Yazan : CEVDET Fotoğraflar : Warm Ay - Fahri ,,,,, ELLİK MOCANIN EVİNDE, B> kapıyı Fatoş açtı. Yumuk, ba- dem gözlerini kırpıştıra kırpıştıra, güldü : — Beybabamı mı istiyorsunuz ? di. De Ve peltek peltek, haykırdı : ura, bur Fatoşu takip ettik. Renk renk, çi- çeklerle süslü bir merdivenden çıktık. Mavi bir ışık hüzmesinin löşlaştırdığı salonda, iskarpinlerimiz akisler bıraka bıraka, halılara gömülüyordu. Bizi, ge- niş, ince zevkle döşenmiş bir odaya aldılar. Çini soba ahenkli çıtırtı kopa- rarak yanıyor, yerdeki Uşak halısının beneklerinde titreşen hafif alev gölge- leri var. Ortada kübik, ceviz bir masa, üstünde kızıl kızıl, bir gönül gibi ya- nan karanfiller ve demet demet, top top, ak ak, krizantemler... Duvarda aile hatıraları, zarif minyatür kakmalı sanat eserleri... Ve pencerede, körfez güneşi, körfez sevgisi, körfez şiiri... hülya ve rüya sahnesi içinde, Türk irfan ese tam otuz yıl, ışık, nur ve heyecan, bilgi aşılamış Zeki Vur gümünlaymii başı, ima gülen gözleriniz parlaklığı görü — Sizi beklettim; af dilerim; diye ilerledi Ellerimizi sıktı. Hal ve hatır so 2 Tlşdilm değil mi diye, sobaya dk alür attı — Vin Aya, dedim. Muallimlik hayatınızı , otuz uzun yılın hatıralarını ricalamak için geldim. Bunları tekrar yaşamak ve yaşatmak istemez misiniz? Kestane rengine çalan gözleri en- ginleşti. Tavanda, taze bir ihtişamla sarkan la baktı. Kandil kandil sızan ziyalar. İdi — Bu, öyle uzun bi hayat ki, Bay- kal, dedi. Hangi taraftan başlamalı bil- 4 mem ? Osmanlı imparatorluğunun uyu- şuk, miskin, âciz ve cahil günlerini dü- “da, tüylerim diken diken Bunlar hikâye, macera, birer vatan, Türklük facıalarıdır... İlk muallimliğim Manas- tırdadır. Darülfünunu yeni bitirmiş, genç, ateşli bir varlık olarak hayata atılmıştım. Debredeydim. Burada, mil liyet, mefküre ve Türklük cidali kara bir hümma gibi beynimizde kaynıyor- du. Balkan Harbi başlamıştı. Arnayut- lar isyan etmişlerdi. Sırplar Debreyi işgal ettiler. Günlerce aç kaldık. Kül- de mısır ekmeği pişirdik. Aylarca çiğ soğan yiye yiye yaşadık. O, soğanla- rın m eli hiçbir şeyde bula- madım. n ki, baklavada, soğan ka- dar iii Şol Hükümet âciz ve mis- kindi. Binlerce Türk koyun gibi bo- gazlanıyordu. Canımızı kurtarmak kay- gısı bize düşmüştü. Muallim arkadaş- sergüzeşt değil, larla gecelerin zifiri karanlıklarında, binbir müşkülât ve heran ölüm teh- lükesi içinde kaçmıya başladık. Arna- vut eşkiyalarının kurşun yağmuruna tutulduk... Bu hayat, hemen hemen, aynı de kor, aynı aktör ve aynı sahne içinde ta Türk güneşi, Türk dünyasında deo- guncaya kadar, fasıl fasıl ve fakat fa- sılasız devam etti, durdu — Ya, güneş doğduktan sonra ?.. Zeki Vüralın yüzüne geniş bir te- bessüm yayıldı. Fatoşun getirdiği kah- veri kendi eliyle ikramladı: — Bir çikolata almaz mısınız? diye, güldü. Gözleri cevval bir zekâ ile ışıl ışıl yanıyordu. — Atatürk güneşi doğunca, dedi, bahtımın güneşi de doğdu. Yurdun bir- çok bucaklarında muallim, kültür di- rektörü, orta okul direktörü olarak yıl- larca vazife gördüm, On binden fazla Zeki Vural Kültür Direktörü iken öğretmenler arasında “4 e a e umu m —.n ru. — cü MN - 1 nn