12 K “TAN " ia tefrikası ; 28, KA V Hiti er'in yazdığı kitab AO yuzdığdı kitab IBU ESERDE ILERİ SÜRÜLEN DÜŞÜNCE VE DUYGULARLA HIÇ BİR BAĞIMIZ YOK . TUR. BU TEFRİKAYI BÜTÜN DUNYADA DE. DİKODU UYANDIR . MIŞ SİYASI BIR VESİ. KA OLARAK NEŞRE. DİYORUZ.I _Hükfımıı bahsına gelince; hü kürnet, ne bir sımnıf insanların sı- nai ve ticari işlerinin inkişafını kolaylaştırmak, — ne de o top - rakta yaşayan yabancıları o mil lete temessül — ettirmeğe çalış - mak değildir. Bu kanaat, Milli- yetçi Sosyalistlerin ırk hakkın- daki prensiplerinin tamamile ha ricindedir. Hükümet, yüksek bir medeniyet seviyesine çıkma- 8a muktedir bir ırkın, bu netice- ye varmayı kolaylaştıracak bir vasıtasından başka bir şey değil dir. Yeryüzünde büyük bir âfet olsa da, şimdiki sâkinleri peri - şan olup dağılsalar, ortada hiç bir hükümet kalmaz. Fakat yük- sek kafalı bir avuç adam, sön - mek üzere olan — kültür ateşini canlandırmağa yetişebilirler, belki asırlar geçer, lâkin mede- niyet te yolunu bulmuş olur, Hitler diyor ki: “Hükümet, maddeten ve mâ- nen ayni cinsten olan insan mahlüklarından mürekkep bir cemiyetin muhafaza ve inkişafı- na çalışan bir kurumdur. Irkta rüşeym halinde mevcut bütün kuvvetler, o ırka has karakterle- Tile geniş geniş inkişaf etmeli - dir. Bu süretle bir araya gelmiş olan insanların bir kısmı cema - | atın maddi hayatını, bir kısmı da manevi ve fikri varlığını ya- şatırlar. Birinin eksikliğini öte- ki tamamlar.., Bir millet topluluğu — içinde güzelliği, vekarı yaratan kuvvet ırk temizliğidir. Bir hükümetin kıymeti varabildiği medeniyet | seviyesile değil, ırkın muhafaza- sı için aldığı tedbirlerdeki ener- ji ile ölçülür. Bir milletin canlı- İrğını anlamnak için yetiştirdiği a damlardan ziyade yetiştirebil - mek kudretine bakmalıdır. Hitler bu prensipleri Alman Milletine tatbik ediyor ve keder- le görüyor ki, otuz sene muha - Tebesindenberi, Alman damarı - na mebzül miktarda — yabancı kan karışmıştır. Bilhassa hudut mıntakalarında bu kan karışık- lığı daha fazla olmuştur. Alman yanın en büyük bir zâfı da bura- dan geliyor. Bir tehdit ve tehli- ke fnımda, millet yekpare bir kitle halinde ayaklanacak yer - de, bilâkis dahilt anlaşamamaz- Tıklardan ıstırap çekiyor ve bu yüzden pek tabii olarak muka - vemet küvveti de azalıyor, Or - tada böyle bir zâf âmili olma - sa, Almanya — her tarafta galip gelebilir ve yeryüzünde, sülhü, başkalarının yaptığı gibi göz - yaşr dökerek, dualar ederek de- 'AN " n tefrikamı : 2. Edgar Wallace yet vermedim. — Çünkü bir za - manlar bana hayli faydası do - kunmuştu. Beraberce bir çok kârlı işler yapmıştık. Yale gülümsedi. Böyle bir va- ziyette küçük bir para kayıbını artık Marl'a çok görmemeli idi. Yale yazıhanesine döndüğü zaman Parr ile Jack'ın kendisi - ni beklediklerini gördü. — Deli - kanlının oraya gelişinin sebebi- ni anlamıştı. Onun için kâtibi - dim, dedi. Öğleden sonra bura- da çıkabilecek her hangi bir hâ- disede, tehlikeye maruz kalma - €mı istemedim l GAM ğil, milletleri kudretli bileğinde | oynattığı kılıçla dizüstü getire- rek, yüksek kültür hizmetinde kullanmak suretile temin ede - bilir. Bütün bu kan — karışıklığına rağmen, Almanyada temiz kal - mış büyük bir cermen kitlesi | vardır. Bu kitle, müteyakkız bir | devlet ve azimli bir