İspanyada Alikante llmamında, Franko tayyarelerinin bombardımanına maruz kalan bir İngiliz gemisinin batışı esnasında alınan resim Tarihten sayfalar: Bizans ımparatorıçesının cenaze merasimi » * * Alay, çuhalar ve halılar döşenmiş olan yoldan geçiyordu. Buhurdan- larda yanan günlüklerin dumanları koyu bulut dalgaları halinde kalabalığın üstüne yayılıyardu. Papazlar kalın ve hazin seslerile İncil okuyorlardı. O sırada etraftaki hıçkırıklar büsbütün çoğalıp yükseliyordu. Yazan: Kadircan Kaflı Her milletin kendi dinlerine veya mi N âdetlerine göre ölülere karşı yaptık -! ları son merasim vardır. Hükümdarlar, | devlet reisleri, millk kahramanlar veya büyük san'atkârlarla ilim ve fen adam- ları hakkında yapilan merasim derece de- rece değişir. Son senelerde İngiltere kra- li beşinci Corca, Markoniye, Abdülhak Hâmide karşı yapılan merasim bunların örnekleridir. Bir ayı bekçisinin kızı iken dansöz - lükten Bizans imparatoriçeliğine kadar yükselen ve bu taht üzerinde yirmi bir sene ihtiras ve entrika içinde yaşıyan 'Teodora için yapılan merasim de tarihte Meşhurdur. O zamanki Gdetler gibi dini merasim de meraklıdır. * İmparatoriçenin ölüsü en güzel clbi - seleri giydirilmiş ve kokulara bulanmış olduğu halde mukaddes sarayın Triklin- yüm denilen on dokuz yataklı büyük zi- yafet salonuna konulmuş, teşhir edili - yordu. Ölünün arkasındaki kızıl manto mücevherlerle işlenmişti ve pırıl pırıldı. Başında elmas ve incilerle süslü bir taç bulunuyordu. Ayaklarında kırmızı işle - meli ayakkabılar vardı. Yüzü açıktı ve ölümün rengi henüz onun biraz solgun yüzüne tamamile sixmiş değildi. Öldüğü- nü bilmiyenler veya çok yakından tedkik etmiyenler onun rahat bir uykuya dalmış olduğunu sanırlardı. Cenazenin konmasına mahsus olan ma- sa gibi yerin etrafında, sütunlarda — ve gçepeçevre bütün salanda. altın ve gümüş- ten binlerce şamdan vardı, Bunlardan da- Afılan ışıklar etraftaki boy boy ve renk renk mücevherler, en kıymetli kumaşlar ye mobilye üzerinde akisler yaparak kuv- vetlerini arttırıyorlardı. Havayı keskin bir günlük kokusu dol- gdurmuştu. Başka bir takım otların ruhu teskin edici kokuları da buna karışıyor, havayı büsbütün ağızlaştırıyordu. Ölünün ayak ucunda sarayın harema- ğaları, kadınları ve memurları hazin ha- zin ağlıyorlardı. Ölü imparatoriçenin önünde bütün Bi- zans son defa geçid resmi yaptı: Patrik Menas, ardtada büyük kilisenin bütün peskopos. papaz ve keşişleri oldu- | ğu hâlde göründü. Arkasından, — Papa | Vijil, bir sürü kardinal ve keşişlerle be- Taber geçli. Senato âzeları muhteşem ma- tem olbiselerini giyraiş oldukları halde genazeyi selâmladılar. Nazırlar, asılza - deler, hâkimler, en yüksek general ve| imparator ailesinin büsün prensleri bu - lunuyardu. İmparatorun yüzünde kerdisi için bü- yük bir kayıb olan bu ölümün uyandır- dığı derin teessür pek açık olarak oku - nuyordu. Tamam yirmi yedi sene onunla beraber yaşamış, ondan yardım görmüş, oturduğu taht ve erdiği saadet sarsıldık- ça o kadından aldığı kuvvetle felâketlerin gelişini önlemişti. İmparator karısına vereceği son ve muhteşem hediyeleri getirmişti: Koca- man mücevherler, altın işlemeli kumaş- lar ve onun hayatta iken en çok sevdiği her şey ... Hediyeleri onunla beraber gömülmek üzere göğsüne koydu, sonra ölüyü kolla- rile kucakladı. O gırada her zamandan çok sararmıştı ve gözlerinden yaşlar bo- şandı. Hafif sesler duyuluyordu: Sevgi - lisine son defa <«Allaha ısmarladık!» de- diği anlaşılıyordu. Sarayın muhteşem elbiseli hamalları bir işaret üzerine ölünün bulunduğu ya- tağı kaldırdılar. Merasimi idare