1449 da, Bizansta, Bakımsızlıktan, İmparatorun Saray Dıvarlarından İncir Agaç'arı Fışkırıyor ! Bu bulutsuz. mavi göğün —al- tında gene sarı srmadan çilte kar- tallarla si erguvani — bayraklar dulgalanıyor.. Ve gene, tolgaların. €a (Boz at) kılları sal'anan nö- barçiler dolaşıyorlar surlarda... Ve Bölâ, Kız kulesi önünde tıramola ©clen Venedik gemileri, Galata kı- yılarından demir kaldırıp Marma- Ta enginlerine, engin denizlere açır Tan Ceneviz üç anbar ıları, impara- tor armalı galerlere trampete — çala- rak stelâm vermektoedirler. On beşinci asrın ortasındayız a- ma son kalesinin — içinde de olsa, yanı Öü, yarı — esir de bulunsa, Bi- zans gene vardır ve kos koca bir w andıran, Katolik Bixansa bir yııııiıı gelebileceğini tiler, gene sürü sürü şehri aşıp Bo- l»ıııılkllııyınıdııılıwrludın içinden periler fışkıracak fırçası vurmakta devam Koeılırını Aşıklarına ve âşıkları: Bi yarımki kocalarına öldürten Va- silasaların şebrini bilen ay... Bin sevgilili Vasilissa Zoe'nin ıü: rütler, yakutlar ve firoze'erle Ka'riye hülya- icim can veriniş Şlenları Tanıyanı icin can Büyük İretanm eğlence'e. baska gün onun dı ondan — evvel gelmiş ve geçmiş — birçokları gibi ağaı bağlı bir çuval içinde adalara ıoilııdıtıu gören aydır. VYacları çalınmış — hükümdarları garalı sergüzeştlere taşıyan galar- Tersa dümen — sularını o aydm!'atma. mış mıdir? Anemaş — zindanlarını boylamış olan bedbahtları, — ölecek. leri dakikaya kadar ıydmh"ı'ı aşk gecelerinin haaretile kıvrandı- ram bu ay değil midir ki Marmara kulede biricie yabancı göx olmuştur. vll. gözleri kâr odi genç premslerin dar ve yotun- bi Kndanlarma inen kflü mermer Merd'venleri ara sera aydınlatan, bi gön sonva keşiş olanların; imporal ea sadıka » gene doğ Edgar Wallaco Romandan Evvel Eğer M. Pallion'un yıdönümü £4 eylüle rastlamasaydı, ortada ne Kuzıl Çember esrarı olurdu, ne de Bir düzine kadar adamın — canına kayılırdı. Thalla Drummondu da #oğuk hanlı bir pol's memuru, hır- szlıkla ve hırsazlığa ortaklıkta it- tiham etmağe vesi.e bular ğ Md. Pa lion Tulazda rox,, Iokantatında üç muavini — ile keyfe dalmmaştı, Fakat sabahın ücü- fte doğru, Tulura eğlenmeğe değ1, Linghtıran dmdı: bir Ingilizi AT iHi © . Yazan: Nizamettin NAZIF Âyın, Hırisokeras İ!e Sarayburnu Arasında Gökten Bir Aşk Meş'alesi Gibi Şiirli, Hulyalı Işıklar Saçtığı Gecede... gene hıçüh'lp büyüyor: aşkındır. Yalnız sevişme — çağında Kâh kocaman bir gümüş tepsi- | olanların kıtlığı var ve çocuk, Up- ye benzeyerek; kâh ipince bir çen- | kı bir Afrika hayvanı gibi, — tıpkaı gele dönerek... g temiz giyinmiş bir vatandaş veya yeni yapılmış bir ev gibi parmakla Ve dünya durmuyor, dünya dö- | gösteriliyor sokaklarda. Zira son nüyordu. Ve dünya ile beraber dur | yirmi senedenberi Bizans kadınla- mayıp — dönen bu şehirde on asrı | rı az doğuruyorlar — ve sefalet do- dolduran insan milyonlarının acısı- | ğanlara göz açtırmıyor, — debolen- gı milyonlarca intanım — sevincine | melerine meydan vermeden bası- yaşamış olıı ay, sih- yör tırpanını rinden bir — zerre Artık genç âşıklar başlarına pa- mişti. Hirisokoras ılı Sarayburnu | patyalardan çelenkler takmayı u- arasından gökten bir aşk meşalesi | nutmuşlardır. Servi boylu, gergin gibi şiirli, hülyalı ışıklar saçlığı ge- | göğüslü güzel kızların -be'lerinde celerde gene kanlarını ,kaynata- | ak güllerden