SEVGİ HIRSIZLARI Biran birkaç yıl önce küçük bir köy kızı ile dost olmuştum. Yusyuvarlak vücudu, kızıl yanakları, iri yeşil gözleri vardı. Uçları küçük altınlar ve mavi bon- cuklarla süslü, bir omuzdan bir omuza ince saç örgüleri, bu küçük kıza şık bir Van kedisi sevimliliği veriyordu. Küçük dostumun - kızdığı zamanlarda - dudakları açılıp ta minik beyaz dişleri ara- sından öyle bir küfür edişi vardı ki, eminim sözlerini en kenar sokak delikanlıları işit- seler, kızarmaktan kendilerini alamıyacak- lardı. — Ayşe çabuk sil ağzını, dudakların simsiyah oldu | Ya kolunu dudaklarına götürür; ya da ceketinin ucu ile ağzın temizlemeğe çalı- şırdı. — Bak, bü fena sözleri işiltiğim için benim de kulaklarım kararır gibi oluyor. Ben de temizleneyim. Der, mendilimi çıkarırdım. Ayşe, o kadar anlayışlı bir çocuktu ki.. onunla tanıştıktan üç gün sonra o da, ,bir bez parçası bularak mendil yerine kul- lanmağa başladı. — Mektepten ne kadar yorgun. dönsem taşlıkta Ayşenin renkli yüzünü, mavi bon- cuklu saçlarını görünce neşelenir; akşam saatlerinde onunla konuşmak bana tatlı bir dinlei verirdi. — İkimiz de biribirimize iyice alışmıştık, Ayşe evsahibime köyden misafir gelmişti. Oturduğum evin iki kızı vardı. Ayşe ile ahbaplığımın ileri vardığını görünce çocuğu epeyi alakoydular. Zaten o da istemiyordu. Ayşe iki şeye fazla düşkündü: Küfür etmeğe, Gelin olmağa |.. Birincisinden kesildi, Çünkü oda beni çok sevmişti. Bana yaranmak, dostluğumu kaybetmemek için, onca pek büyük olan bu fedakârlığa şiddetle lüzum vardı. İkincisinden vazgeçip geçmediğini İse, .şimdi bilmiyorum. Ve bunları yazarken içimde mahiyeti bambaşka bir ezginlik duyar gibiyim. Babası, her salı pazara inişte eve uğrar, kızını götürmek için bir hayli dil dökerdi, Fakat 0, oturduğum koltuğun ucunda yere çömelerek kolları ile bacaklarımı kilitler: «bırakma beni gır diye yalvarmağa başlardı. “Doğrusunu söylemek lâzım gelirse Ayşe- nin gittiğini ben de istemiyordum. Fakat gitmek yolcu gibi gelip geçmeğe mahkümduk. Ayşe benim yüzümden köye gitmek istemiyordu. Bir salı günü evdekilerle ka- rarlaştırdık. Ben vaktinde mekteplen dön- medim. Yolumu gözleyen Ayşeye: — Haydi Hocanımı aramağa çıkalım. O sığır dönüşünden korkar. Mandaları, inekleri sokakta görünce gelemez! Demişler. Babası, şehirden çıkılacak şöse ucunda hayvanı ile bekliyormuş. Ay şe plânın farkına varınca çok huysuzlanmış Babasının ellerini ısırmış, bizim evsahibi- nin kızlarını tekmelemiş, banada: «Küsüm küstüm onar diye haber yollamış. Eve döndüğüm zaman bunları öğrenince, hayatımda çok sevgili birşey kaybetmiş kadar içlenmiş, hatta belki de biraz ağla- miştım. Ayşeyi unutmak benim için pek güç olmadı. İlk günlerde sık sık andım, sonra arada sırada , ve nihayet birgün tamamen unuttum. Şimdi bana onu yeniden hatırlatan, ona bağlı bir köy faciasının hayattan kalemime geçişidir. Bir gün eski küçük dostumun, bir hikâye başlangıcı olacağını kim tahmin ederdi? Bir tatil dönüşü. Ağustos, ateşi ve ibtirası ile şehrin bütün yeşilini sarartıp soldurmuş. Eylül, bir ömür sonunun hırçın çanını vurduğu içindir ki.. her yerde belirsiz bir elem gizli... Belki de bu elemi yaratan, ıstırap çeke çeke yorulan gönüllerin bir vehmidir, kimbilir! . Ben bıraktığım yerleri, gezip dolaştı- ğım sıralarda özler; taşı, toprağı, suyu ve ağacı için zaman zaman hasret çektiğimi hissederim. Fakat özlediğim yerlere