İĞNEYİ KENDİNE BATIRMADAN ÇUVALDIZI BAŞKASINA SOKMA! HOCANIN TEKERLEMELEE BENİMKİDE DÜŞÜNÜR İ Tekin - Tabu Bu bir ananedir ki, yıllardan ve yıllardanberi söküp gelir. Bizde çoğu resmi memurlar ken || dini halkın üstünde, d maz, (Mukaddes — Tek nır, Halbuki i d let memurluğ len ruhunu İr varlığın sa bir imtiyaz değil, Bu kanaat neden böyle ters dnğmuştur? Onun köklerini saltanat devrinin kötü alışkın -| lıklarında aramalıyız. O zaman hakkını arryan bir vatandaşa, vakit “Vay sen devlete hakaret e- diyorsun!,, Diyebilirdi. Şimdi rejimlerin en hall: da yaşarken bunun hâlâ böyle olduğunu söyliyemeyi: nelerden beri dairelerimize sin- || Daha dün görüşmüş gibi hep onu tanırız, Âltı asır evvel öl- müş bir adamdır derler; kim i- nanır değil mi?.. Her gün bera - berimizde dolaşır, beraber otu- Tur ve gün, yıl, asır geçtikçe kes Hoca, bir gün paraca sıkışır. Kümesteki hindiyi satmak is - ter. Alır hayvanı kucağına, pa - zara gider. Bir hindi ne eder. Buna dair de hiç bir fikri yok - tür ama, hoca kurnaz adamdır. kinleşen varışlarile muttasıl bi- | Aldanmak istemez. Şöyle etra -||mis, bir koku iciniçin memur- zimle alay eder. fına bakınır, birinin bir papağan || lara bu “tekin,, lik zanınını ver - Nasraddin hoca yamarı bir fi- | sattığını görür, yaklaşır. diğini de görmekteyiz. lezoftur, “TAN,, eli değdikçe bu büyük Türk filezofunun te - kerlemelerinden ün hâdise- lerine uygun larını bura- da renklendirecek, canlandıra - — Kaça verdin papağanı? — On altın... — Çok pahalı, istemem... Ve uzaklaşır, müşteri bekler.. Halbuki devlet memurlufu hususi çalışma yerlerinden çok daha nazik ve narin bir iştir. Devlet memuru işine bak - Birisi sorar: ü i ğ caktır , gaK maz, teseyyüp ve dikkatsizlik Solidüörin inaalkl şöyle — Hocam, hindi satılık mı?. || gösterirse hapis ederler. Bir hu- bir seçiye vurabilitiz: — Evet, s;:sî müessese memurunun ayni K B aR * — Kaça? Btası olsa olsa koğulmasına zi Söylediği gibi düşlinmiyen D Be:lirı.. K sebep olur. $ kön Düşündüğü gibi söylemi -| —— Amma yaptın, yahu! Beş Bir resmf daireden para ça - er ; liraya, hindi olur mu?. lanların suçu cinayet derecesin | — Yalnız düşünenler; — Neden olmasın, Bak şu pa|| dedir. — Düşünür gibi görünenler. Kim bu partilerin hangisine girer, onu sizin varışımıza bıra- kırız, — Benimki konuşmaz ama dü © ' şünür... der. l OKUYUĞU ŞİKÂYETLERİ | Bozuk para mesrlesi raz fazla bozuk para bulundura- ” "Arasıra başımızdan g rçiyor ve | Maz mı? bı_ı yüzden üzülüytr, vakit kaybe- Oo *TenrE da içicesiii, HOF Radyoluların şikâyeti Taksim meydanındaki binalar çin gazetenize yazıyoru 2. İşimize gücümüz: gidi > gelir - dan birinin üstüne elektrik lâm- baları yanıp sönen büyük bir ken tramvaya bir iyoruz. bozuk bulunmuyor. Bi « letciye bir lira verdiğimiz za- | reklâm tertibatı ycrleştırdıl»r man çok defa üstünü verecek | Bu işlediği zaman, o civardaki bozuk parası olmadığını söylü - | radyolar parazitten dayanılmaz yor, ya inmeğe davet ediyor, | bir hale geliyor. Elektrikçi bir yahut ta biletin arkasına bir | arkadaşın söylediğine göre pek şeyler karalıyarak paranm üs - | az masrafla yapılması kabil bil- tünü kumpanyadan almamızı | mem ne cihazı konulursa im istiyor. İnsek işetrüce geç kal-| bu reklâm tertibatı civarda! radyoları tâciz etmezmiş. Bu reklâmı işletenlerden, radyo A- mak ihtimali var. İnmesek kum- panyaya kadar işle leri ü matörlerini — sinirlendiren bu mahzurun önüne gemesini ri - p vakit kayb- etmek lâzım. Bizim gibi ekmek caya gazetenizin delâletini di - lerim. o parası peşinde koşanlar için bir RESİME BAKINI pağana on İira istiyorlar.. — E o papağan... Konuşur o.. Seninki de konuşur mu?. Husust bir müessesede, mües sese isterse böyle bir memura aldığını ödetmekle iktifa