örülen o eski tazel'k | cak, coşturacak mavi gözlü, serı | kemerleri — yoktur. Ve ne hırıltılı saçlı delikan'ılar — bulabiliyordu, | sezlar çıkıyor gu, adına hâlâ, utan- ueu kuytu kerularda, sinirli er- | madan, Lir diyebildikleri kıymıklı, ek parmaklarının Mhğı Lir- | budaklı - odunlara gerilmiş teller- ler çıplak kollu, servi boylu kızla- | den... ra şarlılar söyletiyordu. Nerede o eski Lirler? Onlar bir Ama nerede idi o Vasilissa İre- irlerdi. Çü nin sokaklardan, altın serperek, geç- tiği gün'erin geceleri? Nerede idi © (Büyük Roma) nm — yarısı Bi- zans? Nerede idi o Moraya, Bulgarya- ya ve Lidyası, — Paflagonyası, Tâteası, Ponu ve Kikilyası ile bütün Anadoluya ve Toraslardan çok a. şağılara fermanlarını dinleten; hu- dullarımın bir yanı için Hazer kıs acak tım- bırtilar ancak altın le"enlqı Çılka- bilir.. Bu altın telleri altın suyuna İınhnlmu. içleri oyuk — zebercetlere gererlerdi; ve Bizansta Lir buna derlerdi. ,Oh hayır! Aşk en şiirli an'anele- rini elıp hyomuı!ıu' bu ufuklar. a.._ uzaklaşmıştır bu viraneler a- | | yılarını az gören (Şarldi Rema) | rasından. nen aşk ve coskunluk geceleri « | Ve nerede bu kuy:.uı, serçesiz ore Evet... 1449 dayız. Ve Şarki Ro- manlarda ve kilise'erin güvercin- 8'z kalmış avlularında Adem Ba- ba çıplaklığı ila dolaşan saz beniz. Hi açların sovzileri? Şimdi dünya 1449 — senesindedir ve Teodos surlarmın çerçevelediği Bizans tepelerinde, Bizana vadile- rinde koru'ar çoklaşmış, — ağaçlar sıklaşmıslardır. O debdebeli saray- Tar, o birbirlerinden güzeal olan ev- ler yok olmuzlardır. Yülzsek hatıra sütunlarımın tepelerinde eski kah- ramanların hey'telleri göze çarp manin o zengyin, o debdebeli, o baş tan bata sanat eli'e işlenmiş payi- tahtı olan Bizans artık bir virano- | ir. Bir zamanlar Bulgar harplerin- den zaferle dönen Kayzerlerin, | büyük general'erin gümüş kakma- h Vareng kalkanları üstünde ve mmm bövle safneta — firtimada, se'cak e bir verde rande- dürünüyordu. — Coesaret yavrum, dedi. Blahküm da: — Canın cehenneme! Diye mul:a belede bulundu. Cellât düğmeye bastı, Bi h —" Fahat.. Çalıılan çiviya kradar?! Üç defa b'cağı kaldırıp düğme: ve bastılar. Uç defarında da çövi Flüm” daha öteve gecirtmedi. O va Bit gateyana gelan ha'k, asher kor donünuü yardı ve mahtüman he men köeresine gö mesini — iste- di. Haril canını * kor'ardı. Sehiz sena sonra da yerine ratıl Povan cİvi da'ra Fr eet kimsele- rin lıavınııı mal olacaktı. Çenbere girenler İşini gücil.ü bitirmiş .nsanla- ervordu. Böyle bir #lArAy inim İalmdia çe kıntı vardı. Otomobil hzreket | vekli | her yerinde onlar bitmiş! kimi kambur, hopsinin açlıktan ve sefaletten göz- leri çukurlarına batmış — yalnayakı- lar geçiyordu.. Ve bir zamanlar — bir mabedin, bir sarayın mermer — zemini gibi | muntazam ve bakımlı alün bu cad. denin enli taşları yerlerinden fırla- urak — yerlerindelki ak di. gölgeliklerde ve Mezenin Dir samanlar, güllü ve sünbüllü bahçelirde dolaşan valm kılıç Va: renglerin çelik zrklarında güneş yeni binsaynadan aktettir Imiş rdı ve bu işık büyük sa- mermer sütunlu dehlizle rindeki gölgeleri silerdi. Ve, daha yüz yıl evveline gelin ceye kadar li, altın üzengi nin bir seyyar hazine gibi larında dolaştırabilmenin gururu: nu tadabiliyordu. Vilaherğe'deki Meryem Ana — azmasında, (An- Eronikos Pal 08) un mukaddes banyosunu aldığı temmuz günlerin