BİR HİKÂYE Geliyor Güneş batmak üstü. Dereler göl- gedikler içinde; kurbağa seslerine boğulmuş. Kuşlar lop indirler gibi oldukları yerden kalkamıyor, terli kanatları yaygın, ağızları açık, dal- larda pinekliyor. Yapraklar kıv rim kıvrım, sıcaklıktan büzülmüş. Sabahtan — akşama kadar derelerde dolaşan, sulara girip çıkan, balık tu- tan çocuklar güneşle birlikte gölgeyi önlerine katmış, evlerine dönüyorlar. Paskal fındıklık, çocukların oyun yeridir. Evlerine ayrılmadan son bir defa burada — oynarlar. Fındıklığın hemen yanından köy yolu geçer. Yo- lun — başı düzlüktür. Çocuklar fındık ocaklarının etrafını donuyor biribir- lerini yakalamak için çırpınıyorlar. Içlerınd n biri, bir ara, yolun sırt tarlasının başında tepenın ardın dönen aşağı kısmına baktı; dikkatli- ce, uzun uzun baktı. Sonra arkadaş- larına hiçbir şey söylemeden yoldan indi, koşmaya başladı. Arkadaşları hareketinden hiç bir şey anlamadı yuna devam ettiler. taşlı. Çocuk nefes nefese hiç durmaf dan koşuyor. Koşan çocuk gözden kaybold Kuşların terli kanatları gene açık; yaprakların gölgesine sığınar: dal- larda uyuyorlar. Güneş bir parça da- ha dağa alçalmış. Gölgeler biraz da- ha dağlara uzanmış. Kurbağa sesle- ri gene alabildiğine. Arı vızıltıları, rüzgârdaki pencere camı gibi Zır Zır.. Köy imamı ikindi ezanını vaktın— den geç okur. İkindi namazı ile ak- şamlı kısa bir ara ile yerine getir- bır abdestle ışı halletmek köy- luler n hem he abdest alma bakımından karlı sayılır. İmam bunu çok iyi bilir. Akşama bir, bir buçuk saat kala ezan okur. On, on beş dakikada birkaç kişi toplanır, abdest alınır, namaza dönülür.. Son- ra camiin öÖnünde bir kaç lâf edi- lir, derken akşam olur, gene ezan okunur. İkindiden kalası bir kaç ki- şiye bir kaç kişi daha eklenir, ikindi namazının abdesti ile akşam da orta- dan çıkarılır. fındıklıkta — arkadaşlarını bırakarak kaçan çocuk, cami — ma- hallesine geldiği zaman köy imamı altı yıl önce yapılan, şimdi tahtaları güve işlemesinden delik deşik olan minarede ikindi ezanı okuyordu. Ca- miin Önünde iki kişi vardı. Çocuk 26 İbrahim Cüceoğlu hiç durmadan orada oturanlara "geliyor" dedi, geçti, mahalle yoluna saptı. Çıplak ayakları toz toprağa boğulmuştu... Ayaklarının — derisinde iğne ucu kadar ter taneleri. Bu bir çift ayak, ayaktan ziyade paslı demir. Evlerin önünden geçerken ayak ses- lerini duyanlar kapılara çıktı, çocuk gene hiç durmadan “"geliyor" dedi, geçti. Agzından başka bir r şey çıkmı— yor, şıkana "geliyor" diyordu sadece Guneş yarıya kadar gömüldü dağlara. Gölgelikler kuşak kayalarını yakaladı. Göz kapakları bir par açılır gibi oldu. Kuşlar dallardan havalandı. Denizden köye doğru dere boyu ke sıf bır sis gibi uzandı. Ha. va yumuşad Can Alilerin evi cami mahallesi- d u sever. Küçük oğlu mahalleyı bir uçtan bil uca koşa koşa "geliyor" diye diye arşınlayıp kendi evlerine geldi. Bu- rada da sadece bir "geliyor" dedi, gozlerı dondu bayılır gibi oldu, ye- re yıkıldı evin ortasında. Can Ali yerınden fırladı, uzamış sakalını ka- rıştırdı, karısı ardından ayaklandı. Dağdan henüz — yükle inmişlerdi. Sırtlarının — teri soğumamıştı. Tek katlı evin ortasında sağa sola koşa- rak dolapları karıştırıyor, sandıkları alt üst ediyorlardı. Can Ali bir yan- dan da emirler veriyordu: — Şu sandıktaki tabanca ile ka- mayı çıkar, bahçenin dibindeki ka- yaların — arasına sakla. Şu çamaşır telini topla, tarlaya savur. Ben size esıp getirmeyin dedim, dınlemedı— niz. Yasaktır, hükümet malıdır tele- fon teli. Hapsederler adamı. Şu pis oğlanın tütününü bir tarafa atsan. Kırk kere söyledim, ne anlar tütün içmekten. Kelepir olsaydı ben bırak- mazdım. Hem cgerıne hem kesene Kaldır at pisi zıbıllıkten a- lah cezasını versin; uhtar söylüyordu, bizim borca ha— ciz gelmiş. Ne yapsak bana çıkar, ağızlarına altına getir. âleme rezil karı, şu sığırları torba bağla, — çırçırın Dikkat et bagırmasınlar oluruz. Hadi Çabuk.." Ana evden fırladı, ahırdan dört sığır çıkardı, ağızlarına torba bağ- ladı, sopalıyarak irmağa doğru sü- rükledi an Ali ke dı dediklerini kendisi yapmaya başladı, emirlerini kendi yerine — getiriyordu. Çocukla hiç ılgılenmedı Baygın çocuk evin ortasında gözlerini yarı açmış baba- sının yaptıklarını takip — ediyordu. Ortanca oğlanın kaçak tütününü, ta- bancayı kamayı, kopuk telefon teli- ni aldı kapıdan çıktı tarladaki mısır- ların arasından ışırti ile yürüdü, kayboldu. Az sonra döndü, oğluna baktı, yüzünü okşadı. "Ne 'oldu. sa- na?" dedi, çıkıp gitti. Artık guneş batmıştı Gece kuş- ları damlard çıkmış, 1ırmaklara doğru uçuyordu Her taraf karanlığa yöneliyor. Guneşın battıgı yerde bir kırmızılık. Vad zanan Ssis, biraz daha yukarılara dayanmış Kurbağa sesleri duyulmuyordu ar- tık. Camiin önünde on, on beş kişi toplanmıştı. Köy imamı toplananla- verek aralarına katıldı. İmam saati- rın arasında idi. Can Ali selâm ve- ne baktı, sonra havayı uzun uzun gözledi Mınarenın kapısına yollan- dı. Ayakları ndakı kalın takunyalar iri iri ses çıkarıyordu. İm, tam minarenin şerefesine çıkmadan iki ÖNü i. Köy- selâm verildi, biri lüler ayağa kalktılar, selâm alındı. Jandarmaların sordu: "— Mesahor köyüne ne çeker." Can Ali cevap verdi: "— Bir buçuk saat". — Desene yatsıya ancak çıka- rız. Bir fener Verseniz bize." andarmalar urdu Can mahalleye koştu. Fener buldu geldı Jandarmalar kalkıp gitti, — köylüler camiye girdiler. Hava iyice kararma- ya başlamıştı... Artık ne güneş, ne kurbağa sesi, ne kuş cıvıltısı, ne arı vızıldaması. Şimdi sadece evlerin ba- calarından lar tütüyor, gece kuşları kanatlarını pırlatarak uçuyor. Vadiyi baştan başa sis kaplamış. Köy yeni bir gecenin uykusuna hazırlanı- yordu. kadar " AKİS, 15 MAYIS 1954