HAFTANIN İÇİNDEN "Toprak, uğrunda ölen varsa vatandır!" Bundan aylarca evvel, Kıbrısta hâdiseler patlak verdi- ğinde, bu derginin kapağında "Kıbrısta Harp" iba- resi vardı. Teşhisin ne kadar doğru olduğu bugün or- taya çıkmıştır. Şu anda Adada, bu harbin çetin savaş- larından biri cereyan etmektedir. Kuvvetler mahduttur, silahlar klasiktir, birliklerin düzeni değişiktir ama Lef- koşe ile Girne arasında cereyan eden düpedüz, bildiği- miz muharebedir. Mevziler vardır, bu mevzilere taarruz- lar olmaktadır, mevziler savunulmaktadır, mevziler o el değiştirmektedir, mukabil taarruzlar tertiplenmektedir. Bütün bunlar, Birleşmiş Milletlerin Adaya barışı korumak ve kan dökülmesini önlemek için göndermiş olduğu kuvvetlerin gözleri önünde yapılmaktadır. Hatta, bundan da ileri bir adım vardır: Rumlar, mevzilerini teslim etmeleri için türklere ültimatomlarını bu kuv- vetlerin hintli komutanının aracılığı ile göndermişler, cevabını da gene o yoldan almışlardır. Birleşmiş Millet- ler kuwetlerinin okomutanının "aracılık" anlayışının bu olması Manhattan'a yerleşmiş bulunan teşkilât için sadece yüz karasıdır. Zaten bu kuvvetlere mensup asker- leri silâhlı, ama başıbozuk rum çeteciler tarafından tes- lim alınmış gösteren fotoğraflar kendilerine ne kadar güvenilebileceğini ortaya koymuştur. Bundan dolayıdır ki Ada türkleri, ancak vatanlarını canları ve kanlarıyla korudukları takdirde o topraklara sahip olacaklarım an- lamışlardır. Türkiye bugün, belirli imkânlarıyla kendi- lerinin yanındadır. Yarın, “belirli imkânlar" ın yerini “bütün imkânlar" alacaktır. Türkler vatanlarını korumakta bu azim ve iradeye sahip olduklarına göre, onları yerlerinden kıpırdatmak veya yunan hakimiyeti altına terketmek suretiyle anlaş- mazlığa hal çaresi bulmak yolundaki plânlar tamamiyle itibardan düşmüştür. Türkiye bu gerçeği bin defa haykır- saydı. Lefkoşe ile Girne arasında patlatılan kurşunların duyurduğundan daha iyi duyuramazdı. Bugün herkes an- lamıştır ki son ferdine varıncaya kadar bütün bir cemaat imha edilmeden Adanın tamamı üzerinde yunan haçını taşıyan bayrağın dalgalanmasına imkân yoktur. Bir ce- maatin son ferdine kadar imha edilmesine ise dünya seyirci kalamaz. Türkiye, milletlerarası andlaşmaların kendisine verdiği yetkiyle, imha tehlikesindeki bu cemaa- tin yardım isteyen sesine koştuğunda bizi haklı bulmaya- cak tek vicdanlı insan çıkmayacaktır. XX. Asırda, milletlerarası bu kadar teşkilât kâğıt üze- rinde bu kadar asil gayelerle kurulmuşken insanların hâlâ hak ve hürriyetlerini kendi tırnaklarıyla korumaya mec- bur bırakılmaları acıdır, ama bir gerçektir. Kıbrıs Davası bu konuda dört başı mâmur bir örnek teşkil etmiştir ve bundan bütün milletlerin alacak ibret dersleri vardır. Tan rıya şükürler olsun ki Papaz Makarios bundan çeyrek asır önce kendisi gibi düşünen bir başkasının, unutulmaz Hitlerin güçlü imkânlarına sahip değildir. Yoksa millet- lerarası bütün andlaşmaları paçavra yırtar gibi bir bir yırtıp imza sahiplerinin suratına atması işten