hükümetle aşağı kalitede unsurları büsbü- tün temizlemese bile, hiç olmaz- sa ancak kendisinin hakkı olan kumandayı ele alabhilir. Hitler diyor ki: “Yer yüzünde Alman milleti- ne düşen vazife, — kendi ırkının olduğu kadar, bütün beşeriyetin de kan temizliğini gözetlemek- tir. Alman milleti bir devlet ol- dukça, sırf Almanlardan mürek- kep bir câmia olabilir. Alman hükümeti de nesil bozukluğuna yol açacak sebepleri ortadan kal dırarak, milleti daima faik va vi yetinde tutacaktır.,, Alman hükümeti cermen ırkı nın bir müdafaa kalkanıdır. Hitlerin politikasında binnaza- riye dahi olsa bu fikir hâkimdir. Yabancı ırklar arasında tesa- lübe bu kadar düşman olan Hit- ler, bu yolda zecri tedbirler alm- mazsa, beşeriyetin nesli bozuk bir iye döneceğini söyler. O- nun için hükümetin bir mühim vazifesi de — Alman kanına ya - bancı kan karıştırmamağa son derece dikkat — etmektir. İnsan haklarından bahsedenlerin nes- Hi piçleştirecek iddialarına ku - lak asılamaz. Frengi ile müca - dele prensibini genişletirken der ki: “İnsanın — bir tek mukaddes | hakkı vardır, en temiz vazifele- rinden birini teşkil eden bu hak- | kı da beşeriyeti en asil şartlar i- | çinde yükseltmek ve en iyi kanı | pis bir kan karıştırmak suretile kuvvetten düşürmemektir. Milli | bir hükümetin ilk vazifelerin - | den biri, izdivacı ırkı bozmaya- cak yüksek bir müessese haline getirmektir.,, Bazı hayvan terbiyecileri me- lez köpek, at ve kediler yetişti - riyorlar. Fakat bunlar yetiştire- ceği hayvanın daha mükemmel olabilmesi için, tesalüpte en te- miz kanlı hayvanları seçiyorlar. Bunu insanlara da tatbik etmek ' lâzımsa, bari ayni usül takip | edilse, yine neyse.. Halbuki bir l akıl hastası evleniyor, çocuk ya pıyor, nesli çürütüyor ve kimse | onun hakkıdır diye ses çıkarını yor. Bu gibilerin haklarını ka - bul etmek şöyle dursun, kendile rini nesil yetiştiremiyecek bir ha le getirmek bile lâzımdır. Uzun bir zaman böyle bir usul tatbik edilmiş olsa, beşeriyet için ne bü yük saadet olurdu. (Arkası var) Parr sordu: —Bir plân düşündünüz mü? |— Evet, tayin edilen saattan bir kaç dakika evvel yazıhane - me çekileceğim. Bu yazıhane - hin koridora ve — Miss Drum - mond'un odasına açılan iki ka - pısı kilitlenecektir. Siz bu küçük odada bulunacaksınız. Odamın kapısmı sizin taraftan kapata - caksınız. Kapıya vurulduğu ve koridor tarafındaki kapının a - çıldığını işittiğiniz zaman Kızıl çenberin gönderdiği adamın gel diğini analyacaksınız. Korido . run kapısı kapanır. kapanmaz, siz de hemen koridora çıkacak- sınız, Parr plânı muvafık buldu, — İyi! dedi. Sonra pencereye doğru gitti, eğildi ve mendilini salladı. Yale gülümsiyerek: — Tedbirlerinizi — aldığınızı anlıyorum, dedi. Kaç kişi getir- diniz.? — Aşağıda seksen polis var. | Bina her taraftan — tarassut ve “MEİN KAMPF, | ve köşe başlarından, TA | BOGAZiÇİN ea CEİRA l ai Rumeli Feneri Hiçbir insan ciğerine rastlama- dan fersahlarca yol alan ve engin bir denizin dalgalarında yıkana yı- hana gelen hava, bir şehrin içinde vapur dumanlarile kirlenen havaya (her önüne çıkana sırnaşan dilenciler gibi) en hafif rüzgârlara — Bile yapışarak apartımanların yedinci katlarına ulaşan tozların öksürtücü havasına benzemez. Otomobillerin, arabaların, çalı süpürgelerinin yerden