Yavaş yavaş Süleymaniye dahil Molla den indi... çamiinin avlusuna Mustafayı bekledi. oldu. La .. Hacı Sadık efendi ile Molla Mustafa pek çabuk anlaştılar. Molla Mustafa, şim- dilik bir kâlhya gibi beraber gidecek ve orada icabında münasib bir mevkie kona- caktı, Zeki ve kurnaz Molla, kendi men- faatini derhal hesap etmişti. Dönecek her dolapta onun baskısı çevrilecek, her fırıl- dakta onun nefesi muhakkak bulunacaktı. Hatta bütün bu işlerde aslan payının kendi kursağına düşeceğine de emindi. Herşey kararlaştırılmıştı. İki gün sonra Karadenize hareket edecek olan bir va- purla yola çıkılacaktı. Molla, zaten bekârdi. Yalnız bir temiz cübbe ile bir çakşira, birde mihrabi bir sarığa ihtiyacı vardı, Hacı Sadık efendi bu sarığın ince ve yeşil bir dal sarık ol- masını daha muvafık buluyordu. Kâhyası- nın da, kendisi gibi kocaman bir mihrabi sarıkla görünmesi, hoşuna gitmiyordu. Ve hem de yeşil sarık daha çok hulüs ve is- tikamet! alâmeti, ve saffeti kalp! işareti tafa müşkülpesend değildi. Şimdilik her- şeye eyvallah demek onun için daha doğ- ru idi. Fakat ileride Evkaf müdürlüğünü, Hacı Sadık efendi değil mutlaka Molla Mustafa yapacaktı. Binaenaleyh itiraza se- bep yoktu, Efendi hazretleri o akşam evine daha Şen, daha neş'eli geldi. Zavallı Saliha ha- nim, neye uğradığının farkınd canlı bir makine gibi kocası tarafından verilen emirleri, tenbihleri yerine getiriyor, çamaşırlar dikiyor, sandıklar yerleştiriyor, denkler hazırlıyordu. Elleri yara bere içinde kalmıştı. Komşuların yardımı olma- sa,mümkün değil bu işleri hep birden yapa- mıyacak; bugünlerde evine karşı pek keskin ve soğuk dalgası gibi girip çıkan Hacıdan, muhakkak büyük bir tekdir daha yiyecek- ti. Belki de Hacı, karısını boşayiverirdi. Çünkü Saliha hanım, yıllaren çekilmiş se- falet ve ıstırabın tahrib edip bıraktığı, bir yığın kemikten ibaret kalmıştı. Evkaf mü- dürü Sadık beyefendi hazretlerinin! hanımı beraber gitmeğe hiç te lâyık değildi. Hacı bunu birkaç gündenberi hissettiriyordu. şey bitmişti. Artık yola çıkabilirlerdi. Ha- ci Sadık efendi kabina sığmıyordu. Ne yapacağını kestiremiyor, sabaha nasıl uls- şacağını düşünüyor, geceyi tüketebilmek için binbir garib hareketlerle Saliha hanr- mı da hayretlere düşürüyordu. Bir aralık sandığa yerleştirilmiş olan kürkleri çıkardı. Evvelâ kendisi giyindi, nasıl olduğunu, yakışıp yakışmadığını karısına sordu. Kö- şeye oturdu. Gözüne gözlüklerini taktı, karşısında ayakta duran Saliha hanımı baş- kâtip farzederek, ona, İetvaeminini taklit ederek, bir sürü şeyler sordu. Cevplar is- tedi. Pürüzlü bir vakıfnameyi izah etti. Nasıl muamele yapılacağını anlattı. Saliha hanım renkten renge girdi, Efendinin hakikaten delirmiş olduğunu, ve bu gece yine sapıt- maya başladığını düşünerek : — Eyvahlar olsun dostlar; ben bu de- liye uyup ta diyarı gurbete mi gideceğim! Diye söylendi, yeniden korkulara düş- tü. Hacı Sadık efendi sözünü bitirmişti. Kalktı kürkü karısına giydirdi. Köşeye oturttu: «Şimdi de sen, seni ziyarete gele. cek olan âmir, memur, eşraf, halk