112 Kıyıda Kalmış — Başı 103 inci sayıfada — Gün geçtikçe unutacağı yerde ak- lından çıkaramıyordu... Artık evlen- me çağı gelmiş geçiyordu... Körpe, güzel ve ağır başlı bir kızla kim evlenmek istemez ki... Hemen her gün birçok görücü geliyor... Her istediklerini yapmağa söz veriyor- lardı. Fakat kız, her birinde birer kusur bularak gelenleri caydırıyordu. Konu komşu, Türkânın büyük- lüğüne içten öfkeleniyorlardı. So- kaklarda dedikodusu çalkalanırken o; eski günlerden kalan özlü duy» guları düşünüyor! Hastalandığı sı- ralarda Songurun ona yaptığı iyi- liği her nedense unutamiyordu.. O zamandan kalan reçetelerile ona çek değerli görünüyordu. Böyle olaca- ğını bilseydi, o zaman kendisine gönderilen buketteki çiçekleri sak- lar, onları gazeteler arasında kuru- turdu. Ortada Songuru anacak bir küçük armağan bile yoktu. Fakat içe- risinde gün günden alevlenen sevgi- den daha büyük daha derin bir iz bulunabilir miydi ?... Mademki kum- ral delikanlıyı bu kadar gönülden seviyordu. Gencin evlenmek üzere açtığı sözleri niçin kapatmıştı?.... Niçin - olur - diyememişti? Bunu bilmiyecek ne vardı ki ?. O zaman bir fabrikatördü. Türkân ise, kıyıda kalmış bir kız onunla evlenmesi demek, bütün kadınlık onörü ayak- lar alhna, paranın boyunduruğu altına girmesi demekti... Öyle ya... Aralarında ufak bir uygunsuzluk çıksa erkeğin dili bitecek, yoksuz- luğunu başına kakacaktı.. O ise, küçüktenberi çalışıp kazanmağa ve kimseye boyun eğmemeğe alışmıştı... Gönlü her gün baskı altında ezil- dikten sonra, zengin olması neye yarardı... İşte Türkânı zamanının kızlarından ayıran biricik fark, ka- rakter farkıl O her şeyden önce mutlu bir yuva kurmak hevesindey- di. Zengin olmak idealini çoktan düşüncesinden çıkarmıştı. Çünkü asıl gönenç ne parayla ne de malla elde edilecek bir şey değildi. O halde genç kız, evlenmek için ne bekliyordu? Songur umudunu kesmişti. Kendisini istiyenler içinde birçok yakışıklı erler vardı. Hele BERVETİFÜNUN UY Telelon ; 2-1013 ANIŞ Tedi günde la ğa, 2 gr m il gazetesi Abonesi : Dude a Tone, $ aylığı 600 kb Yabancı Nm 36 gleviçre İrangıdır. Üzsetemize ilân verecekler, İstanbulda Kamal Salih, Hofer Samanon ve Huli İlân Şirketine gilmelidir. No. 1081—396 e Uyanış Kuruştur birisini soysop okadar iyi buldular ki, kızın onuda beğenmeyişine ba- yağı öfkelendiler... Türkân, gün geçtikçe anlıyordu ki sevmek, sevilmekten çok daha güç bir işti. Şimdiyedek gördükleri arasında onu Songur kadar düşün- düren olmamıştı, Onu ilk gördüğü za- man kızmış, fakat sonraları ısınma- ğa başlamıştı. Kendi kendisine Son- gur gibi bir sevgili buluncıya kadar evlenmemeğe söz verdi. Türkân, 25 inci yılının ilk yazını yaşıyordu. Eskidenberi gitmekte ol- duğu kordelâ fabrikası artık işi iler- letmiş, ipekli kumaş dokumuıya baş- lamıştı... Çalışkan kız kordelâ yapan bölümün şefi olmuştu. Yaşları iler- ledikçe gücden düşen annesile ba- bası yefi yaptırdıkları büyük taş evde oturuyorlar, kızlarının dolgun aylığı ile mutlu ve şen günler