RAD Y O İdare Bir mektup ve ötesi iker, 1 Kasım gecesi OAnkara İl dyosunda, Klâsik Müzik progra- mını su cümleyle takdim etti: 'İlk o- larak Johann Sebastian Bach'ın Sol Majör Senfonyasını dinleyeceksiniz. Radyo başındaki dinleyicinin tüyle- ri gene ayağa kalktı. Neydi bu Ankara Radyosunun hali? Kırk yıllık 'senfoni' aylardan beri 'sinfoni' diye yutturulur- ken birdenbire gene eski 'senfoni' ve dönülmüştü! Şimdi de kırk yıllık 'sin- fonia' -kelime italyancadır- bu defa fransız- m kırması 'senfonya' ya çevrilmişti!. Geçen haftalar içinde o AKİS'in RADYO sayfasına imzasız ve ödeme- li olarak gönderilen bir mektup, yu- kardaki şekilde başlıyor ve şöyle de- vam ediyordu : "Bu hikâyenin başlan- gıcı bir yıl öncesine kadar uzanır. İyi bir müzik tahlili yapmış ve Almanyada türk sazları üzerine doktorasını ver- miş olan Gültekin Oransay İl Radyo- sunun müzik yayınları şefliğine geti- rildiği vakit aynı çatı altında kendisiy- le kafadar birini daha bulmuştu: Uzun Dalga müzik yayınlar, şefi Faruk Gü- venç... İki kafadar, radyoyu ele çevi- rince müzik tâbirlerine kendilerini gö- re bir şekil vermeye kalktılar Hikâye şudur : Faruk Güvenç, Rad- yo Müdüründen aldığı 29.9.1962 tarih- li bir müsaade ile kendisinden, Gülte- kin Oransaydan, Fehamettin özgüç- ten ve İlhan Usmanbaşdan meydana gelen bir kurul topladı ve "senfoni" yi "sinfoni" ye, "şarkı" yi "ezgi" ye çeviren oldukça uzun bir müzik terim- leri listesi hazırladı. Bu kurulun aldı- ” karara göre "solist" kelimesi "solo- u" oldu, "violonisf e ise "kemancı" denilmeye başlandı. Ancak bu yeni ke- limeler Ankara İl Radyosunda ve U- zun Dalga Ankara Radyosunun da Ba- tı Müziği programlarında ( kullanılı- yordu. Türk Müziği programlarında ise meselâ "solist" kelimesi değişmedi. Aynı gün nöbette olan bir spiker, Batı Müziği programında "solocu", onun ardından gelen Türk Müziği progra- mında da "solist" kelimelerini kulla- narak Devlet Radyosundaki lâubalili- ğin en güzel örneklerinden birini orta- ya koydu. Bu lâubalilik (karşısında Radyo idaresi kılını bile kıpırdatmadı. akat yazın sonlarına doğru Rad- yo Müdürü ile Oransayın arası neden- ce açıldı. Bu sırada Faruk Güvenç, yine müdürlüğe yaptığı bir teklifte, Ba- tı Müziği programlarında kullanılan terimlerin değiştirilmesini,ve yine es- kilerinin kullanılmasını istiyordu. Gül- tekin Oransay ile arasının açık bulun- masından olsa gerek, Radyo Müdürü, teklifi derhal kabul etti. (o Böylelikle yedi-sekiz aylık "sinfoni" tekrar "sen- foni" ye döndü! Kutu kutu içinde A “Se gönderilen mektupta denil- mektedir ki, "Gültekin Oransay bu müdahaleye çok kızdı ve o güne kadar hazırlamış olduğu (yüzelli (o programı - Radyo, bütün bu programlara para vererek satın almıştı- imha etti ve Truva atından çıkan cengâverler gibi Radyonun içinde bir savaşa girişti. Madem ki Müdüriyet onun mütekâmil diline kilit vurmuştu, öyleyse 'sinfonya' 'senfoni' değil, o 'senfonya' olacaktı, plâklar peşpeşe anonssuz yayınlana- caktı; madem ki 'şarkıcı' yerine arlayı- cı' demek yasaktı, öyleyse o da inadına Tosca'nın aryasının kimin tarafından söylendiğini anons ettirmeyecekti. Ta ki İl Radyosundan şikâyetler gelsin ve radyoyu Gültekin Oransayın o keyfin- ce yönettiği zamanların daha iyi oldu- ğu zannı uyansın. İşte Ankara İl Radyosundaki ceş- mekeşin hikâyesi buydu ve ne Radyo Dairesi Müdürü, ne Radyo Müdürü, ne de Program Müdürü bu derebeyliğe, kendi gözleri önünde cereyan eden bu sabotaja set çekebilmek gücünü kendi- lerinde göremiyorlardı." Mektupta, cereyan ettiği belirtilen olaylara hiç şaşmamak gerekir. Gerçek- ten, Ankara İl Radyosu, kuruluşundan bü yana üstünde durulmayan bir rad- yodur. Çünkü Radyo Dairesi Müdürü de, Radyo Müdürü de, değil İl Radyo- sundaki, Uzun Dalga Ankara Radyosun da meydana gelen olaylara bile müda- veya yaptırabilir. Bu şekilde işlerini yürütenler elbette ki istedikleri kadar program yapar, istedikleri kadar oOpara alabilirler ve istediklerinin parasını kesebilirler. 74- ' ra herkes, çalıştığı sahada başıboş bı- rakılmıştır. imsenin işine ka- rışmamakta ve herkes canı nasıl ister- se öyle çalışmaktadır. Meselâ, "radyo- nun parası kalmadı" denilmekte fakat aralar muayyen kimseler arasında bölüştürülmektedir. Bunu anlamak için radyonun bordrolarına bir göz at- mak yeter de artar bile. Radyo görev- lilerinin, dışarda tuttukları işlerini bi- le çekinmeden Radyoevindeki odaların- da yapabilmeleri de bugünkü durum hakkında iyi bir fikir vermektedir. Radyonun yeni programlan da rad- yonun içindeki karışıklığın en güzel de- lilidir. Halbuki, o alelacele hazırlanıp mikrofona çıkarılan programlarla din- leyicinin oyalanacağını sanmak boşu- nadır. Bu programların çoğu hiç bir kontrolden geçmeden mikrofona çık- makta ve değil estetik bakımdan, fikir bakımından dahi dinleyiciye bir şey- ler m n bu durumlar karşısında, or- taya, DAM olarak hiç bir şahıs çık- mamaktadır! Sorumlu Olup da ortaya çıkmamakta ısrar edenler; aslında, ba- şından sonuna kadar kendilerini haklı göstermeye o çalışmaktadırlar. Çünkü Radyo Kanununun çıkması, bazı ema- relere göre, çok yakındır ve bu kanu- nun çıkmasından az önce bir takım işlere girişmek belki bu şahısların işle- rini bozabilir. Üstelik, tasarı Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülürken bir takım kulis faaliyetine girmek d lâzımdır! Bu faaliyet, yeni kurulacak teşkilâtın selâmetinden daha çok, tabii, bazı şahısların bu teşkilâtta iyi bir yer ele geçirmeleriyle ilgilidir!. AKİS/27