hanım- larına karşı ne yapacaksın, onları nasıl karşılayıp, nasıl konuşacaksın? onu göster bakayim, zira bunları şimdiden öğrenmez- sen orada şaşırır, beni rezil edersin! » diyordu. — Efendi bu nasıl söz, bu ne biçim iş? iki deliler gibi biz, kendi kendimize burada orta oyunu mu oynayacağız? — Olmaz, olmaz, hanım sen bilmezsin; bir vilâyetin Evkaf müdürü ne demektir biliyor musun? Biz gider gitmez herkes bizi ziyarete gelecek. Erkekler beni, kadin- lar seni etekliyecekler, Bizde şerelimize, mevkiimize, omakamımıza, baysiyetimize uygun bir şekilde onlara mukabele ve muamele edeceğiz. — Canım Hacı; bırak Allahaşkına ben yorgunum, canım çıkıyor, bunları düşüne- cek halde fi — Yool.. bana artık Hacı demeye- ceksiniz — Ya ne diyeceğim? — Efendi hazretleri diyeceksin. Saliha o hanım iki haftadanberi ilk defa gülümsememişti. Hafif, fakat yorgun ve bitkin bir gülümseme ile: — Haci — Bak, a efendim, senin adam olama- yarağın bir Evkaf müdürü karisının şanı- a lâyık bir hatun olamayacağını be ben bi , Kâkin nedense yapamıyordu. O akşam her- > ği Süzülmüş günler yüzer mavi denizlerinde; Gönlüm: pervane oldu kararmaz izlerinde.. Seni taşıyan başım dinlensin dizlerinde.. Yıldızlı gökler gezer, mavi denizlerinde. MAVİ DENİZLER liyordum. Eyvah ne halt ettim de herşeyden evvel düşünemedim. Tacıl.. — NN hâlâ bana Hacı diyorl.. — Hilar istemem, yahu da demeye ceksin, — Efendi; — Bu da kâfi değil! Saliha. hanım hiddetli ve hayretli bir gülümseme ile başını sallayıp, bir iki lâ havle çektikten sonra — Efendi hazretleri! — Ha şöyle işte bana böyle diyecek- sin. k iyi böyle söylerim ama, yirmi senedir sana yahu diye çağırır, Hacı diye anlatırdım, şimdi bunu değiştirmeye sebep ne? — Sebeb mi, sebeb mir anlamıyor musun kalın kafalı karıP.. ben. . . .ın Evkafmü- dürüyüm, sen de halilemsin, devlet erkâ- nından sayılırız, binaenalâzalik ben bir efendi hazretleriyim. — Ya ben neyim? — Sen mi, sen, şey... — Sahi yahu sen de birşey olacaksın ama dur bakalım düşüneyim .... Hay Al- lah cezasını versin.. iştesenin ne olduğunu bilemiyorum. Yerinden kalktı, ellerini arkasında bağ- ladı, Harab odanın çıplak döşemeleri üze- rinde aşağı yukarı meali gezindi; nihayet aklına birşey geldi: — Kalk, sandığı da aç, orada bir inşa kitabı vardır; onü çıkaralım Evkaf müdürü karılarına ne si verilmiştir, bakalım. — Olmazl... o efendim olmazl.. O kadar şiddetli bağırmıştı ki Saliha hanım korkusundan sapsarı olmuş, Sada- kat, uykusundan sıçramış: «anacığım!» fer- yadile yattığı ot minderin üstünde dikilmişti. Saliha hanım yavaş bir sesle yalvarır gibi: — Efendi hazretleri, efendi hazretleri; yapma, yapma Allahını seversen benim de, çocuğun da aklını başımızdan alacaksınl.. — Pekâlâ a hatun, sen de bana efem di ii desene.. r daha unutmam;ne bileyim ben, Sirin m yerde söyleyeceğim zan- — Şimdiden dilini bunu alıştırmalısın ki : Sen; en iyi, en derin; göl, her ne disen olsun.. En ırak yakın olsun, buen yakın: Sen olsun.. Ruya kadehlerini taşıran pusen olsun; Seni, bir susuz, özler mavi denizlerinde.. Aygönül