de Fenerden Cibal'ye ve Vilahar- ne'den Ka'riye sine Aya Va: sil ayazmasına uzanan krlabalık, olerinin — babalardan, de- kalma eski hazineleri he- üketmaniş olduk'arını gözte aray süvarileri- sokak- Milâdın 1334 üncü yılında Me- ze'ye ve Bizansın on üç parçasın da'ri temiz sokaklara mesut evlerin yaldızlı sakkaflarından taşan neşe ve asilzade konalrlarınımn büyük a- benkleri, gösterişleri ve zevkleri bilamemiş olsalardı bu 1449 Bi. zansın isirgan'ı bozuk sokakların- da delaşan şu sefil, kavruk, aç dilenci vatandaşlarla insan nesil. leri araamda — bir akrabalık ara- mak bile kimsenin aklına gelmez- di. Kurulduğu ıündınhui bin bir felâket geçirmiş olan bu — şehir, ber yıkılışında yapılmış e — vatandaş her domlkıbîlmîıti belini. ka isyanmnın ve Lâtinlerin ve soygüncü — istilâlarının büyük izlerini tilememişlerdi ve Taunla- rım vahşetini anutturan bu izler silinemezdi Ama, elli sene ev- vel bu şehirde yaşamış olan en ka- ra görüşlü, en yoksul vatandaş bi- le, en büyük Bizans isimlerini ta- şıyan arılzadelerden bir. çoğunun buyün Teodos surları içinde geçir. dikleri havat kadar — korkunç ve bir sefaleti tahayyül e- Evet... duıcryı bulmuştu. Yıkılan yüz e- Sefalet ölçü tanımaz bir yıpıhmqııdu VNMN sükaytaR aF Yar dı hi sırf damları çöktüğü için tor: kedilmişlerdi. Bunların - üstlerini şöyle bir örtmek bila kimsenin ha- tırma gö'viyordu. Hangi babayiği- tn gücü yetebilirdi böyle bir feda- kirlığa? Ye gehir böyle üğyle yıkılarak, vin yerine yenisi ta görmamiş ormana dön müstü. İzon şehzadelerine, Altın Ordu sefirlerine, — Venedikli zen. ginlere ve Fransız — promserlerine ver'len bahçe 2iyafetlerinde kar- nn tıka basa doldurmuş ak ağa- larm tenbe'liğile, yesil ve bol yap- raklı dallarını kımıldatmadan göl ge serpen o bakımlı ağaçlar az. mışlardı. Boş arralarda ısırganlar adam boyunu aşmırlardı. Evet, afaçlar — azmışları ği tat aanki bırakmamak n el düverleri incir ataçları fıskar Nizametlin NAZİF (Arkası var) rle bir harek ? 2avet sordu: esnTVoren hen de ena mukabil eğimi söylerim, en ne istiyeceğinizi za- ten biliyorum. Bu soför sanki bir maske ar- kasımdan konuşsuyormuş gibiy- di. Otomobilde'si adam, gözleri esarn sarmış Şoför dedi e“iL, Sahte ç iz Adolamtarı Kilen bir düöemenmız var. Sizi hahar vermascindan barlaşvaramnuz Ve Bün evvel bir ecza deposundan ü çolak ve hemen | rin sularına ba Hayatını anlatacağımız a- dam Çin limanlarından birinde yaşamıştı. . Bir tek Çin limanınma nazaran dünya çok büyüktür. Tekmil Çi- ne nisbet edersek dünya biraz küçülür.. Portakal biçiminde ol- duğu iddia edilen küremize, son suz kâinatın içinden bakacak o- kursak, onu ,alaca karanlık bir odaya giren güneş ışığındaki | yaldızlı toz zerrelerinden çok, amma çok daha küçücük görü- rüz, İşte bundan dolayıdır ki, Çin limanlarından birinde yaşıyan VA-Nİ-FE'nin hayat sergüzeş - tine benzer sergüzeştlere; yal- dızlı toz : — <elerinden çok, am- ma ç dasa küçücük olan dün- yanm aer tarafında; şimdilik tesadüf etmek mümkündür. VA-Nİ-FE'nin babası, küçük- lü büyüklü, mavi, sarı, kırmızı nekadar Çin nchri varsa hepsi - nin üstünde, hasır yelkenli, altı düz kayığıyla şimalden cenuba, garptan şarka afyon ve pirinç taşırdı. VA-Nİ-FE, babasının hasır yelkenli kayığında doğ - muş; on yaşına kadar, gündüz - leri mavi, sarı, ' — mızı nehirle - $; — geceleri pirinç denkleri ve