eden bü- yük teşrifatçı ise ölüye doğru yaklaştı, yüksek sesle şu mutad sözleri söyledi: — Vasilisa, buradan çık! Kralların kra- h ve efendilerin efendisi seni çağırıyor! Cenaze son defa saray halkının çem- beri içinde hürmetle yükseldi. Dışarıda, sarayın önündeki büyük mey- dan baştan başa Insanla dolmuştu. Etraf- ta derin bir sessizlik ve ağır bir matem havası vardı. Halk, as<erle çevrilmiş 0- lan yolun iki tarafında muhteşem âla - yın geçmesini sükünetle bekliyordu. Ya- kın ve uzaktaki kapılarla pencereler ve evlerin tarasaları tiklım tıkhım dolmuş - tu. Bu kalabalığın arasında kızarmış ba- kıılır' © bakışlara uzanan mendilli eller göze çarpıyor; hıçkırıklar duyuluyordu. Alay çuhalar ve halılar döşenmiş olan yoldan geçiyordu. Buhurdanlarda yanan günlüklerin dumanları koyu bulut dal - gaları halinde kalabatığın üstüne yayı - hyordu. Papazlar kalın ve hazin sesleri- le İncil okuyorlardı. O sırada etraftaki hıçkırıklar büsbütün çoğalıp yükselmişti. Böylece alay upuzun Mese caddesi bo- yunca ağır ağır yürüdü. Kostantin Fo - rumunu ve Kapitol meydanını geçti. San durak olan Sentapotr kilisesine doğru yollandı. Kilisenin ölüye mahsus yerine gelin - diği zamat merasim müdürü yeniden ölü- ye yaklaştı ve yüksek sesle bağırdı: — İstirahat yerine gir, Ey Vasilisa! lnııııı'ıdınl.ır da ayni vazifeyi büyük bir| Kralların kralı ve efendilerin - efendisi sükünet ve hürmetie yaptılar. sonra sarayın - diğer memurlarile devlet —Mmemurları sürü halinde merasime iştirak ettiler, Şimdi sıra kadınlara gelmişti. | Prensesler, asil kadınlar, nazır ve hâ - kimlerin, konsül ve kumandanların ka- mları geçtikten sonra Teodoranın husu- sİ sarayındaki bütün kadınlar son me - rasimi yaptılar. Bu uzun alayı müteakib bizzat impa - Fator Jüstinyanoca göründü. —Arkasında Ondan | seni çağırıyor! Cenaze içeriye, tabutun bulunduğu ye- re sokuldu. Orada, başındaki altından imparatoriçelik tacı alındı ve yerine kır- mızı renkte şerit şeklinde bir sargı kon- du. Hierapolisin yeşii mermerinden pek nefis bir surette yontularak hazırlanmış olan 1&hit ölüyü bekliyordu. İmparatoriçenin vücudünü taşıyan al- tın tabut o mermer sandukanın içine kondu ve kapatıldı. Jüstinyanos kederi BON POSTA lspanya ve Çındekı muharebelerden ıntıbalar Kantonun bombardımanında bir bom- banın infilâkı neticesinde bir buçuk ton ağırlığındaki bu su borusu, hava- lanarak bir elektrik avlusuna düşmüştür fabrikasının Sedlerinin Çinliler veya Japonlar tarafından yıkılması üzerine Temmuz 5 yatağından taşan Sarmehir medeniyet eserlerini böyle kolaylıkla altediyor | UNUTTUĞUMUZ ADAMLAR | “Zavallı Necdet,, müellifi Saffet Nezihi ile mülâkat Yazan: Nusret Safa Coşkun « alhı Necdet» i okumuş pek çok, is-|luyor ve kafasından diline indirdiği ke- mini, medbini işitmemiş pek az kimse vardır. <«Zavallı Necdet» o bahtiyar ve ayni derecede bedbaht eserdir ki, Ca « galoğlu yokuşu kaldırımlarında, Kitab- larıı t pazarı olan Sahaflar çarşı - sında postnişin olmadan, «etâbi efendi - miz »in elinden beş defa geçmek saade- tini kazanmış, fakat beş tabıda da mu- harririne 300 sayfalık kâğıd kasaya ya- tırdığı fikri sermayeye mukabil bir kü- çük teşekkürlük bile faiz getirmemiştir. «Zavallı Necdet» in zavallı muharriri Saffet Nezihi, romanının kahramanını Akıbetine şükrettirecek - bir bedbahtlık içinde, bütün bir ömür boyunca süren insani komedyanın son perdesinin ka- panmasını bekliyor. Bu hükmü kat'i olarak verebiliyorum çünkü, o artık hayatı güneşli bir yol, ö « lümü serin bir gece addeden frenk mu - harririle ayni kanaattedi Kalemimi bu mevzuun