Güzel Fransız yıldızı Vivian Romasın hayatı Bu kara gözlü genç kız on dört yaşında sahneye atılmış ve bugün Fransanın Tino Rossi ile bir - — m likte çevirmiş olduğu © (Yakan buseler) fil « minde emsalsiz bir muvaffakiyet — ka « zanmış olan güzel Fransız sinema yıl « dizi Viviane Roman- ce hayatını — göylece anlatıyoc: «— San'at hayatı » na oön dört yaşında iken atıldım. Müzik höle intisab ettim. G vakit Moulin Rou « geda meşhur san'at- kâr Mistinguetin bli Tevüsü gösteriliyor « du. Danş numarala rı yapıyordum. Bh taraftan da — dans dersleri — alıyordum, Çok sıkı bir disiplin altında — idim, Biz müddet sonra Pa » Tiste en mühim eğ - lence yerlerinden bi ti olan Tabarinde Meşhur «French Can- cân» numaraları için angaje edildim... Bir hayli muvaffakiyet kazandım. Az sonra tiyatrolarda küçük roller yapma - ğa başladım. Rollerim hâssatan operet - lerde, kendini gösteriyordu. Danstan sonra şan dersleri büşladım. Becerdim, Ripin birçok revülerinde roller aldım ve beğenildim... tlmağa O sırada sinema hayatıha atılmak için | - büyük bir heves taşıyordum, Baş vur - madık yer bırakmadım. Nihayet mura- dıma nail oldum. Sinemaya figüranlık ile almdım. Her halde muvaffak olmuş ol- malıyım ki bir müddet sonra Charles Böyerin çevirmekte olduğu Litlom fil- minde bana rol verildi. Sevincimi anla - tamam. Sinema hayatına işte bu film ile ayak Bastım. Ondan sonra angajmanlar yekdiğerini kovaladılar... İçlerinde (Yakan buseler) olduğu hal- de altı film çevirdim. Bilhassa (Yakan buseler) filmindeki rolüm çok beğenildi. Son zamanlarda iki mühim rol yaâptım. Biri prodüktör Gerard Lamprecht'ir Müş- bur Rus muharriri Dostoyevski'nin ese - Tinden iktibas ettiği (Kumartaz) filmin- deki fahişe rolü. Bu filmde partönerim Pierre Blanchar'dı, Mevzu 1900 senesinde geçtiği için o va- Frances Dee'nin yeni ve güzel bir filmi Frances Dee Hollywood'un en durgun ve ağır başlı yıldızlarından biri olan Frances Dee, son günlerde «Bir millet yürüyor!» adını ta- fayan yeni filmini bitirmiştir. Amerikada gösterilmeğe başlanan bu filmin mevzuu Amerikanın tarihinden alınmıştır. Fran- ces Dec'nin partonörlüğünü Joerl Mac Crca yapmaktağdır, parlak yıldızı olmuştur K 'i M Vivian Romance kitki kadınların hususile hafif meşreb kadınların giydikleri elbiselere uymak için elimden geleni yaptım. İkinci mühim rolüm de (Maltızın evi) filmindeki rolümdür. Bu filmde partö - İnerim Dalio'dur, Afrikalı bir oyuncu kızı canlandırıyordum. Bir üçüncü film daha var. O da Fran- (Kadınlar hapishanesi) filmidir. j gelince: Yakında çevrilmeğe başlanacak - olan (Cebelüttarık) filminde bir İspanyol dan- sözü rolü yapacağım, Şimdi bu filmdeki rolüm için durma - dan İspanyol dansları öğreniyorum... Hususi hayatımda da filmlerdeki ka » dar neş'eli, kıvrak, şuh olup olmadığımı bana herkes gorar, durur. Açık bir suret- te cevab vereceğim: Ben hususi haya - tımda dahi çok neş'eliyim. Nasıl neş'eli olmıyayım ki şimdiye kadar bana talih hep güldü. Hayatın zevkli taraflarına bakıyorum. Kederli şeyler ile alâkadar olmamağa gayret ediyorum. Kıvrak, şuh olup olmadığımı ben bilemem. Onun tak- diri beni tanıyanlara aiddir... Bildiğim bir şey varsa o da şudur; — Ben neş'e kadınıyım!, üçük sinema haberleri Charles Boyer Greta Garboyu medh ediyor ! Charles Boyer ile Greta Garbo Marie Walevska adında büyük