ıklarında, ağmuruna aynı de- ine içinde sında do- fakat fa- sonra P.. iş bir te- diği kah- nız? diye, .â ile ışıl ca, dedi, ırdun bir- kültür di- larak yıl- den fazla p talebe yetiştirdim. Vekâlet o zaman muhtelit tedrisat işini tetkik ediyordu. Bunun mümkün ve çok musib olduğu: nu madde madde, teşrih ederek arzet- tim. İlk muhtelit tedrisat, o vakıt mü- dürü bulunduğum İzmit orta okulunda tatbik edilmiye başlandı. Bunun her bakımdan, geniş ölçüde faydaları gö- rülmesi üzerinedir ki, vatanın her ta- rafında tatbikine başland Mekteplerde askeri tedrisat yapılır- ken, kız talebelerim arzu gösteriyorlardı. Mesuliyeti üzeri- e alarak muvafakat ettim. Yaptıkları talimler okadar alâka uyandırdı ki, er- kek talebeler, onlar kadır muvaffak olamıyorlardı Bu talebelerim içinde birinciliği kızlar kazanmışlardı. — Mücadeleyi sever misiniz ? m sevmez. Hayatın zevki mü- cadeledir. Yeter ki, bu mücadele dü- rüst ve Şuurlu olsun. Mücadele eder- ken, dikkat edilecek nokta, neşeli ol- maktır. Ben, neşeyi, gibi, musiki gibi elzem olan bir ihti- buna sonsuz bir K İ yaç talâkki ederim. Derslerimi son de- rece neşeyle okuturum. Talebelerim derslerlmin nasıl geçtiğini farketmedik- lerini söylerler. Mesleğinizden memnun musunuz? Son derece. Dünyaya ikinci bir defa daha gelecek olsam, muhakkak ki, yine muallim olarak gelirdim. Çün- kü, bu sayede, tam manasiyle, hem maddeten ve hemde manen mesut ol dum. Öğretmenlikte mesut olunamaz diyenler, yalan söylerler. Zeki Vural telâşla kalktı. Duvarda- ki bir çift resmi gösterdi. — Yavrularım, eserlerim; zattı. Her ikisi de yüksek tahsillerine devam ediyorlar. Benim asıl saadetim, yuvamın ve yavrularımın sıcak ateşi ve varlığıdır. Bir baba için bundan da- ha büyük ve daha zengin bir saadet temenni edilemez. Saadetten bahseder- ken, size bir bahtiyarlığımı da anlat malıyım. Memlekette gezerken, genç, kızlar ve inç, gürbüz delikanlılar, ar görürüm. d hattâ evli anneler, baba Hararetle ellerime sarılırlar : — Hocam, elini öpeyim, diye iğilirler. Bunlar benim talebelerim, insan olmuş, Türk cemiasına faydalı yavrularımdır. Ah bilseniz, bu ne tatlı, ne heyecanlı ve ne anlatılmaz bir saadettir. ” vi Akşam güneşi, körfez sularında titre şiyordu. Otuz yıllık irfan kaynağı, İne gölde elli dört gün e yükselttiği 5Ü bin liralık muhteşem bir mektep ya- pısının hatıralarını andı. Yeni aldığı evi, içinde oturabilecek, sıcak bir yuva ha- line koyuncaya kadar, akla karayı na- sıl seçtiğini anlattı, Balkondan İzmite baktık. koyu, nefti gölgelerin sevda- laştığı tepelerde, hatıralar sislendi. Ve yine Fatoş göründü. Fatoş bu evin çok sevdiği bir göçmen yavrusudur. Şimdi de Zeki Vural ailesinin yavrusu olmuş. Fatoş pek zeki, ateş gibi, minimini bir yavru. Lip Erzincandan Kemahtan Yar gelir oynamaklar Diye, bize türküler söyledi. İngiliz- ce, Fransızca, bir nevi lisanla şiirler inşad etti. Bol bol güldük. Karşıda, açık mavi duvarların göl geleri arasında, nazlı bir kadın portresi gülümsüyordu. — Hiç sevdiniz mi? diye kekeledim. Uzak bir rüya görür gibi, hatırala- rin ruhu asilleşir gibi, heyecanlandı. Karşımda Şark aşklarının o ezeli esra- rını taşıyan ve duyan bir adam gör- düm: — Güzele karşı, dedi, zâfım vardır. Fakat, bezakiii sırlarını kendim bil- mek isterim. Sevgi mübarek, kudsi bir- Bay Zeki Vural (Yarım La Miecmuanzi gözden geçiriyorla ö Bay Zeki Vural ve yazıcımız başbaşa şeydir. Kadına, çiçeğe, hayvana, tabi- ata karşı... #4 İçimde tatlı bir neşe taşıyarak uzak- laşıyorum. Otuz yıl, Türk irfan âlemi- ne hizmet etmiş, nurlu Zeki Vuralın” m, 5 fazilet bm Vera? .» diye çırpınıyorum. işte Zeki gı