KÖŞEDEN BİR HATIRA Ört o çukuru!.. Bera sorarsanız Türkiyede atletizmin ilk öğreticisi 1920 Anvers Olimpiyatları olmuştur. Her koşunun, her at- layışın, her atışın kendine has bir tekniği bir stili oldu- gunu o tarihte öğrenmiş, dereceleri rekorları, ve büyük atletleri o günlerde tanımıştık. Sonradan 1924'e kadar geçen dört yıl boyunca dünyanın neresinde önemli bir yarışma yapılacak olsa hep o havesle izlemiş, pe- şin tahminler yürütmüş neticelerini tartışmıştık. Yarışı büyük bir sıçrayışla bitiren süratci Fad- dockdan uzun adımların ve çıkışın tekniğini, 5 binde ve 10 binde biribirleri ile amansız bir mücadele yapan ufacık yapılı fransız Guillmot ile harika adam Nurroi- den koşu stilini, omuz, kalça çalışmalarını, ve mesa- feyi zaman parçalarına ayırıp takat ve kabiliyetlere ayarlamasını, Petersondan havada makas adımını, Londondan yüksek atlamada yuvarlanmayı hep o ta- rihteki mecmualarda çıkan resimlerden ve eleştirme yazılarından öğrenmişindir... Hakemliği ve müsabaka organizasyonunu bile. Galatasaraylı diskçi Unvan -Tayfuroğlu- 100 met- reci Rauf -Haznedar- Şekip -eski milletvekili Engineri- Fenerli Suat -sonradan tenisçi Baba Suat- Ömer Be- sim -Koşalay- Sırık atlayıcı Daniş -Emekli General- bu resimleri okumada anlamada ve arkadaşlarına öğ- retmede birer mütehassıs olmuşlardı. Uzun atlamadı sıçrama tahtası, yüksek atlamada bel vermeyen çıta kısa koşularda koridor, gülle çenberi (o atletizme hep onların getirdikleri yeniliklerdir. Yarışmalarımızı gizli oturumlar halinde o seyircisiz yapardık ama öğrendiğimiz yeni düzenden bir dikiş payı ayrılmağa Tazı olmazdık. oAtlayıcı okoşucuların kronometrecisi koşucu atlayıcının, atıcının hakemi idi. Doğru kronometre basmak için yaptığımız egzersizler bugünkü gibi hatırımdadır. Nasıl da ciddiye alırdık bu işleri,.. Galatasarayda bizimle beraber okuyan çalışkan- lıkları, efendilikleri ve sportmenlikleri ile tanınan Trabzonlu iki arkadaşımız vardı. Süleyman ve Rıza Kardeşler. Büyüğü Rıza daha ziyade spor işlerinin ida- resine Süleyman müsabakalarda kendisini odenemeye heves ederdi. Bir sebep, bu iki arkadaşımızı mektepten alıp baba yurdu Trabzona dönmeğe zorlayınca orada ilk işleri sarı-kırmızı formalı bir kulüp burmak olmuş- tu. Önce bir süre çalışmışlar sonra meydana getirdik- ler| futbolcudan, atletten kurulu bir ekiple İstanbula gelip ana kulüp ile kardeşçe boy ölçüşmeyi istemişler- di. Suat -Senato Başkanı Ürgüplü- Mehmet -Adisababa Büyük Elçisi M. Osman Dostel- Muslih -rahmetli kar- deşim Muslih Hoca- haftalarca bunu konuşmuş bu kar- şılaşmanın tahakkukuna çalışmışlardı. Ogünlerde spo- Vildan Aşir SAVAŞIR ru temiz, menfaatsiz anlamı içinde ne bitekle, ne ke- yifle ve ne heyecanla konuşurduk. Formalarımızı ana- tarımız yıkar, bacılarımız ütüler elimize verirlerdi. Bu- nu lüks otel kamplarına ve Biyo piyasasının pa- zarlıklarına ölçebiliyor musunu Modern sporun ilk minin idik. Güreşte Vehpi- lerin, Seyfilerin, futbolda Zekilerin, Alâattin, Nihat ve ismetlerin yıldızlarının yeni yeni ışımağa başladığı de- virlerdeydik. Antrenör nedir bilmezdik ama elimize ge- çen kitaplardaki öğütlere Tanrı buyruğuna bağlanır gibi bağlanmasını bilirdik. İşte bir bahar gününde İs- tanbula gelen Trabzonlu sporcular bizi böyle bir hara içinde buldular. Aşk vardı ve bu aşka yaraşan meşk vardı. Müsabakanın hazırlıkları için günlerce Papazın Çayırına - Fenerbahçe stadının olduğu yer- taşınmıştık. Güzelim İstanbul toprağında diz boya yükselmiş lahana- lar, ebegümeciler arasında 100 metre koridorları için şeritler germiş, tur dönülecek kısmı kürelemiş tırmık- lamış, futbol sahasını ellerimizle kireçlemiştik. Seyir- ci toplayabilmek için de ev ev, mektep mektep, gazete gazete dolaşmıştık. Lütfen hakemlik kabul etsinler di- ye babalarımızın arkadaşı avcılara, eski güreş ve Jim nastik meraklılarına yalvarmıştık. Pos bıyıklı nizi Seyfi bey de bu davet ettiklerimiz arasında idi. Pek bir babacan adamdı bu Seyfi bey!. Tatlı fakat hâkim konuşur, espriler yapar fakat ciddiye aldığı bu hakem- lik işinde çöp atlamaz en küçük lâubaliliğe göz yum- mazdı. Trabzonlular şerefine tertiplenen "idman şenlikleri- ne" bizden ve Trabzonlulardan başka Hilâlliler, Fener- liler ve başka mektepliler de katılacaklardı. Onun için 100 metreyi birkaç seride koşacaktık. İlk seride bizden ben koşuyordum. Çıkışı Seyfi beyin emri ve dikkatli nezareti altında Adil -ziyadesiyle meşhur Adil Giray- yaptıracaktı. O günlerde içimizde yerden çıkış yapma- sını bilenimiz azdı. Koşucular kendilerine en uygun ge- len, en avantajlı buldukları pozu alırlar ve işaretle be- raber koşmağa başlarlardır Çıkış hattının gerisinde toplandık. Ben çantamda getirdiğim küçük kürekle çukurlarımı kazdım dene- dim sonra da yerime geçip işaretleri beklemeğe başla- dım. Olanlar da bu sonu gelmez kısacık bekleyiş sıra- sında oldu. Bir pençe kulağıma yapışmış asılıyor koca kalın bir ses ateş püskürüyordu "— Maskara ben senin babanı da tanırım. Ayağın- daki o tırnaklar -çivilileri okasdediyordu. oyetişmemiş gibi bir de mızıkçılık çukuru. Ört onu, çıkar o tırnak- ları..." Çukurları doldurdum, o güzelim çayırın ebegümeci- lerini labadalarını galiba Burhan beyin -Felek- şefaati ile tırmalaya tırmalaya seyirettim AKİS/33