olmaya- caktı. Çeyrek asır önce başka türlü düşünen devletlerin hep birlikte Hitlerin karşısına dikilmelerini tecrübesiz- MetinTOKER likleriyle, gafillikleriyle, alman ordusundan korkularıyla belki izah etmek kabildir. Ama, dörtyüzbinlik sayı üstün- lüğüne ancak yüzbin kişiye çalım satarken güvenebilecek bir uydurma Kıbrıs Devletinin meşru hiç bir yetkisi kal- mamış Papaz Başkanının zorbalık, hevesine dur diyecek hiç bir, milletlerarası teşkilâtın bulunmaması ve hak ile ukuku, hürriyeti kendisine bayrak yapmış bir blokun sessiz kalması çeyrek asırdır köprülerin altından pek az su geçmiş olduğunun delilini teşkil etmektedir. Demek ki Münih'ler her zaman tekrarlanabiliyor ve milletlerarası münasebetlerde sadece kaba kuvvet geçer akçe olarak şarı sağlıyor. Bu bizim için, pahalı da kazanılmış olsa bir büyük tecrübedir. Kıbrısla ilgili olarak bir noktanın bilinmesinde fayda vardır: Kıbrıs gitmeyecektir. Nihai netice budur. Bunu aim metod konusunda yurdun içinde görüş farkları unduğu bilinmektedir. Ama Başbakan İnönü, nihai eti hususunda tam bir ittifakın mevcudiyetini resmen ve alenen "Kıbrıs gitmeyecektir!" demek suretiyle göz- lerin önüne sermiştir. Ne yapalım ki her yiğidin bir yo- gurt yiyişi vardır. İnönüyü fazla yavaş, lüzumundan çok ihtiyatlı, mutlaka her kapıyı zorlamaya meraklı, açık gerçekleri dahi bir defa denemeden kabul etmeyen Karak- terde bulmak kabildir. Her halde ömründe kendisine, sa- vaş meydanlarında ve barış konferanslarında, devamlı siyaset hayatında bu kadar başarı kazandırmış huyunu sekseninci yaşından sonra değiştirmesini İnönüden iste- mek ne mümkündür, ne de bunun insafa sığan bir yanı vardır. Ama İnönü, türk milletinin kabul edebileceği tek nihai neticeyi sağlamak hususunda memleketine söz ver- miş durumdadır ve kendisine itimat edilmesi için geçmiş- te çok sebep vardır. Milletlerin "erkeklik" inin ancak sa- vaşa koşmak suretiyle canla muhafaza edilebileceği inan- cının Türkiyede hiç bir derin itibarı yoktur ve hedef maceraya atılmak değil, nihai neticeyi sağlayacak darbeyi zamanında indirmektir. Adada, bir yeşil hattın iki tarafın- ç bir mehmetçik ile bir efzunu dünya mutlaka görecek- . Kıbrısta, vatanları uğrunda ölmesini bilen türkler bim başka hiç bir yolun Doğu Akdenize barış ve huzu- ru KM göstermişlerdir. Bu, bütün teminatla- rın en kuvvetlisii Kıbrısın dışında, mahiyet itibariyle Kıbrısın çok üs- tünde başkalarına sırtını dayayarak rahat yaşayabileceğini sanan Türkiye bugün uyanmıştır. Biz bu yolu, zaten son üç yıldır tutmuşuzdur. İktisadımızı istikra- ra kavuşturma gayretimiz budur. Plânlı kalkınma hedefi- miz budur. Kendi kaynaklarımızı tam seferber hale ge- trmek çabamız budur. Bu gayelerde esaslı mesafeler aldı- ğımız bütün tarafsız müşahitlerin üzerinde ittifak ettik- leri bir husustur. Ama Kıbrıs Meselesinin bize öğrettiği ders süratimizi arttırmamız, çok arttırmamız gerektiği- Zira her şey gösteriyor ki üzerinde yaşadığımız dün- ya ve onun şartları bizim tahminimizden de çek çabuk değişiyor. AKİS/7