edebi- lir. Bir resmt memur, iş sahibine güçlük çıkarırsa, salâhiyeti dı- şında'bir muamele yaparsa hap- solunür, Hususi bir yerde çalışanlar böyle bir vakada yalnız azarlar makla kurtulabilirler . Devlet memurları bu küçük mülâhazalarıne kadar büyük dikkatle göz önünde tutarlar - sa, Cümhuriyet rejimini o ka- dar pekleştirmiş olurlar. Dairelerimizde dizin dizin a - yakta bekliyenler her gün gide gele, gide gele usanan, sorgusu- na bir türlü cevap alamıyan, iş sahiplerine yani hep içinden sürdüğümüz halka bu rejimini sevdirecek, bu rejim hakkında en müsbet fikri verebilecek res- mi memurlardır. belâ ki sormayınız. Buna bir çare bulunamaz mı? Tramvay kumpanyası, biletçilerinde bi - FAZLA SÖZE LÜZUM YOK: Marko Paşaya | M e k&k t u bi işini yapmamış bir memur, her || Tapu idaresinin bekleme oda- kadına yaklaştım : — Mütlaka sizinki de bir alım satım işi... | Şüpheli gözlerle beni süzdü; sonra isitemiyerek, çekinerek — Evet... Dedi. diniz mi? Biraz düşündü: — Yarılanır gibi oldu. Pazar günü için bitecek, diyorlar. mi? kat cevap vermedi. Belli ki, ağzından baklayı çı- karmak istemiyordu. Nihayet kendisine açtım? — Ben gazeteciyim!.. Rengi hafifçe bozuldu: — Aman ismimi gazeteye yaz mayın! Bellici, işime mâni olur. lar... Şikâyet filân ettiğim yok benim.. Orta katta, sarı bıyıklı, bir a- | dama sokuldum. Kendimi tanı- tınca; müthis surette ürktü; bir kabahat işliyormuş gibi: — “man, dec., b.ni sizin ya- nınızda görresinler!.. . Söyle biv zenara çekilelim.. Anlatacaklarım var, . © söyliyor, ben yazıyorum: — Adım Musa... Fatihte Ho- ca Üveys mahallesinde Hatip sokağında 32 numarada oturu - rum, Bir ferağ muamelem var. İki senedenberi, bugün git, yarın gel!.. Bıktım tsandım. Yüz yir- mi ede, 60 hisse, o da benim değil, bizim peslerin malı.. Elim de tahdidi hudüt haritası var, çap var, senet var. Öyle iken, hissenin ancak yarısını veriyor- lar. Senedim sahte ise, sahtedir deyin.. Öyle mi, değil mi? Ev- rakım tamam üç defa encümene gırdı Üçüncüsünde encümenlik işi olmadığı Şim- dı Tanı-mın gün!i, sabah akşam buradayım... Adını vermiyen, mahzun ba- kışlı bir Bayanla henüz konuş- mağa başlamıştın? ki, tanımadı- ğım bir adam, aramıza girdi. Ba yana, dik dik bakarak: — Anlatsanıza... Gördüğünüz kolaylıkları.. Dedi, Sonra bana döndü: — Tapu idaresi Momauk gibi TAPUDA iŞi OLANLA — Bari muamelesini bitirebil- | — Hiç güçlük çekmediniz — Yutkundu. Başını salladı, fa- Kuytu bir kösede buluştuk. — çalışır beyefendi), llyıkıle tahkikat ifa buyurursanız, siz de göreceksiniz! Canımn sıkıldı' — Peki ama, siz kim oluyor- sunuz? —" Eshabı mesalih,, denim... ©O sırada, bir başkaa adam yanı mıza geldi; eshabr 'mesalihden olduğunu söyliyene dik dik ba- karak: — Doğrusumu söylesene.. de- di, niçin eshabı mesalihdenim diyorsun! Efendim, bu adam burada iş takip eder... Derken aralarında, bir ağız | kavgası başladı : — Şimdi ben seninle konuş - tum mu? — Konuş, konuşma... Bir ga- zeteci ile “eshabı mesalih,, ara- sına giremezsin, Hakkın yok! — Hakkım var... — Havır ! — Evet.. İs büyümek istidadıtır gos!e- rince, ben aradan çekilelim, İki- si başbasa kaldılar. Dışarda bekliyenlerden yü - zü sargılı bir adam, gülümsiye- rek yanıma geldi: — Arzu buyurursanız, bende- nizi de yazınız! — Siz kimsiniz? — Adım Fazıl.. Toplcapıda, Fatma Sr'tan — mata'lesinde, » sokağında 24 müm--arla 0- turüurüum, #lim satım mı mele - H-rinin çoğu benim elimden ge çer. —" Mrrms . nır? — Havır, komisyoncuyam. A- ma. Allah şahit olsun hüsnü ni- yetle calısırım. Yüzümdelti sar- giya mi bakıyorsunuz? “Tram- vaydan düştüm de., Ama, yine sında, orta yaşlı, şişmanca bir. —— — Yazıcımız işi olanların arasında vazife uğuruna.. Yani diyece - ğim ifayi vazife halinde oldu. Aman, faaliyetimden