N9, 2096—411 UYANIŞ 319 e Sinek Masalı Gazetelerde Beyoğlunun arka dağlarından Şişlinin, Beyoğlunun evlerine doğru akın edip gelen kara sinek masalını ben de okuyorum. Bunu okurken Balkan har- binde böyle bir kara bulut akıntısının gene evlere, dük. kânlara dolduğunu hatırladım. Dediğim 1912 senesidir. Ben, Beyoğlu belediyesinin müdürü idim. Kara sinek akını Şişliden başlıyarak yavaş yavaş belediyenin olduğu daireye kadar yaklaşınca şaşırdım. Şimdiki sinekler oraya dökülen süprüntülerden çıkıyor diye telâş olunuyor. Acaba 1912 de neden dolayı sinekler üşüştü dersiniz ? Onu da söyliyeyim. 1912 Balkan harbinde çok kuvvetli bir kış olmuştu. Taksim kışlasındaki resmi ahırlarda bulunan atlara bir hastalık gelmiş, birkaç yüzü iki gün içinde gebermişti. Kolay olsun diye leşleri götürüp Kâğıthaneye inen sırt- lara atmışlar. Dediğim gibi havalar çok soğuk ve karlı olduğundan bahar gelinciye kadar bir sızıltı çıkmamıştı. Nisanda sinekler, ama şimdiki gibi kara değil, iri ve yeşil leş sinekleri sürü sürü Kağıthane dağlarından Bey- oğlunu gezmeğe başlamışlardı. Belediyed: çare aradık, birçok amele gönderdik, leşleri gömdürdük. Bu da bir şeye yaramadı. Çünkü eşlerin kemiklerini alıp satmağa alışık çingeneler, at mezarlarını açıyorlar, kemikleri alı- yorlar, kokmuş etleri sinek doğurmak için daha uygun halde ortada bırakıyorlardı. Her taraftan gelen şikâ- yetler çoğaldı. Bugünkü gibi gazeteler yazmağa başladı. Yaşı, benzemesin iş şimdiki Mecidiyeköyü sineklerine döndü. O günlerde Yedikule dışında Kazlıçeşmede deri fabrikası işleten bir adam geldi. Sağlık şartlarına uygun olarak kapalı arabalarla kemikleri taşıyacağını ve kok- muş etleri derin gömeceğini taahbüt eti. Biz de ona işi bıraktık, sineklerin kökünü kuruttuk. Dileriz ki, bu seferki kara sinek akınını doğuran çörçöpü taşıyacak bir hayır sahibi çıkar da bu belâdan kurtuluruz. Yoksa belediyenin işi başaracağına inanım azdır. Çünkü Bal- kan harbindeki sinek belâsı oraya atılan at leşlerini yok edince ortadan kalkmıştı. Şimdi iş öyle değil, şehrin görçöpü her gün dökülmektedir ve her gün dolmaktadır. At leşlerinden dağılan iri yeşil sinek üşüşü için belediye müdürü iken not defterime yazdığım satırları aşağıya alıyorum: (Daire Encümeninde karar verildi. Süprüntülerdeki kemikleri her sene satarlarmış. O bedeli de vermek şartile fabrikatöre leşleri sattık ve sıhhiye dairesinin bir de raporunu aldık. O tarihte İstanbulda sürülerle mo- loz taşır eşek katarları vardı. Bunlardan bir kaç sürünün sahibi İranlı Selman ağa bir istida ile geldi. Leşleri daha fazla bedelle eşeklerimle kaldırırım, diyordu. Yağmur!... Bak Bir hasta kadın gibi boşlukta hıçkırarak inledi yağmur. ur |, diye haykırdı sanki rüzgâr evimi ıslıklar sardı. Damda : Sesine çığlıklar karışan hıçkırıklarla coşan bir baykuş güldü!.. Odamda : Sarı bir gül, içerek gecenin yasını, Baykuşun kahkahasını yaprak yaprak ıslanan camlara bakarak döküldü ! Karanlık göğsünde hıçkırıklar çığlıklar ıslıklar duyulan gece, ümitsiz bir kadın gibi ağladı!.. Rüzgâr : «Vur, vur!» diye inledi gökler dinledi onun sesini, kısarak nefesini ıslanan camlara vurdu, vurdu |. Bu, gecenin koynunda inliyen yağmurdut. Muazzez KAPTANOĞLU i- İstidanın altına şöyle yazmışım : «Eşek sırtında küfelerle leş nakli umumi sıhhate uyamaz, istida sahibine cevab» Şimdi ne dersiniz? Günün birinde karşıma bir Mül- kiye müfettişi gelip müzayedesiz mal satmışsınız, diye beni istintaka çekmesin mi? Meğer müzayede ve müne- kasa kanununa karşı gelmişiz 1... Bereket versin encümen kararı ve whhiye müdürü huzurunda tutulan zabıt vardı da bu ittihamdan da kurtulduk.) Fransızların bir darbı meseli vardır. Ayni bir belâ mutlaka üç defa başa gelirmiş. Sinek belâsı şimdi ikin- cide, üçünçüden bizi kim koruyacak? Ahmed İhsan TOKGÖZ.