bir tarihi film çevirdiler. Bu filmde Charles Boyer Na- polyon rolünü oynadı. San'atkâr meslek- daşı Greta Garbo hakkında diyor ki: — Hollywoodda — bulunduğumdanberi ancak Greta Garbo İle film çevirdikten sanra tam manasile memnun ve bahtiyar oldum. (Napolyon) rolümü muvaffakiyetle ba- şardıysam bunu —muhakkak ki Greta Garboya moödyunum, , Greta Garbo sanıldığı gibi kibirli ve insandan kaçan bir kadın değildir. Şahsi işleri Ile başkalarının alâkadar olmalarını hiç istemiyorsa, haksız mı sa- yılır? Greta belki fevkalâde bir güzelliğe malik değildir. Fakat eşi olmiyan — bir san'atkârdır... Yanardağın renkli filmi çevrildi İngiliz sinemacılarından W. Keller çok canlı röportaj filmleri yapmakla büyük bir şöhret kazanmıştı... Şimili de röpor- taj filmlerini bırakarak sırf dokümanter filmler yapmağa karar vermiştir. İlk ola- rak (Roma) ya dair bir film çevirmiştir, Romanın tariht âbidelerini renkli olâarak fevkalâde bir suretto canlandırmıştır. İkinci filmi Vesüv yanardağına — alddir, un Bir çorap fabrikasını gezdim Çorap fabrikatörleri kadınlara çoraplarını nasıl giymeleri lâzım geldiğini öğretiyorlar Yazan: Nusret Safa Coşkun Kadın çoraplarının son samanlarda İs - panyadaki gönüNüler işini andırır bir mese- le olduğu malümdüur. Bir çok alleler tanırım — ki, aylık çorap masrafları havaylei saruriye — maddelerina karçılık olarak ayırdıklarına bile sarkıntılık edecek mikdardadır. Bir çok bayanlar tanırım ki, çoraba ya « tırdıkları meblâğı bir bankaya — yatırsalar, sene sonunda faizile bir çorap fabrikasına hissedar olabilirler, Erkekler şikâyet için, ba- yanlar mazeret beyani zımnindâ çorapların Ççürüklüğünü Öne sürer, dururlar, Acaba bu ne dereceye kadar doğrudur? Dün bir çorap fabrikasına gitmeğe karar verdim, Piyasaya iyi mal çıkarmasile meş - hur bir fabrikayı sağlık verdiler, Bu, günde 100 düzüne kadar — her çeşid çorap verebilen büyükçe bir fabrikaydı. İdare müdürü izahat verdi: — Kadın çorapları niçin mi dayanmıyor? Bunun cevabı sizi hayrette bırakabilir. Ka- bahat fabrikalarda değildir. — Kadın bacaklarında mı dersinle, Çora- bi kemiriyor mu?.. — Hayır, mesele büsbütün başka.. Evvelü kadınların rağbeti inoce çorabadır. Tezgühın önünde elini içine sokup bakar, Eğer eti ol- duğu gibi gözüküyorsa ne âlâ, Biras külın oldu mu burun kıvırır: — Bunun daha incesl yok mu? Diye sorar, E arz talebe bağlıdır değil mi efendim. Re- vaçsız mal zayidir. Biz de ince çorap İmal ederiz. İnce olunca da çorabın kısa bir müd- det içinde rahmeti rahmana kavuşması mu- kadderdir. İkinci sebebe gelince: İpek çoraplar, sun'i ipekten yapılır. Sun'i ipek nebati olduğu için dayanma kabiliyeti azdır. Çabucak yırtıliverir. Ayağa giymeden, biraz elde buruştursamız, derhal sakatlanı - verir, « — Böyle olması memlekette çorap ticare - tinin Inkişafı bakımından elzemdir, — değli mi? Muhatabım bü sualimi ciddiye aldı — İmalin tesiri yaktur. Giymeden giyme- ge fark vardır. Öyle İpek vardır ki itina is » ter, Ucundan tutup ağır ağır hırpalamadan ayağı içine sokmak lâzımdır. Bazıları bunu, uyku mahmurluğile bir tekini aynalı dola - bıin altında, diğerini karyolanın ayak u - eunda bulup ayağına geçirirken akıverir ta- blatile.. Bakınız bazı çorapların dayanıksız oluşu- na bir üçüncü sebeb dahal.. Şimdi bayanlar arka dikiş kısmının dı - şarda olmasını istiyorlar, bu