KÖŞEDEN Çivililer Bizim kuşağın spora adını attığı tarihlerde etrafı çev- rilmiş tek saha, yerinde şimdi Fenerbahçe stadı bu- lunan Papazın çayırı idi. İdmanlar, çocukların en ko- lay toplanabildikleri semt cayırlarında yapılır, maçlar da ya bu çayırlarda, ya da o zamanki resmi adı Union Club olan bu Papazın çayırında oynanırdı. Daha idman cemiyetleri ittifakından evvel teşekkül eden lige dahil Galatasaray, Fenerbahçe, Süleymaniye, Altınordu, Vefa, Nişantaşı, Türkgücü ve Anadoluhisa- rının oynadıkları maçlara hâkim olan çok sevimli re- kabet havası, o günün çocuklarının gönüllerinde yaşa- yan en temiz hatıralardır. Galatasaraylı Emin Bülent- ler, Celaller, Çopur Bekirler, Ali Samiler, Fenerli Ha- sanlar, Galipler, Kâmiller, Altınordulu Cemiller, Nuri- ler ve daha nice öncüleri oralarda tanımış, onlara ve spora oralarda özenmiş, gönül bağlantısızdır. Ben mektepte yatılı idim. Bakırköyün Domuzdamı, Kadıköyün Kuşdili, Boğazın Hisar ve Beykoz çayırları benim ye benim durumumdaki arkadaşlarını için ancak haftada bir gün, o da bava iyi oldukça, ziyaret edilebi- len spor cennetleri idi. Biz, mektebin büyük çocuklara tahsis edilmiş kayalıklı bahçesiyle, "Grand Cour'"la yetinmeğe mecburdu. Burası, bir kenarında mutfağın odunları yığılı du- ran bir dikdörtgendi. Âdil Giraylar, Vecihiler, Ulvilar, mutfağın duvarına kireçle çizilmiş kalede; (Muslihler, Domuz Aliler, Sıçan Sadiler ve Leblebiler tıpkı ağabey- leri Janlar, Sabitler, Siretler gibi odunlar ve duvarlarla paslaşarak orada (o yetişmişlerdir. . Bu odunların rica minnet duvar kenarından o kaldırılması, o Galatasaray Sultanisinin spor hayatında bir merhale teşkil etmiştir. Ve biz, çamaşır leğeni büyüklüğündeki ilk atlama ha- vuzunu da elimizle oraya, kaldırılan odunların yerine kazmıştık... O kayalık Grand Cour'da tur atar, odun- luktan artakalan düzlükte de çıkış ve atlama idman- ları yapardık. Lâstik altlı keten iskarpin, çoğumuz için lükstü. Kimimiz namaz mesti, kimimiz de altı ip örülü terliklerle koşar, atlardık... Mektebimizde spora biraz daha yer açabilmiştik. Yan bahçeyi atletik sporlara tahsis ettirebilmiş ve sıç- rama tahtalı nizamiyeye yakın bir atlama havuzu koydurabilmiş ve gülle atmak için bir çember yerleşti- rebilmiştik. Galiba bir de barfiksimiz vardı. Benim rü- yalarının başlıca konuğu "çivililer"e de ben o sırada sahip o Bunlar herkeste görülmüş şeyler değildi. (Bunlar, Beykenden alınmış ingiliz malı ve çok pahalı spor araç- ları idi... Koca Türkiyede benden başka daha 20 kişi- nin ayağında çivili pabuç bulunduğunu ozannetmiyo- m. Mektebin, Müdürün hava almasına tahsis edilmiş çiçekli ve Boğaza nazır bir arka bahçesi vardı. Tarhla- rın arasındaki yollar her gün tırmıklanır, düzeltilirdi. Bu yollardan daha elverişli pist bulunabileceğini hayal bile edemezdik. Talebe daha kalkmadan bir saat evvel uyanır, kıs demez, soğuk demez, saat beşte bahçeye süzülür, evvelâ kültür fizik yapar, sonra da çivilileri giyip tur'anma AKİS/34 Vildan Âşir SAVAŞIR başlardım. Çivililerin toprak üstünde benim için ayrıca kıymetli idi. Bunları eder, yanlışlarımı arardım ve tabii, & ne kimseye görünmeden, resmi uyanma saatinden ev- vel yatakhaneye çıkardım. Müdür, bahçesine meraklı idi, kimsenin oralarda dolaşmasından hoşlanmazdı. Birgün hayretler içinde kaldı; Bahçeye, ne olduğunu bilemediği, acayip izler bırakan bir mahlük dadanmıştı! Durumu bahçıvana anlattı, bahçıvan bilemedi. Başkaları da buna bir mâ- na veremediler. Yalnız, Hattat Halit bey bunun bir hayvan olduğunda ısrar etti ve tilki veya benzeri hay- vanları avlamağa mahsus bir kapanın çayırların ara- sına konulmasını salık verdi. Kapanı, bahçenin gizli bir yerine kurdular. Ancak, bahçeye dadanan mahlükun, konulan yemlerle ilgilen- diği yoktu. Ne yemletin değiştirilmesi, ne de kapanın oradan oraya taşınması bir fayda sağladı. İzler her gün siliniyor ve her sabah gene aynı yerde, aynı şe- kilde tekrar beliriyordu. Çaresiz kalan Müdüre, Halit bey yeni bir tavsiyede bulundu: Bahçeye bir mubassır gizlenecek ve esrarengiz hayvanı gözliyecekti!.. Kapandan olduğu gibi, nöbetçilerden de (habersiz bulunan 499 Vildan, o sabah -da gün ışımadan arka bahçeye süzüldü, her günkü hareketlerine başladı. Bir tur, bir tur daha, bir daha ve nihayet... Evet, nihayet, Gülbabanın mezarı dediğimiz Mi EMME taşın ardından Teodor e feryadı duyuldu — Dur bre çocuk! O hayvan sensin!.." Ağır mi suç üstünde yakalanmış gibiydim. Halimi ve toplanan gece bekçileri, bahçıvanlar v.s. ile geçen konuşmaları tasavvur edebilirsiniz. Ne rica, ne şirret- lik, ne kurnazlık.. Teodor efendiye hiç, hiç bir şey Kâr etmiyordu. Müdürün odacısı beni aradığında daha kahvaltıya bile inmemiştik. Anlaşılan, Teodor efendi yememiş iç- memiş, büyük başarısını Salih Arif bey merhuma daha sabahın o saatlerinde müjdelemişti. Müdür, babamı ta- nır ve beni de yaramazlıklarımla sevimli bulur, sever- di... Muzipliklerim sebebiyle izinsiz oldukça, çağırır, dostça bir tokat vurur, nasihat eder, beni Cuma günü mektepte hapis kalmaktan kurtarırdı. Yalnız, o sabah gördüğüm Salih Arif bey başka bir insandı... Yüzünde çok garip bir ifade vardı. Benim sevgili pabuşlar da o koca amerikan yazıhanenin üstünde duruyordu. Aramızda şöyle bir konuşma, geçti: "— Şabek, bunlar senin mi? — Evet efendim — Demek o.. şey "sendin?" — Hangi şey efendim?.." — Söyletme beni! O İzler İşte.." Bir süre durdu, sonra, gayet tatlı bir İfadeyle: - "— Oğlum" dedi, "bunlarla mektepte yürünür, ge- —i mi? Ya ll arkadaşlarının ayaklarına bat- Halleri nice o lu içinde . “Sonra nasıl da, benim pabuçla- rı giymeme, hem de başka arkadaşlarımla beraber bahçesinde idman etmeme izin vermişti!.. bıraktığı izler "