kaldırdıkla- rı ve balkonlarda silkilen halıların hortum hortum Fışkırttıkları tozlar ve pislikler içinde bazan, göze sise berin hiç bir şeyden haberi ol - mayarı alelâde birini — gönder - mesi ihtimali de vardır. Halbuki ben paranın Kızıl çenber şefinin eline kadar gitmesini istiyorum. Esaslı nokta buradadır. — Doğru! Fakat ben hâlâ bu adamın geleceğini zannetmiyo - rum. Yalnız sizin hususi yazıha- nenizi görebilir miyim? , Yazıhaneyi iyice gözden ge - çirdi. Bir penceresi vardı. Parr kösedeki büyük dolabı açtı, İçin de çengele asılmış — büyük bir Paltodan başka bir şey yoktu. Emniyet müfettişi dedi — Sizden biraz dışarıya çık - manızı rica edeceğim. — Bir yer hakkında fikir edinmek istedi - Zim zaman valnız kalmavı dai- ma tercih ederim. Teşekkür e - derim, kapıyı kapıyorum, Yale gülerek — dışarıya cıktı. Parr kanıyı kapadı, sonra kori- dor tarafındaki kapıyı açtı. O ta rafa da göz attıktan sonra dışa- rıya çıktı. — Geliniz, geliniz, dedi, gö -- muhasara altındadır. — O da iyi! Yalnız Kızıl çen- receğimi gördüm. Yale'in yazıhanesi sade, fakat CAR N Ka DİAN ğ DE DÜŞÜN Bo C İNFANA ASRETULYVARI vehmini veren so- kaklarımızda biz, şehirliler, ciğer- leri süprüntü tenekelerine dönen birtakım zavallı mahlâklarız. Bereket versin ki, bu hal her se- " ne ancak altı ay sürer. Zira kış, yağmurları ve karlarile, iyi yapıla: madıkları için, iyi bakılamayan şe- hirlerin sokaklarına, bu sokakla- rın sayısız berbatlıklarile göz açtır- mayan bir mevsimdir. Rüzgârlar ne kadar şiddetle eserlerse essinler, ulana ıslana,; ba- sıla basıla tuğlalaşan toprak, kış günlerinde en ufak bir zerresini bi le kımıldatamaz. Halılar ne kadar bunları balkona çıkarıp silkecek cesareti kendinde bulamaz. merdivet çök rahattı. O gün hava iyice soğuk olduğu halde, şöminede ateş yanmıyordu. Yale, arkadaşının bakışlarını takip ederek dedi ki: — Ocağı niçin yakmadığımı mı düşünüyorsunuz? Ben so - ğüktân korkmayan sıcak kanlı fânilerden biriyim de ondan... Jack vaziyetle çok alâkadar olmuştu. Polis hafiyesinin ma- sasında duran tabancayı aldı: — Aman dikkat, — tetiği pek hassastır. Cebinden içi — banknot dolu zarfı çıkardı, tabancanın yanma koydu, sonra saatına baktı: — Vakit geliyor, dedi, şimdi her birimiz vaz'felerimizi üzeri- mize alarak bütün dikkatimizle hareket edelim. Parr ve delikanlı küçük oda - ya çekildiler ve Yale'in yazıha - nesi ile olan ara kapısını kilitle- diler. Jack genç kızın yazı ma - kinesi önünde oturduğu iskem - leye oturdu. Gene Thalia aklıma gelmişti. Hakikaten bu kız, Kı- zıl cenbere mensup muydü? Bü suali kendi kendine. “belki'bin bir yokuşu çıktık!..,, İşte, karlı günlerde ve kara kiş- ların en dondurucu soğuklarında içimizde bir rahatlık, ciğerlerimiz- de bir hafiflik duyuşumuzun sırrı bundadır. ur. Dün, Şişhane yokuşunun başın- dan Kasımpaşaya ve Kasımpaşanın her taşında bü isyan sezdi- #im yampiri sokaklarından Haskö- ye kadar gittim... ve anladım ki, ilkbahar bu sene bize kışı ne kadar unutturmamak isterse istesin yaz, sokaklarımızdan hortum hortum tazlar fışkırtan ve ciğerlerimizi süprünlü tenekelerine döndürmek istiyen yaz, yine gelmiştir. O za- man bir. düşmandan haçar gibi kaçtım Hasköy sokaklarından.., Ve kendimi hemen iskelede duran bir motöre attım; — Arkadaş... çek! - dedim