hokkasına »xin- €i defa batırmış bulunuyorum. Birinci - sinde alâkadar nazarları ona çevirmek istemiştim. Bu seferkinin de yufka yü - rekli birkaç insanın içini sızlatmaktan ileriye geçen bir tesir yapacağına kani olmamakla beraber, bir kere daha; cte - ğini sürükliyerek önümüzden çekilip gi- den nesli edebiye mensub bir edibin e- debiyatını yapmaktan kendimi alamıyo- Tum. Bir zamanlar romantik genç kızların kafa kafaya mebzul bir göz yaşını katık yaparak Gdeta yuttukları <Zavallı Nec- det>» in zavallı müellifi Saffet Nezihi bu- gün bol mizansenli bir trajedinin son meclisini oynamaktadır. Akıl hastane - sinden, düşkünler evinden geçen mukad- derat seli onu önüne katıp gücünün yete- bildiği kadar sürükliyerek getirmiş, Ak- sarayın kuytu bir köşesinde bırakmıştır. Ve.. «Kadın Kalbi» muharriri ancak me- ramını anlatabilecek derecede konuşa - bilmekte, hele hareket imkânından he - men hemen mahrum bulunmaktadır. Bu manevi anarşiye eklenen maddi yoksul- luk onu büsbütün sarsmış, ayakta tutan bir kaç payandayı daha söküp atmıştır. Kendisini Yenikapıda, bir kahvenin karanlık köşesinde bir an için dayıyacak başka bir dost bulamıyan başını gene kendi kendisinin müşfik göğsüne düşmüş buldum. Beni güç halle tanıyabildi. — Teşekkür ederim, dedi.. Teşekkür ederim. Beni gene siz hatırladınız. Eksik olmayın.. O kadar yalnızım ki., Kapka - ranlık bir âlemin ortasında ve tek haşı - mayım, Çok ağır konuşuyordu. Âdeta kafa- tasının içinde zalim bir istihza ile sak - lambaç oynıyan kelimeleri güçlükle bu- büsbütün artmış ve yürekten vurulmuş bir halde kiliseden çıkt. Ölünün gittiği kilise kadar ıssızlaşan sarayına döndü. Devletin büyükleri ve halk ağır ağır dağılıyor; yeni sevinçler ve yeni keder « lere; yeni ihtiras ve kavgalara dönü - yorlardı. Kadircan Kajlı Jimelori müşkülâtla telâffuz ediyordu. — Tam altmış sekiz yaşındayım. Bu azun ömür arasında mes'ud yaşadığım bir 'yıl yoktur. Matbuattan çekildikten son- ra elmas ve inci ticaretine koyulmuştum. Talih yüzüme gülmüştü. Mühim bir ser- vet yapmıştım. Zamanında çekilemedim. O serveti yapmağa sebeb olan hâdiseler beni gene eritti, nüzül isabet etti. Beş al- tı sene hastanelerde çürüyüp gittim. Edebiyattan hiç bir menfaat görme - dim. Eski arkadaşlar dünyadan çekilili - ler. Yeni üdeba ise semtime uğramadı. Hatırımı tatyib eden bulunmadı. Bu her- kesin başına gelecek bir neticei mülelli- İmedir. Bundan dolayı yeni nesle nastha- tim şudur: Hayatı tahtı temine alınmış| olanlar keyif için, zevk için edebiyatla uğraşabilirler. Bunu bir meslek olarak kabul edenler, medarı maişeti bu yolda temin etmeğe heves edenlerin vay haline, Saffet Nezihi bunları söylerken Vol - terin babasını hatırladım. O da: «Edebi- yat cemiyete faydasız ve ailesi için yük teşkil etmek istiyen, açlıktan ölmek ar- zusuna kapılan bir adamın mesleğidir» diyordu. Eğer Volterin babası Saffet Nezihiyi Körmlüş olsaydı kehanet gösterdiğine za - hip olurdu. Bir kere daha hayatından bahsetme sini rica ettim. Acı acı gülümsedi: — Hayatım mı?.. Onun nasıl geçtiğini ben de anlıyamadım ki... Kâbuslu bit rü- ya. Zevki az, kederleri, belâları çok bir yaşayış... 1889 da mektebi Sultaniyi ikmal ettim. Üç ay sanra Manastır mektebi idadisine 'beni müdür yaptılar. Hiç bir staj yapma- dan, tecrübe görmeden meslek hayatına girmiştim. Yedi sene devam eden bu keş- mükeşli hayat beni usandırdı. Bir kaç vilâyet dolaştım. Nihayet tahammülüm bitti. Adana idadi müdüriyetinden istifa ederek İstanbüula geldim. Memuriyet ha- yatında, böyle bir sıkıntılı çember içinde çalışamıyacağımı anlamıştım. — Hâmisiz, ümidsiz, kendimi tesadüflere bıraktım. 