dö- nünce de içime bir yabancılık dolar; bırak- tığım şeylerin solduğunu, kendilerinden ayrılırken ıstırap çektiğim yüzlerin tunuk- laştığını.. ve artık gönlümün buralarda ba- rınamıyacağını zannedei; kaçmak, gezip dolaştığım yerlere tekrar dönmek isterim. İsabet ki bu hissim geçicidir. Yoksa hayatım, ya gezgin kuşlar gibi mevsimlere bağlı, yahutta çocuklığumda yaşayışlarına pek imrendiğim çingeneler gibi serseri bir âlem içinde sürüklenecekti. Eski evsahibim yaşlı bir kadıncağızdır. İki genç kızı da, buraya geldiğim zaman bana yakınlık göstermiş, memleketi yadır- gadığım sıralarda mahalli türküler çağırs- rak, masallar söyliyerek, yerli göreneklerini anlatarak beni avutmağa çalışmışlardır. tatil “dönüşü, şimdiki evimizin anahtarını bıraktığımız adam Ibağa gittiği için, sokakta kalınca arabayı onlara çektir- dik, Kapıyı açar açmaz ikisi birden boy- numa atıldılar. Küçüğün gözleri tuhaf bir haber verecekmiş gibi parlıyor, birşeyler anlatmak için sabırsızlanıyordu. Gözüm oturdukları odaya ilişti. — A.. bu Ayşenin ablası mı? ! YARIM AY. 13 © 15-2-1938 | Diye bir çığlık atmaktan kendimi ala: a — Nasıl bildin? — Bilinmiyecek gibi değil ki.. gözler, yanaklar, saçlar tıpkı, tıpkı Ayşe. sanki benim küçük arkadaşım büyümüş, serpil- miş, özendiği gelinlik çağına girmiş. Gülsüm, ayak bileklerine kadar dö- külen bol bir şalvar giymişti. İnce beli bir kuşakla sımsıkı sarılmıştı, Genç göğsü, yu- varlak boynu ve ateşli karanfiller kadar ya- kıcı rengi ile köy güzelliğinin sembolü idi, — Bakalım Ayşenin ablası da onun gibi sevecek mir Utanarak önüne baktı. Ve artık onunla meşgul olmak lüzumu- nü hissetmedim. Eski evsahibimin küçük kizi Memnune gülümsiyerek yanıma sokuldu, beni — Bana boş vaktinde bir roman oku- yuverirsen sana, Gülsümün başına geleni anlatırım — Ne geldiki Gülsümün başına? — Yoo.. söylemem. Hem sana birşey deyivereyim mi? Sakın annem duymasın, Kıyameti kopartır başıma... Ablası Sabriye de yanımıza yaklaşı, Ve ben onları, akşam olunca zorla bizim eve sürükledim, Kendi köşem ie Gülsümün macerasını onlardan dinledim Gülsüm, Köseler köyünden zengin bir adamın kızı, Mal dışa gitmesin diye akra- balarından bir delikanlıya küçükten söz- lüdür. Fakat genç kız bir türlü yavuklu- sunu sevememiş, daha çocukluğunda kap- tırdığı gönlünü, Ahmedinden çekip kurta- ramamıştır. Düğün yaklaşınca Gülsüm herşeyi göze alarak Ahmede kaçıyor. Üç gece sevgili- sinin evinde kalıyor, İkiside o kadar temiz, o kadar gündelik arzunun ateşi ile yan- mağı beceremiyen tecrübesiz çocuklar ki.. yıllardanberi gönüllerinde yaşayıp, onları bu dünyanın çok uzaklarında, tatlı bir baş dönmesi içinde yaşatan sevgiye, leke dü- şürmeği akıllarına bile getirmemişler. Yal- miz ocak başında Ahmet, başını bir dakika sevdiği kızın dizlerine koymuş, Gülsüm de Gülsümün kaçışı köyün durgun hava- sını çalkalıyor. İş mahkemeye düşmesin diye, iki aileyi aracılar anlaştırmağa çalı- şıyorlar. Nihayet Ahmedin annesi Gülsümü babasının evine getirip birakiyor. Gülsüm kendini yerden yere vuruyor : — Ben mal, mülk istemem. Ne ideyim onları Ahmet olmayınca.. nce babası dövüyor; sonra' annesi dama kapıyor. Fakat Gülsümün yola gel- mesinin imkânı yok. Ahmet diyor da başka birşey demiyor. Yavuklusu Mustafada ya ölürüm, ya alırım, diye ayak diremiş. Köylü bu karışık işin içinden çıkabil- mek için telâş içinde, Nihayet Gülsümün babasına akıl veriyorlar: