“Sara — Yani?.. Bunlar bir sürpriz olsun, isterimi, Beklenilmedik sevinçler, en kuvvetli- lerdir, Muhakkak!.. Bu adama ısındım bile. Gözlerindeki azameti kadar da e bir sevimliliği var!.. 'Tam bir erkek ti- — Bu hâdiseler size kimbilir ne tu- haf görünüyor, prenses?, — Buna ne şüphe?.. — Dünyanın daima sürprizler hazır- lamaktan zevk aldığımı unutmayınız!. Doğru, bununla beraber daima ka - ranlık kalmış bir muammayı çözmeğe çalışıyormuş gibi gözlerine baktım, Öyle zeki ki, hemen sezdi. — Bir şey söylemek istiyorsunuz ?.. dedi, — Hayır... Hayır!, — Çekinmeyiniz!.. Artık tereddüd etmedim: — Prens!.. Tanımadığınız bir kıza Hasıl oluyor da bu kadar büyük bir saadet veriyorsunuz?.. Ansızın gözlerini tuhaf bir dalgınlık :ıırdı. Sanki bir rüyaya daldı ve uyan- . — Şimdi de siz çekinmeyiniz!.. — Azizimi. dedi, kımıldanmaksızın... 7 saadet ne güzelliktedir, ne para Bir çocuğun bile bildiği bu basit sözü saadet, #idealsin ruhla buluşmasıdır!.. İdealim sizdiniz!.. İdeal!.. Hiç unutmam... Bir kaç yıl önce *Utarid» mecmüasında Raif Necdetin miydi, başkasının mıydi, ideal adını ta- şıyan uzun bir yazı okumuştum, O muharrir de eİdeal!.. İdenl» diye hay- kıriyor, idealine kâvüşacağı gün san - detle ilk defa tanışabileceğini — is; İ çalışıyordu. İdeal!. | Bu vaziyetime şimdi biraz mana ve- rebiliyorum. İdeal kadın olmak, güzel kadın olmak değildir. Her insan mut- laka tatbı sevmez al. Ben baklavaya bayılırım, öbürü turşuya can vorir. “ Zevk bahsinde de bazısının esmerden, Bazısınm beyazdan hoşlanması — gibi!.. Şu satırları yazarken sınıf arkadaşım Neclâyı hatırladım. «Dünyada, derdi, sevemiyeceğim bir erkek varsa güzel olanıdır». Sebebini sorardım: * — Zevk meselesi, cevabını verirdi. Bir erkekten hoşlanabılmekliğı'm için onun yüzünde mutlaka Çirkin bir şey, Bayri tabil bir iz bulmalıyım!.» — —— v ıb değil!.. Her ruhun başka bir hu- sSusiyeti var, Yeryüzünde bazı insanlar, Afrikanın kuzguni kızını sevebildik - ten sonra gönül, ne diye bir çirkin sev- mesin!. F Ben, artık iğrenilecek bir çirkin de j _Pzilim yal. Arkadaşlarım, her vakit, | Şirin olduğumu söyler, dururlar. Şu | Halde, etrafında koşan binlerce kadına | aldırmıyan prensin beni sevmesini de şayn tabit bir hâdise gibi görmemeli. deali.. İdeal) benim tipimmiş demek!. Ne diye afallıyorsun, talihine sevinsen e, budala kız!.. V'Hevkesin söylediği hilâfına — servet bı_r aadetse ben, saadetlerin hem de en büyüğüne ulaştım. Kaç milyar sahibi cld_ Bunun prensin kendisi de farkında Ü Geğil. Her istediğini yapabilmek eşsiz bir ıcyk ise ben, zevklerin akla gelemive- sek olanile tanıştım. Prensin hesabsız | serveti, her isteğimi bir an içinde ye- | Tine getirmeğe kâfi, Prens idealine kavuştuysa ben, ide- allerin idealine kavuştum. Daha dün Paris sokaklarında beş frank eksilme- sin diye bir otomobile binmeği bile dü- şünürken bugün çantamdaki küçücük bir kâğıd parçası bana beş otomobil sa- © tun aldırtabilir. Yarın, Hindin en büyük i saraylarının bir sultanı, koskoca bir kavmin taplığı bir melike olacağım. Belki de tarihin sultan Sabihaları, Kle- opatraları, — devirlerinin canlanmış | bir sayfasını, tahtımın altın gölgelerin- de bulacaklar. Bunları düşünürken titredim. Kolu- İi yların sultanı olacağım!,, tekrarlamağa ne lüzum!. Bence asıl|* SON POSTA aâ:x Yazan: Vedad Ürfl Kapı açıldı, bir hizmetçi