bahset- meği unutmayın... — Peki.. Peki... Bu sırada fotoğrafçımız, kaş- la göz arasında, Bay Fazılın bir resmini almıştı, Tapu kalemlerinden birine rast gele girdim, memurlar, defterlerin üstüne eğilmiş, çalı- şiyorlardı. İşini takip için gelen birisi, üç masayı dolaştıktan sonra, be- nim önümde durduğum masaya geldi, kâğıdını uzattı. Ş Sağdan soldan sesler geliyor- u: — Şu kuyudu atikaya bakı - ver, kuzum kardeşim... — Canım, bu saatte de ben münakale yapamam ki.. Paydo- sa on dakika var... — Hacizden geçmiş mi, ha - cizden?., — Numarasını söyle.. tesel - sül ettirip bulalım. . Elinde kâğıtla dolaşan ada- Tnın işini öğrendiğim gibi size da tayım: Evkaf idaresinden, mahlül o- larak satılan bir ev var, adamca- ğız bunu, büsbütün kendi üze - rine çevirmek istiyor; bunun İ- çin ilkin, tefviz ilmühaberine, hissesini gösteren senedi bağlı- yarak, tahsil şubesine müracaat etmiş. Oradan, kendisine bir ruhsat tezkeresi vermişler, bu tezkereyi alarak tapuya müra - caat etmiş. Tapu dairesi hisse - sinin mikdarını anlamak için defterler üzerinde tetkikata gi- rişmiş. Kalem, kalem, masa, masa dolaşmış. Nihayet, kaydı- nt arayıp bulmuşlar, Haciz al - tında mi, değil mi diye haciz ka lemine göndermisler. Oradan, haczi yoktur cevabı gelmiş. Yi- ne bir çok def*erler karıştırarak yeniden kaydını bulmuşlar. Ve en sonunda, (F ““nm u! “>sinde- dir) diye derkenar yazarak, ait olduğu masava havale etmisler, onlar da zabıt vanmıslar, harcı- ur hesan etmisler. Makbuzu ve irsaliv>sile, vezneye gönder - misler, Şimdi irsaliyede zös.u-rı'levı1 parayı verin makbuzunu almak kalmıs. Ondan sonrası kolav... Takriri verecek ve tapu senedi - ni alın gidecek! Anlatması bile bu.kadar sü - ren bu muamelenin uzunluğu- na şaşmayınız. Taptıda öyle mu- ameleler olur ki, günlerce, ay - hfc'ıü yıllarca değil, nesillerce er. Ancak şu kadarını da söyli « Yeğ' cemede kalan işlerin bü tün mesuliyetini — memurlara yüklemek doğru değil. Tapu idaresi, biraz da, üç beş yüz yıl önce kurulan bozuk dü - zenliğin kurbanıdır. Kalemde bana, bir gedik def- teri yazısı ile yazılmış, dört yüz senlik çetrefil bir yazı.. Hiyeroğlif, bu- nun yanında, 36 punto sorbon harfleri gibi kalır. Gedik defterinden bir kaç sa - tir alıyorum: “Merkum Serkis, sahibi evve- leş, badelfirag, merkum, ba rı- zayı had beohdei otrakçı Stefo, veledi Nikola, sakini Cibali, ka - tiyen firaz ve kasrı yed gerd.,, Bu da bir başkası Attaranı der nezdi hanı Mah- mutpaşa. Dekâkini der muka- belei mezküre, Dekâkini sürha - nei köhne (bit pazarı) Düşünmeli ki, bu yazıları o- kuyarak, kaybolan bir hakkı or- taya çıkaracaklar. Ben gedik defterine bakarken eski memur lardan biri, içini çkti: — Bizden sonra gelecekler, siyakat yazılarının içinden zor çıkarlar!.. Biz bile çoğunu karine ile o- kuyoruz, Şimdilik, tapu idare - sinde, siyakat yazısımdan anlı - yan iki kişi kaldı: Birisi, Bay Müstain, öteki Bay Necmed - dn... Onlar da olmasa, defter- lerin yüzüne bak, dur.... Tapu işlerinden anlıyan bir zatın bana anlattığına göre, halkı, en fazla güçlüğe düşüren defterlerin sokak ve numara ü- zerine sıralanmış olmamasıdır. Bu yüzden, bir tek kaydı bul- mak için bazen kırk elli defter, karıştırmak icabediyor. Fatih zamanından kalma si - pahi senetlerini okuyarak bir vakıf işini meydana çıkarmak için aylar, yıllar geçtiği oluyor. Tapu idaresinde kaldığım bir saat içinde; edindiğim kanaat şudür: Halk eski kayıtları buldur - makta güçlük çekiyor. Fakat memurlar da az güçlük çekmi - yorlar. Kayıtların yeni baştan yapılması ve bütün eski defter - lerin ortadan kaldırılması şartı- le belki, kırk eli sene sonra, ta- püuyu asri bir devlet dairesi ha - line getirmek mümkün olacak- . — * 3, Salâhaddin GÜNGÖR SAAAA