afyon sandık- Tarı arasında uyumuştu. VA-Nİ-FE'nin babası ıîycn sandıklarını, cenubun manlarında oturan mavi güzlü. sarı saçlı, kocaman beyaz şap - kalı, beyaz elbiseli İngiliz tüccar larının emrile kayığına yükler ve şimal şehirlerindeki Çinli ko- misyonculara teslim ederdi. Yu- varlak gözlükleri içinde, kuyruk lu siyah bir böcek gibi çekik göz- leri kımıldayan Çinli komisyon- cular, VA-Nİ-FE'nin babasının kayığına pirinç denkleri yükle - tirler ve cenup limanlarındaki İngiliz tüccarlarına gönderirler- di. İ Günlerden bir gündü. VA-Nİ- FE on yaşına basmıştı. Hasır yelkenli kayığa şimal şehirlerin- den bir Fransız misyoneri bindi. Bu çok uzun boylu, çok uzün sivah sakallı ve elleri kıllı iki ö- rümceğe benziven bir adamdı. Beynelmilel Misyoner Teşki- lâtının tperkezine gidiyordu. Hasır yelkenli kayık: gök yü zünde yıldızlar çinfenerleri gibi yanmağa başladığı bir saatte; kendini suların akıntısma bıra - ancak doktorların — reçetesi ile verilen kuvvetli bir zehirden çok mikdarda almağa muvaffak z. Eğer her hangi bir mu zi bugünkü vaziyetiniz- cumartesi intihar ede Arabanın irinde oturan adam inledi Soför dedi bi * — Simdi sövleviniz benim i- cin salremak ister misini»? n in vörndiünden bir fir- berme gecti. Biraz tereddi Hm san— . — Pebi ben ne yanacaöğım? Diye sordn. iyade pazar gü | kıllı bir ceğe benziyen elini VA-Nİ- FE'nin bir Hindistan cevizini an ltran başı üstüne koydu, konuş- mağa başladılar: — Gök yüzünde gördüğün şu yıldızları kim yarattı VA-Nİ- FE? — Bilmem. Öğren ki, VA-Nİ-FE gök yüzünde gördüğün şu yıldızları Allah yarattı. şrendim.. — Öğrendinse, cevap ver VA- Nİ-FE! Taşı, toprağı kim ya- rattı? — Bilmem!. — Öğren ki, VA-Nİ-FE taşı, toprağı Allah yaratti. — Öğrendim.. — Öğrendinse tekrar et VA- Ni-FE? — Öğrendim, taşı, toprağı, gökteki yıldızları Allah yarattı. Ya Allahı kim yarattı? Misyoner cevap vermedi. Mis yöner tekrar sual sordu: — Şimdi ben senin sağ yana - ğmna bir tokat atarsam sen ne yaparsın VA-Nİ-FE? — Ben de sana atarrm. — Öğren İci, böyle yapmaman lâzım gelir. Öğren ki, ben senin sağ yanağına bir tokat atarsam, sen bana sol yanağını çevirir - sin. — Öğrendim.. — Ben sana fenalık yaparsam sen bana ne yaparsın? — Ben de sana fenalık yapa- Tim, — Hayır, yapamazsın VA- Nİ-FE, Ben sana fenalık yapar- sam sen bana iyilik edersin.. VA-Nİ-FE şöyle bir düşündü, sonra sordu: — Ya, ben sana fenalık ya » parsam — sen bana ne yaparsın? — Sen, bana ne fenalık yapa- bilirsin ki, VA-Nİ-FE? VA-Nİ-FE yine düşündü. Bir denbire yerinden fırladı. Misyo- nerin yanı başında duran sarı ba vulun üstüne atılarak onu ne - hire yuvarlayıverdi. Bavul Çince ye çevrilimiş kütübü mukaddese ile doluydu. Misyoner VA-Nİ- FE'nin suratına dehsetli bir to « kat aşketti. VA-Nİ-FE gülü - yordu. Acaip kuşların çıkardık- Tarı seslere benziven Tisanile: Orhan Selim siz kaldı. Sonra adam birdeubi- ve sordü : — Kızıl çenber nedir? vet siz ve daha sizin ta- ğtnız bir yüz kişi keadar. v Ben hepsini tanıyo- rum, Şimdi söyleviniz . teklifi - me müvalfakat ediyor musu- uz? — Evet. Direksiyandı oturan adam ya rım sağa döndü ve muhatabına kalın bir zarf uzattı. Kızıl cen- berin yeni müridi de n—ınlnn te bine indirdi. — Pav Otomobild ünü gör Fakat solför sert bir j — Sirnranımı vatmıavınız de- H eyin n bi Hİ kani tante van adam malhvolmur #amek - tir. (Arkası var)