göründü. ma bir el değdi. Rüyadan kalkar gibi |bilmiyorum, kapı açıldı ve bir hizmet- silkindim. Prens, dalgın, beni seyredi- İçi göründü. yormuş. Gülümsedi: — Prenses!., Elbiseleriniz geldi. — Daldınız?.. t — Ne elbisesi?.. Utandım. Salondan uşaklar da çekil- | — Ismarladığınız son modeller ola- mişlerdi. cak. Ansızın bir gürültü. Yanımızdan bir yıldırım gürlemesi ile bir ekspres gel- di, geçti. Tıpkı bir hayat gibil.. Bu gü- € prensin sesi karıştı: — Fir'avunun kızı!. — Bir yanlışlık olacak!.. Ben hiç bir şey ısmarlamadım!, — Lâtife ediyorsunuz, eminim. Pren- sesim için geliyorlar!.. Prensin bir sekreteri tam zamanında imdada yetişti: — Prenses cenapları, modellerin ge- tirilmesine müsaade buyururlar mı? (Arkası var) Bir doktorun günlük notlarından Mevsim ishalleri Sıcakların birdenbire gelmesi dolayısile her zaman görülmesi mütad olan barsak nezleleri bugünlerde gene başlamıştır. Karın ağrısı, günde birkaç defa ishal şek- Nnde deti tabli, bulantı, kay, baş ağrı- &1 ve baş dönmesi gibi ârâz ile başlar. Böyle vak'alarda «&bdesti ve ishali kes- mek için asla afyon rubu ve ona mü- masil Nâclar kullanılmamalıdır. Todavi sıkı ve kat'i bir perhizdir. Çay, ıhlamur, pirlaç suyü, biraz da nişasla peltesi. Barsaklarda fermantasyon ya- pabileceği için gerek büyüklerin ve ge- rekse küçük çocukların ishallerinde asla süt, yoğurd, sütlü mahallebi varmeme- Hidir. Bazan hafif müahiller kullanılır. Papatya ile lâvman dahi çok iyi gelir, İshal ve sancı geçtikten sonra pirinç 1â- pası ile çorbalar ile perhizi açmalı ve er- tesi gün de tamamen perhiz kaldırilma- lidır. Barsaklığrı bozulmağa mülemayil olanların bu mevsimde çok soğuk su iç- memesi, çok dotdurma, çiy meyvalar yememesi Jâzımdır. Nis!,. Fransanın cenneti!., Sevgiler yurdu. Sevdalılar mâbedi. Yer yüzünün en temiz güneş serpin- | tileri, gene dört yanı ökşuyor. Bu gü- neş, kumsalların incileri kadar iç açıcı. Nisi taze bir geline benzetlim. Ne Parisin baş döndürücülüğünden bir eser, ne de büyük şehirlerin kocakarı buruşuklarından bir iz var. Trenin istasyona girmesile mükellef bir otomobilin bizi kucaklaması bir ol- du, Pırıl pırıl yanan caddelerden bir sü- lün gibi süzülerek Akdenizin kıyıları- nın en muhteşem bir binasına girdik. Hotel des Palmiers.. bir şiir köşesi... Koca bir daire emi tahsis olun - muş. Tegrifat. Merasim, Dalkavuklu- ğun binbir çeşidi. Alışkın olmamaklığımdan mıdır, ne- dir, kendimi bu etiket ortasında o ka- dar basit görüyorum ki!.. Bir bebek gi- bi büzülmek istiyorum!. Dairemiz, saraylardan farksız. Dört yan sedef, Yerler sanki ayna, Prens beni bizzat oduma kadar ge- tirdi: — Daireniz!.. Dedi, kapıyı kapadı, gitti. Kendimi yatağın üstüne güç attım. Şapkamı çı- karır çıkarmaz saçlarımın, fikrim kadar dağınık olduğunu farkettim. Farkma varmadan öyle yorulmuşum ki. Aradan bir saat geçti mi, geçmedi mi, DİKKAT! Paris COT Y fabrikalarında imal ve ihzar edilmiş bir fransız mustahzarıdır. I“E;.d.:":h_.ri:!mkılemindı başlayıp 'acı altında biten memuriyet haya! Devlet kapısında elli yıl Yazan: Eski Dahiliye Nazırı veeski meb'us Ebubekir Hâzım Bende resim yapmak arzusunu uyân-d;nn Taifteki tabiatin fevkalâdeliği idi. İşsiz günlerimin bir çoğunu resim yapmakla geçiriyordum Bu bulutlar, hemen ber yerde az çok |(Hugosnun Ekstaz adındaki manzume- görüldüğü gibi, sade batı