollarda, varını yoğunu, her şeyini unutmaktadır. Önsanul D0İİ N yetkin Peygamberin saadet devresinde olduğu gibi, ondan sonra da İslâmın büyüklerine, Pey- gamberin sohbetinden üstün bir fa- zilet olmadığı için (Sahabe - Saha- bi - Sohbet edenler) dendi. Onları takip edenlere (Tâbiin - Bağlılar), daha sonra gelenlere de (Etbâı tâ- biin - Bağlıların Bağlıları) ismi ve- rildi. Sonraları, halk arasında ayrı- lıklar doğunca, din mertebelerinde de değişiklikler vücuda geldi. Hal- kın yetkinlerinden din işlerinde Zeburun kelimesi kelimesine Mekkeyi eski ismiyle anmasına karşılık, Yahudiler, bu tesbite ta- hammül edemedikleri için mez- murdaki «Bekke» yi hâs isim say- mazlar, başka bir mefhumun işti- kakı sibi gösterirler. «Bekke» keli- mesinin «ağlamak» mânasına gelen «bükâ» ya bağlı olduğunu öne sü- rerler ve Zeburda tasvir edilen adamın Mekke vâdisinden değil, mücerret gözyaşı vâdisinden geç- mekle vasfolunduğunu iddia eder- — Pp ) e Bu iddianın sacmalık derecesine ve en basit bir emekle aksinin sa- bit oluşundaki kolaylığa bakın ki, bir muharrir, «Kitab-ı Mukaddes» diye anılan, tahrifli ve aslı meçhul kitabın İngilizce ve Türkçe tercü- mesine tek bir göz atmakla haki- kati tesbit edivermiştir. Bu muhar- ririn tesbitine göre, İstanbulda «A- merikan Kitab-ı Mukaddes Şirketi» tarafından basılan Türkçe nüsha- da, Davud Peygambere ait mez- murda «Bekke» kelimesi yoktur. Bu kelime yerinde «Gözyaşı vâdi- si» tabiri kullanılmıştır. İngilizce tercümesindeyse, aynen, aynı mez- şiddet ve inayetleri olanları (Züh- had ve İbad - Züht ve kulluk gös- terenler) diye isimlendirdiler ve bu isimlerle avamdan ayırt ettiler, Derken birtakım uydurmalarla, fır- kalar arasında aykırılıklar meyda- nı alınca her fırka kendi üstünleri- ni bu isimlerle belirtmeğe başladı. Kurtuluş fırkasından, Sünnet Eh- linden, kalblerini gaflet yolların- dan koruyan ve nefslerine Allah ile riayet edenlerin şu hallerine Tasav- vuf ve kendilerine Sofi denildi. Bu isimler, Hicretin ikinci asrının ni- hayetine doğru kullanıldı. Sofi is- mi verilenlerin başı, (Ebu Haşimi Sofi) dir, (Küfe) li olup (Dimeşki- şam) da kulları yetiştirmekle uğra- şırdı. (Süfyanı Sevri) ile aynı asır- dandır. Süfyan demiş ki: «— Eğer Ebu Haşimi Sofi olma- saydı, ben ilâhi incelikleri öğrene- mezdim. Onu görmeden evvel de Tasavvufun ne olduğunu bilmiyor- Ebu Haşimden evvel ümmetin i | i Çöle we bülün yaman ve mekâna | —