moda oldu. Bu koton makinelerile ancak yapılabilir. Koton makineleri almiyan bazı müecssese- ler, yuvarlak makinede imal ettikleri çorap- iara dikiş makinesinde bir arka ilâve ede - rTek piyasaya Koton makinesinden çıkmış dl- ye sürüyorlar. Halbuki bu ameliye ile çorabın. kullanma kabiliyeti yarı yarıya düşer, — Bir aval daha.. Bir de çorapları ters giy- mek Adeti başladı. Bunun sebebi ne?.. — Çorap parlak gözüksün diye. Halbuki tamamen aksi, bunu bir türlü anlatamıyo - rüz. Hararet nerede olursa © taraf parlak o - lur, Hararet içerde olduğuna güöre.. Ters gi- yüdiği saman mat olmaz. Bilâkis.. Pek nazik bir sat olan idare müdürille, muhasebeci benden fabrikayı gezdirmek ne- zaketini göstermeği de esirgemiyorlar. İçinde 170 kadın ve genç kızın çalıştığı müesseseyi dolaşırken boş dakikalık ömrü o- Eskicilerle mülâkat İnsanlar başları dara gelirse neler sat arlar ? «Kadın: (Bizim efendi, evvelki gün velfat etmişti. Oğlum beraber gömülmesin diye altın dişlerini söktü. Bunları alır mısın? ) demez mi?» Röportalı yepan:ı Suad Derviş İnsan bu?... Başı sıkılınca şakaya hiç gelmez!.. Ev, han, apartıman, irad bağ bahçe sa- tanlar pek çoktur, halı, mücevher, kıy- metli tablo, antika örtü satanlar pek çok- tur... Bunlar hergün görülür. Fakat Fransız edebiyatı üstadlarından Viktor Hügonun (Sefiller) eserinde taz- vir ettiği sahne, bir kadının ihtiyaç yü- zünden saçını kesip sattığı sahne, bir in- sanın nasıl çaresiz kalabileceğini, çaresiz kaldığı zaman neler yapabileceğini gös- termek için yazılmış olan bu sahno in- sana gayri hakiki görünür. Mübalâğalı görünür, Halbuki geçenlerde Amasyada geçen ve bizim evvelki günkü nüshamızda neş- rettiğimiz bir havadis, Sefillerdeki saç satma sahnesinin başka bir eşi, hattâ da- ha feciidir! Tabil nazarı dikkatinizi celbetmiştir. Amasyada bir adam parasız kaldığı için gitmiş ağzında bulunan sekiz altın kuro- nu söktürmüş, Satmak için... Dünyada yapacak hiçbir işi, güvendiği hiçbir kimsesi, umduğu hiçbir yardım ve hiçbir çaresi olmıyan bu zavallı başka ne yapsın? Şehirlerimizde kocaman birer - bitpa- zarı bulunduğuna göre sıkıntı çeken va- tandaşın da yalnız bir Amasyalı olmadı- ğinı düşündük. Onun bu hareketi aklı- | y mıza şöyle bir anket mevzuu getirdi, Bir muharririmizi bitpazarına yolladık ve es- kiciler arasında dolaştırdık. Muhafririmiz eskicilere şu suali sordu: — İnsanlar başları dara gelince en ev- vel nelerini satarlar. En çaresiz vaziyette kalanlar içinde bu dişlerini satan insan gibi akla gelmedik bir şey satanına hiç rastgeldiniz mi? Bitpazarında eskici Bay Mehmedin cevabı — Başı dara gelen insanın gözü dün- yayı görmez elinin altına ne gelirse sa- tar, En çok satılan şey en az lâzım olan şeylerdir. Meselâ semaver, gramofon du- var saati, vazo, örtü ve dikiş maginesi gi- bi şeyler... İki yatağı olan yatağının birini satar, iki yorganı olan yorganının birini satar, bakır satarlar, üç tenceresi olan ikisini gözden çıkarır. Sokak aralarında — dola- şan eskicilere en çok bunlar verilir. Fa- kat bu nevi insanlar bizim en hakikf müşterilerimiz değildirler. Bizim asıl müşterilerimiz buraya gelip esvab satan, ayakkabı, iç çamaşırı, çorab, get, yastık örtüsü el ile işlediği bir perdeyi satan- lardır, Hakikt sıkıntıda olan insan evinde para edecek şey bulamıyandır. Evet ben mes- leğimde çok