ufkuna de - 'sini okudum. ğil, semanın hemen her tarafına toptop| Sürsok ısrar etti: Gene «Viktor Hu dağılır, ve gökyüzü, tıpkı, bir yaldızlı | gornun Kestiyon Sosyal'ini ve «Vol « renkler sergisi halini alır, tersin Hazreti İsa aleyhindeki meşhur Zaten bende, resim yapmak arzusu- | uzun manzumesini söyledim. Sürsok: nu uyandıran da, tabiatin, bu fevkalâ-| —— Siz, dedi, şiir yazmıyor musunuz? de tahrikkâr cilveleriydi. İşsiz günleri-| — Vaküle, yani 19-20 yaşlarımdaye min birer kısmını da, bu yeni arzumun |ken biraz yazmıştım. Fakat sonra, ta« tatminine ayırdım. Bu arada, Fransız-|mamen terkettim. cam da ilerliyordu. Yazdıklarım, bir| — Yazdıklarınız Fransızca mıydı? gün sonra da okuyabileceğim derecede| — Ne münascbet? Türkce yazmıştım, düzeliyor, imlâ, gramer hatalarım, her|Fransızcada, şiir değil, gramer kaide- gün biraz daha azalıyordu. lerine uygun tek satır nesir bile yaza - Ne yazık ki, bu tarihten pek az sonra |mam! meş'um İtalya harbi patladı.. ve benim | Bu cevab, Sürsok'u şaşırtmıştı: memuriyetim Beruta naklolundu. — Eğer, dedi, siz isterseniz, nâzim Berutta, bütün hususf meşgalelerim d:ı nı.-si_r de yazabilirsiniz. Böyle, en gibi, Fransızca ekzersizlerim de, ister|Yüksek üslüpla yazılmış Fransızca şiira istemez metrük kaldı. ler:: ıınıt:zm'ı'ık' senelerğ: hıfı;;şiı ktut- ğ mak, istenilen zamanda su gibi oku « wî::“;::“mî;_“fd”:_ :':â::ı' Pek İmmak, alkışa değer bir mârifettir. Bune ları arasında bile Türkce bilmiyenler, ;f;;:î:rîum i:?m' utîîf * )mıl: yrl' sade Arabca, veya Fransızca — konu- hıxı'ş d:""ıı ; y Yt l.'v. şanlar vardı. (*) atalarının düzelmesi işden b_he değile N dir. Bu hatalar, zamanla, ve sür'atle a- Ben Berutta, hmstğıynnlınn xlemrı zalır. Eğer siz: ; gelenlerinden Mişel İbrahim Sürsokla| — Yanlış yaparım! diye Pransızca çabucak doşl oldum. Arıbcadın_ ziyade yazmaktan ürkerseniz, sevdiğinizi söye Fransızca bilen, ve Fransızca şiir yaz- lediğiniz bu lisanı kat'iyen kavrıya « maktan başka belli başlı hiç bir işi ol- / mazsınız. Çok rica ederim: Bir kerecik mıyan «Mişel İbrahim Sumkîun iki tecrübe ediniz... Göreceksiniz ki, çok manzum piyesi Pariste, komedi Fran- müvaffak olacaksınız! sezde oynanmıştı. v Bu teşvik edici sözler, bende çok bü- Mişel, bir cuma günü, beni Lübnan yük bir tesir yapmıştı. O geceyi, Mem- dağlarının en yüksek mevkiindeki ka-| ha köşkünde geçirdik, Ertesi sabah, sabada bulunan köşküne davet — etti | Güneş, altın ışıklarile, köşkün kiremit- Kendisinin «Kaynaklar köşkü» adını|lerini parlatırken, ben bahçede, kame« verdiği bu güzel bina, uzun, derin, ve İriyenin önünde oturuyordum, Önünde Pek derin bir derenin pitoresk | gturduğum kameriyenin içinde; küçük kayaları üstündeydi. Ve dağlara, dere-|ye fıskiyeli bir havuz vardı. Muhtelif lere, hattâ, saatlerce imtidad eden dağ-yenkli, muhtelif şekilli çiçekler, lâtif ların nihayetinde görünen denize hâ-İkokulardan müteşekkil bir ıtır halitası kim bulunuyordu. neşrediyor, ve serçeler, cıvıl cıvil öte- Bu mevkilerde, bilhassa yaz mevsim- İrek birbirlerini kovalıyorlardı. Fiskıye- lerinde çok kesif sisler görülür. Bir a-|den havuza, havuzdan minimini mer- ralık, içinde bulunduğumuz köşk, kalın |mer bir yalağa, oradan da başka bir bir sis içine gömüldü. Üzerimizdeki ha-|havuza akan sular, erimiş elmas gibi va açıldı. Ve zemini koyu bir