1897 de bir dostun teklifi ile «Musavver Mühit» meemuasını neşre başladık. Mü- dürlüğünü yapıyordum. Matbuat âlemi- ne girmiştim. Aman Yarabbi! Ne dağda- ğalı, velveleli bir iş.. Fakat çok keyifli, Makaleler; küçük hikâyeler yazıyor - dum. Acemilik hissetmiyordum; — çünkü yazı hayatına girmeden evvel çok öxu « muştum. Yeni nesle vereceğim — âcizane nasihat budur: Yazmadan evvel çok, çok okumak., «Musavver Muhit> in yirmi dört nüs - hasını neşredinciye kadar başıma gelmi- yen kalmadı. Nihayet kapamağa mecbur olduk. Abdullah Zühdü benim mekteb arka - daşımdı. (Sabah) gazetesine inlisab et - tirdi. Üç dört ay devam ettim. Tercüme yapıyordum. Matbuatın ilk felâketine o- rTada uğradım. (Çayır güzeli) isimli bir küçük hikâye neşretmiştim, O aralık E- mil Zolayı çok okuyordum. Realizme ba- yılırım. Küçük üye böyle bir kalem mahsulüy! Bir kadın matbaaya geldi. Bağırdı, çağırdı. Ben meğer onun kızını teşhir etmişim; halbuki ne kendisini, ne de kızını tanıyordum, Şaşırdım, kaldım. © Bunun tesiri geçmeden, iki gün sonra İkdamda aleyhimde üç sütunu müteca 4J viz bir makale intişar etti. İsmi de; (ça-ğ yır güzeli hikâyesinin hikâyesi).. Meğen ben ne fena adammışım! Muharrir tas-l | lağı imişim, ahlâksızmışım, neler yoktul bu makalede neler.. Yüzüme bu yüzdkn'? felç geldi. Cevab vermedim. Sinei ta 4 hammüle çektim. Meselenin hakiki çeh- | resi büsbütün başka, rekabet.. (Sabah) a — bir darbe indirmek lâzımdı. (1312) de “Ermeni meselesi vesile olmuştu. (İkdam) Razetesi iflâstan kurtuldu. Bu kâfi de- ğildi. «İslâm kadınlarının namusuna ha- lel getirecek yazıların neşrine vasıta olus yor» diye (Sabah) 1 lekelemek kaygu < sile bir iş tertib edilmiş. Ben de bu uğur- da kurban olmuşum. Hastalığım geçer geçmez (Ahmed Cevdet) den ıntikam al- mağa karar verdim. (Muallimlikte ihtis. sas) isimli bir makale hazırladım. Bir. namı müsteara ihtiyacım vardı. «İkdamz a kendimi bildirmek istemiyordum. (Saf- fet Nezihi) dedim. Bu isim edebi hayatı-, min anahtarı oldu. Kırk senedir. bende kaldı. Makalem neşredildi. Devamm et « «|tim. Bu sıralarda (Ahmed Cevdet) ten aldığım tezkereler o derece iltifatlı ve teveccühlü idi ki benim için evvelce yaz" dıklarının tamamen aksi... Gazete — sahibi — makalem günler beş >yüz fazla tığını — söylüyordu. — Üçer ye alıyordum. O zaman için bu mü- him bir paradır. (Ahmed Cevdet) bir yor, teşvik ediyordu. (Musavver Muhit) — te başlıyarak, bir iki nüsha neşrettiğim (Zavallı Necdet) i bitirmeğe çalıştım. m"'ı Romanda ilk eserim budur. Bu româ” na aid pek çok hatıralarım vardır. Bir tas kım kadınlar, ve erkekler bu sergözeşti. kendi hayatlarının teşrihini ı,ıınm—dı—rclı bana bir çok mektublar yazıyorlar, ıch'î did ediyorlardı. Halbuki (Zavallı Nec det) tamamen mahsulü hayalimdir. â Bundan sonra «Techhül âleminde» ui (Kadın Kalbi) ni yazdım. Bu eser de İzmirde bir hayli gürültü * leri, dedikodularr mucib oldu. Bunun yüzünden milli romanların neşri mene “ dildi. Halbuki yevmi (Malümat) ta bi roman tefrika etmeğe mecburdum. (Ku* mar bilyesini) tercüme diye sansürdefi geçirdik. On beş tefrikadan sonra xıya met koptu. Vâkıa bana dokunmadı amâı dehşetli korkuttu. O derece asabiyrt heyecana sebebiyet verdi ki, ürktümk Matbuattan uzaklaştım, Bu ayrılış meşrutiyetin ilânına k.ıdaf! sürdü. Gene kaleme sarıldım. Yazıcılı müzmin bir illettir. Makalelerimi (Re simli Kitab) ve (İnkılâb) da neşrediyor © dum. Bir meclis müzakeresi için (İz ve İstizah) namında iki perdelik piyefi yazdım., Ben bunu çok beğenirim, Lâki (Devamı 14 üyrü sayfada)