ğaza.. r * Bo * . Rıplara basarak küçük bir rıhtımı geçtik. Kayalar arasında oyulmuş ü D | Fotoğrafları Müfit çekmiştir. | defa sormuş, fakat Parr'dan da fikrini sormağa cesaret edeme - mişti. Bununla beraber emniyet müfettişinin de şüphelendiğini seziyordu. Kendi gözlerile ha - kikati görse bile gene inanacağı gelmiyordu. Bütün bunlara rağ- men, genç kıza karşı olan mey- Ki zayıflıyacak yerde kuvvetle - niyordu. Bu sırada gözleri kendisise bakan Parr'ın — gözlerine ilişti. Emniyet müfettişi: — Galiba Miss Drummond'u düşünüyorsunuz, dedi. — Evet, hakikaten Parr, siz bu kızım böyle fenalıklar yaptı- gına inanıyormusunuz? — Eğer, Froyant'dan çalınan altın heykel meselesinden bah- .-_;_edivvrıîın_xı. bu işi onun yaptı- ğgima eminim. Jack sesini çıkarmadı. Parr'ı genç Rızın masümiyetine bir türlü inandiramıyacağını bili * yordu. Zaten Thalia da itiraf et- memiş miydi? Yale kapının arkasından: . (Arkası var) DÜ.REN BiR GEZİNTİi 21 - 5-935 Motörcü yüzüme baktı: — Boğaza ama... Neresine? — Neresine olursa olsun... Beni köprülerden uzaklaştır da... Aradan ne kadar zaman geçmiş- ti. bilmiyorum. Yalnız Kız Kulesi- nin önünde bir martı bulutunun su- lara inişini ve sulardan kanat çır- çizme giymiş beyaz pantalonlu amazonları düşündüren ayaklarına bir müddet daldırdığımı hatırlıyo- rTuM. Kulaklarımı alıştırdığım motör türültüsü birdenbire kesilir gibi ol- du. Sonra bir iki 'çat çat!” daha =hıı.. Şöyle bir kendimi topla- Hiç ayak basmadığım bir iskele- ye yanaşmış bulunuyorduk. Boyasız, uzun kayıklarda yeni tutulmuş balıklar, zıplayarak, hop- layarak can çekişiyorlardı: — Hayrola arkadaş, neresi ba- Tası.. | Tabakamdan bir sigara aldığımı gören motörcü, kibrit çakarak ba- na yaklaşmıştı. Gülümsedi: — Boğaza dememiş miydiniz? Boğaza geldik i; — Burası - dedi - Rumeli Fene- 'dir. Sizi Kavağa tum ama, Rumeli Fenerini daha iyi bu- lacağınızı tahmin ettiğim için bura- ya getirdim. Yere serilmiş ırıplara Basarak küçük bir rıhtımdan geçtik. Kayalar arasında oyulmuş mer« divenli bir yokuştan çıktık. Havada bir katırtırnağı kokusu.. Ne sesi az bir köyl.. Tavukların, gırtlaklarında Bile bir saptıran ahengini boz- mamak istiyen bir tatlılık... bir mu- siki var. ) Sümbül ve Jâl n ümbül ve lâle soğanlarile la yayılan koskoca Karadenizi, t&*' miz bir kristal bardağa bir imbik" ten damla damla akmış su gibi dol- durup göze sunuyor. ğ A: bir fırtınalı günde bir ge“ mi wiçindı.üen tek dalgası bin ölüm heyecanı veren şu korkunç Karadenizin, Rumeli Feneri dibin: deki bu çardaktan, sayısız çati larla kabaran milyarlar ve milyar* larca dalgalarile beraber, ne mu- nis, ne cana yakın bir görünüşü bar:; Burası bir köy değil, bir hayal ülkesi.. bir peri diyarı. Genç bir muhtarı .lı-ı bu ıısbyı:'_- Ondan öğrendim ki, Istanbul, na dibindeki bu' hayal ülkesinii hiç te farkında değildir. Geçenlerde Danimarkadan 8€ len bir dostum ile konuşuyordum” — Biz... - demişti » bütün bir kf tenha bir deniz kıyısının, lerden denizi gören bir salkemli çardağın hasretini çekerek bekleriz. Ve en büyük endişemi?, ::d .f.ı'::dh ::ıı'ıi gören BU e la boş masa 4 maktır. ma zıt mıyız ne? hasreti var! TÜ HÜRDAĞRER NDN AKTMİN Pösi BEKAP Negarip! Biz onlarla taban teb7 İşte size bir çardak ki, inseff Nizameddin NAZİF — | f $