sis için- pırıldayordu. de kalan köşkün balkonunda biz ken-| Köşkten aşağılara doğru süzüle sü- dimizi, bulutların üstüne çıkmış sabit züle uçarak turlar yapan çaylakların bir balonun içinde sandık. sırtları, gü ışıklarile yaldızlan:yor- Fakat, Lamartinin «Şarkta seyahatı BERaa " du. Beyaz, ve küçük bir kelebek, bir isimli kitabında çok şatrane bir lisanla gece evvel şiirlerini zevkle okuduğum tasvir edilmiş olduğu için «Lamartin büyük ve ince duygulu şair Lamarti - deresi» adile anılan dereyi teşkil eden nin orada, necib ve mütevazi ruhu gibi dağları, uzaktan seçiyorduk. Bu nefis |çiçekten çiçeğe konuyor, etrafımda do- dekor içinde, «Lamartinsin bahsi de laşıyordu, geçince, söz bittabi şiire intikal etti.| Sürsok, babçeye indiğimi duymuş Sürsok, bu çok ince hisli Fransız şairi- |olacak ki, odasının penceresini açtı, ses- nin şaheserlerinden bir kaç manzume İlendi: ğ adı saydı, ve sordu: — Buranın akşamını, gecestini beğen- — Bu şiirleri okudunuz mu? miştiniz. Sabahlarımız daha lâtif, da- Muhatahbımın saydığı manzümeler |ha şairane değil mi? arasında, Kelebek başlıklı kısa, ve «Me-| — Hakikaten nefis!, yüsiyete serlevhalı uzun iki şiir de var-| — Eğer, dedi, aldığınız ilhamları, dı. Ve ben, bu şiirleri, o tarihten on|Fransızca bir ştirle ifade etmezseniz, beş sene evvel, Dedeağaçta ezberlemiş- buraların akşamlarını, gecelerini, ve tim. Kendisinden, bunları okumasını |sabahlarını beğendiğinize inanmıyaca- rica ettim: ğeml — Benim, dedi, hafızam çok zayıftır. © e Değil Lamartinin yazdıklarını, kendi| Bir kaç saat sonra, onunla birlikte, yazdıklarımı bile hafızamda tutamam, olomobıll; Beruta kîönd“k'dahî;:â::; a J İi i â i ben | -Baliba- Naseriye ZzASI de ok“yg'ıhı:;de. HM E ea çiftliğine, oradan da Şama gideceğini sok 1 öyledi. Ve ayrılırken: — Çok memnun olurum! SÜY AD S K Bu faleb üzerine okudum. Bu şiirleri,| — İnşallah... dedi, dundşun;giıî lî:a:_ hiç yanlışsız okuyuşum, Sürsok'un na- | *!Zca şiirlerinizi okumak zevkini tağı dikkatini celbetmişti: rım! ğ uîı— Bı:k,:; dedi... Bş.;kı şairlerden Ben, bu ayrılıştan iki gün sonra, de- iğini vir ve teftiş suretile «<Sayda», «Sure, dc'ıeıb" BERARER., Bş TE SNY «Akkâ» ve «Hayfasya :Zdiyorğpm. mı.— Var! Beruttan çıkışımdan sonra, üzerinde bulunduğum şase, bazan deniz kıyısı- na inerek, bazan zeytin ağaçlarının ko- yu gölgelerine girerek, kır çiçeklerinin mozayik bir ipek halı gibi süslediği a- raziden — geçiyordu. Mütemadiyen de- ğişen bu nefis manzaralara bakarak, kendi kendime: bi — Mademki, dedim Sürsok, bende bir şair istidadı gördü, onun yüzünü kara çıkarmamıya çalışayım! Eğer mu- vaffak olursam, yazdıklarımı kendisi- ne okurum, Beceremezsem, yırtar, ata- rim. Bu cevabı verdikten sonra, muhata- bımın ricası üzerine Alfred dö Musenin «Şilr nedir?» !simli şiirini, ve «Viktor (*) Çocukluk senelerimden bir — kaçını, Antalyada geçirdiğimi yazmıştım. Bu itibar- la, Arabcayı, oldukca iyi konuşurdum. Fa- kat, ne Musulda, ne de Bağdadda, bu lisan- dan İstifade etmek İhtiyacını — duymadım. Çünkü - İstanbula, Beruttan çok uzak bu- landukları halde- buralarda Türkce bilmi- yen eşraf, veya aza yoktu. Maamafih, Be - rutta hasıl olan Arabea veya Fransızca ko- nuşmak — mecburiyeti, bizim — hatalarınuzın neticesidir. Bu (hatalarımızın büyüklüğünü, Beruttan bahsederken anlatacağım! (Arkası var) ” |