TİYATRO Haberler Alman balecileri Geçen hafta Büyük Tiyatroda iki re- sital veren alman balecileri, ayrı ayrı meziyetleri olmasına rağmen An- kara seyircisi üzerinde olumlu tesirler bırakamadılarsa kabahati ne kendile- rinde, ne de bu resitalleri en iyi şekil de düzenlemek için mümkün olan her şeyi yapmış olan Türk-Alman Dostluk Cemiyeti ile Ankara Alman Kütüpha- nesinde aramalıdır Bize öyle geliyor ki kabahat, varsa, daha çok Türkiye- deki sanat hayatının son yıllarda ulaş tığı hızlı gelişmenin pek farkında ol- mıyan merkezdeki idarecilerin, yani bu turneyi tertiplemiş olan Goethe Ensti- tüsünündür. Enstitü yöneticileri; du- rumu yakından bilmedikleri - ve izle- medikleri - için, iki çift dansör, orta dereceden bir piyanist ve - cazırdayan - plâklarla verilen dans müziği ile, kendi sahnelerinde "Coppelia" yi, "Uyuyan Güzel" i, "Satranç" ı, "Giselle" i v.s. corps de balet'leri, orkestrası ve bütün solistleriyle tam olarak görmeğe alış- mış olan bir seyirci 'topluluğunu tat- min edebileceklerini sanmışlardır. Bu, çok defa, yabancı dostlarımı- zın düştük'eri bir yanılmadır. Türkiye- yi hâlâ müzikten, tiyatrodan, baleden yoksun, sanattan da fazla bir şey an- lamıyan bir ulus gözüyle görmek alış kanlığından, bu alışkanlığın yarattığı "bon pour I'Orient" zihniyetinden ile ri gelmektedir. Bununla beraber alman balecilerin den Vreni wohischlegel- Wolfgang Leistner çiftçi, Berlioz'un "Romeo ve Juliefinde (Karşılaşma - Ayrılık - Ö- lüm sahneleri) çok yumuşak ve ifadeli danslarıyla ilgi çekmişler, Dulçe Ana- ya ile Rainer Köchermann da L.Min- kus'un "Don Kigot" undan Pas de De- ux"deki zarif teknikleriyle göz dol- durmuşlardır. Programda yer alacak- ları bildirildiği halde - Atinada - has- talanan Viyanalı Willy Dirtl-Lisl Maar çiftinin Ankaraya gelememiş olması ise alman dostlarımız için ayrı bir ta- lihsizlik olmuştur. Goethe Enstitüsü - nün, bütün bu aksilikleri ve talihsiz- likleri, ileride bize çok daha kalabalık, sunulan eserlerin tamamını oynıya- cak imkânlara sahip -fizikleri bakı- mından da daha az gelişatlı - dans top lulukları göndererek telâfi edeceğini ümidederiz. AKİS, 13 KASIM 1964 Altındağda "Yabanlar" Özü ile sözü bir! Oyun: "Yabanlar" ("Rusteghi"). Yazan : Carlo Goldoni (1707-1793). Çeviren : Samim Sinanoğlu. Tiyatro : Devlet Tiyatrosu (Altındağ). Sahneye koyan : Mahir Canova. Dekor: Tarık Levendoğlu. Kostüm : Erkan Kırtunç. Işık : Burhan Gerçekoğlu Konu : Goldoni, "Yabanlar"ında, bizim, Atatürkten bu yana gerçekleştir- diğimiz devrimlerden en önemlisini, kadını bir süs, bir eşya, kimi zaman da bir köle olmaktan kurtaran ve Batı uygarlığının dayandığı temellerden biri plan kadın özgürlüğünü »avunuyor bundan tam ikiyüz yıl önce, Pinti- lik'e bencilliğin pek hoşlandığı aşırı muhafazakâr ve içine kapalı aile ha- yatı, anlaşılan 1760'larda Venedik'te, "ortadan kalkmak üzere olan eski âdetlerin yerine yeni, daha serbest bir hayat görüşünün yerleşmeğe yüz tut- tuğu bir devirde" geri kafalı kocaların sürdürmek istedikleri bir tutum ol- muş. Goldoni sağduyu sahibi oldukları kadar da akıllı üç kadınla güzelliği ve sevimliliği kadar zeki bir gençkızın yardımıyla o geri kafalı kocaları gü- lünç ederek bu sakat tutumla savaşıyor. "Yabanlar"in iki yüzyıldan beri en çok oynanan oyunları arasında, özellikte dünya halk tiyatrolarının repertu- varlarında yer alması bundandır, Oynıyanlar : Işık Yenersu (Lucietta), Jale Ayata (Margherita), Tekin Akmansoy (Luhardo), Ahmet Demirel (Maurizio), Olcay Poyraz (Marina), Ülkü Ülkümen (Filpetto), Atillâ Erdem (Simon), Baykal Saran (K. Riccar- do), Meral Gözendor (Felice), Ali Algın (Canciano), Beğendiğim : Samim Sinanoğlunun akıcı, sağlam çevirisi, Tarık Levend- oğlunun oyuna yerli rengini ve havasını -daha önemlisi döner bir plâtform üzerine yerleştirdiği o stilize "kafes"le karılarını eve kapamak isteyen Ya- banların "esprit'sini - veren güzel dekoru. Mahir Canovanın, vakanın kar- naval mevsimine rastlamasından faydalanarak -kişilerin Oo karakterlerine pek elverişli olmadığı halde - Commedia dell'Arte üslübundan örnekler ver- meği güden renkli, haretketli sahne düzeni. Lucletta'da. Işık Yenersunun, Margherita'da Jale Ayatanın, Simon'da Atillâ Eldemin. Riccardo'da Baykal Saranın, Marina'da Olcay Poyrazın klâsik komedi üslubunu koruyan, ahenkli oyunları. Tekin Akmansoyun -bütün aşırılıklarına rağmen- rahatlığı ve sevimliliğiyle hoşa giden, güldüren Lunardo'su. Beğenemediğim: Gereksiz yere birer karikatür haline getirilmiş olan Ahmet Demirelin Maurizio'su ile Ali Algının -üstelik pek donuk ve isteksiz oynadığı. Canciano'su. Meral Güzendorun acele ve hafif konuşmasından sözleri pek anlaşılmıyan giyimine. kuşamına, hele Felice gibi bir kadının "pişkinliğine" uygun düşmeyen telâşlı oyunu. ülkümenin fazla "süslü" ve "ağır" Filpetto'su. Sonuç : Bu aksaklıklara, özellikle Yatan karakterlerinin kesinlikle belir- mesine imkân vermeyen aşırılıklara rağmen, güldüren, ne demek istediğini da duyuran bir oyun. Naciye FEVZİ 33