şeyler gördüm. Buraya ge- Hip dükkânımda içinde bluzunu, gömle- ğini çıkarıp satan genç kadınlar gördüm. yıp sefil kalan köylüler gördüm, buraya gelip ayaklarındaki partal çarıkları Çis karıp belki yüz paraya sattılar da kış güs: nü karlar içinde çıplak ayak gittiler. Eskici Bay Ali şöyle diyor: — Ben bu zanaati çok senedir ya « parım. İnsanlar evvelâ benim bildiğim €v eşyası satarlar, ev eşyaları olmıyan- lar, vücud eşyası yani palto, şapka, kos tüm, ayakkabı gibi şeyler satarlar. Ge- çenlerde pek şık bir bayan geldi. Eski bir tıraş fırçasile tıraş suyu konacak u- fak bir kabı beş kuruşa — sattı, gitti. Mesleğimde gördüğüm en garib sahne budur. Bunu hâlâ anlayamam. Beş kü- Yüş o şık bayanın nesine yarayacak? Eskici Bay Kâmil de şunları anlattı: — İnsanlar sıkıntıya düştüler mi, ev- velâ kendilerine en lüzumsuz olan şey- lere musallat olurlar. Plâklar, gramo -" |fonlar, yazı ve dikiş makineleri, dür - bün, fotograf makineleri, semaverler, radyolar, bundan sonra evin diğer ez yasını, elbiselerini, yatak — ve yuyan gibi şeylerini, nihayet iç ve yatak ça « maşırlarını satarlar, bunu da söyliye « yim ki, iç çamaşırlarını — satanlar pek çok değildir. Ben mesleğimde beni mü-' teessir eden iki hâdise hatırlarım. Bun lardan birinin kahramanı genç bir kız dır. Ağlaya ağlaya buraya geldi ve ge-" iği için alınmış yepyeni-bir esvabı ölen babasının cenazesini kaldırmak İ- çin sattı. Bir de Balkan harbinde şehidi düşmüş oğlunun yadigüri olan esvab - larını hüngür hüngür ağlaya, ağlaya getirip satan bir ihtiyar baba gördüm. Esvabı elinden bırakamıyor. Bana ve- rirken koklayıp, koklayıp öpüyordu. Eskici Bay Avram diyor ki: — Gazetede okudum; bir adam kendi altın dişlerini söktürmüş., Bu bir şey mi?.. Bundan on, on iki sene evvel dük- kânım yoktu. Sokaklarda dolaşıyor « dum. Öyle bir şey gördüm ki ömrü « mün sonuna kadar unutamam: Bir e « vin penceresinden ihtiyar — bir kadın sarktı. Beni çağırdı. Kapıya gir na: «Biraz dur, dedi.» Gitti.. dim. Biraz sonra elinde iki altın dişle geldi: «Kron alır mısıns dei. <«Alırıma dedim. Pazarlığa giriştik, uyuştuk al « dık. Tam kronları cebime indirirken? «Atfedersin, seni de beklettim, — dedi. Bizim efendi evvelki — gün vefat etti. Oğlum beraber gömülmesin diye ağı- zından dişlerini sökmüştü. O cenaze telâşında dişleri nereye — koyduğumu bilemiyordum.» Bay Avram biraz sustu, sonra ilâğve etti: — Ölen babasının — ağızından altın dişlerini söken hayırlı evlâdları gör - dükten sonra doğrusu ben, kendi diş « lerini söktüren bu namuslu —adamın İstanbula iş aramak için gelip iş bulama- xapıığını hiç şaşmadım! 8. D. lan bir cenin için çekilen bu vaz'ı haml de- recesindeki aıkıntıyı hayretle — seyrettiğimi gören idare müdürü: — Çorap deyip de geçmeyin bayım! dedi. Şu gördüğünüz çorap, tam on beğ elden ge- giyor. — Bksik söylediniz ön altı., Muhatabım hayretle yüzüme baktı: — Niçin!,. — On beşe kadar falan ve filân ameliye.. On altıncıda iIş kimseye dayanmıyor mu? Gülüşüyoruz. Müdür: — Hakkınız var, dodi. Çorap aile büdee « ginde mühim yer tutuyor. — Mevsimin yaz olması işleri mu?. — B tabil fark ediyor. Malüm ya çora” sızlık modası. — Kadın aklı bu ya. Bir gün büshitün gorap giymekten vazgeçerlerse.. İdare müdürü ellle tahtaya vuruyor: — Çorapta şiş kaçığı gibi biz de aklımızı kaçırırız sonra... aksatıyor