geçi- riyorlardı. İşlerin çoğaldığı bir gündü. Türkân öteye beriye koşuyor, yeni desenler üzerine çıkacak kordelâları sabırsızlıkla bekliyordu. Tam bu sı- rada makinelerden birisinin bozul- duğunu söylediler. Patronla konuş- mak üzere fabrikanın büyük bölü- müne geçti, Pabrikatör müşterileri başına toplamış, önlerine çıkardığı defterlerden kumaş beyendiriyordu. Müşterilerden birisinin sesi, Türkânı ilgilendirmiye başlamiştı. Çoktanberi işitemediği bu yumuşak tonlu, gönül okşıyan, pürüzsüz konuşma Son- guruna ne kadar çok benziyordu. Masa başına toplanan başlar ara- sında sesin sahibini göremiyordu... Kendi kendisine - onun ne işi var burada - demek istemişti, fakat ka- labalık arasından yükselen kumral saçlı, kirpiklerin bir küçük göl gibi örttüğü iri kahve renkli gözlü, ışık bakışlı delikanlıyı gördü. O sırada damarlarının yer yer delinip gövde- sine sıcak bir şeylerin boşandığını sezmişti. O, şimdi şakaklarından a- şağı sarkan favorileri kesmiş, küçük dudaklarının üstünde beliren kumral bıyıklarına daha düzgün, daha uy- gun bir biçim vermişti.. Gözleri karşısındaki köşeye takılmıştı. Orada eskiden babasının ve kendisinin o- turduğu yazı masası vardı.. dalgın bakıyordu... Dudakları yavaş yavaş. kıpırdıyor; sanki bir şeyler sayıyordu. Uzun zaman düşündü. Sonra birden kapıdan yana bakacak oldu. İşte artık Türkânla gözgöze gelmişlerdi... Göz kapakları biraz daha açıldı, yüzündeki kırmızılık hafifçe uçtu... Sonra birden toparlanarak gülüm” seme ile karışık reverans yaptı. Türkân hemen karşılığı vermişti.. Kalabalık arasından usulca Sıy- rıldı. Kızda yanına gelip elini sıktı. İki ateş lâvlı avuc birbirinden uzun zaman ayrılamadı. Kızın “Nasılsı- nızP,, sorgusuna Songur artık yük- sekten atamıyordu.. Kadıköyünde küçük bir kumaş mağazası işletmekte olduğunu söyledi. Demek artık ba- basından kalanları iyiden iyiye bitir- mişti. Şimdi eskisi gibi kokusu fa- brikayı tutacak esanslar sürmemiş, doğuştan güzel olan kumral, kıvır- cık saçlarını kalın bir briyantin par- çasile kafatasına yapıştırmamıştı. Onlar kıvnla kıvrıla uzayarak alnının küçük bir bölümünü örtmüştü... L&- civert caketinin omuzlarına da eskisi kadar pamuk doldurtmamıştı. Para- sızık onu hem sadeleştirmiş, hem de güzelleştirmişti. Beyendiği birkaç kumaş desenini Türkâna da gösterdi. Düşüncelerini sordu. Bakışları o kadar temiz, söz- leri o kadar cana yakındı ki... Patronla olan pazarlığını bitir- dikten sonra Türkâna “Gene görü- şelim,, diyerek ayrıldı. Artık fabrikaya her gelişinde kızla lava onunla uzun uzun konu- şuyor Pamir günü Kadıköy iskelesinde buluşmak üzere sözleştiler. Bu genç kızın doğalberi verdiği ilk randevu idi... O gün ortalık kararıncaya kadar dolaştılar... Zümrüt tepelerde, çiçek- ler örülü kırlarda ilkyazlarının tadını çıkardılar... Ardı arkası gelmiyen bu pazar günü gezmelerinin sonu şen bir düğünle bitiverdi... Bu uygun sevgililer, herkesin aradığı gönence kavuşmuşlardı!... Mehmed Hulüsi Dusdoğru AHMED İHSAN Basımevi Ltd.