108 . SERVETİFÜNUN No.n981—İ00 KIYIDA HİKÂYE Yazan: Mehmed Hulüsi Dosdoğru İstanbulda öyle semtler vardır ki, yeryüzünün en ileri ülkeleriyle boy ölçüşebilir. O yerlerin gecesi gün- düzünden aydın, kışları yazlarından sıcaktır. Apartmanların bulutlara u- zandığı yollarında otomobiller birbi-? rini kovalar... Oralarda duyulan her ses müzik, görülen her şey kübiktir. Sayısı bir kaçı güç dolduran bu renkli, parlak köşeleri bir yana bırakacak olursak, İstanbuldan kala kala neler kalır bilir misiniz ? Alabildiğine uzanan servi- likler 1... Öyle servilikler ki, altla- rında irili ufaklı mermer kırıkları, yer yer açılmış oyuklarda sırıtan kurukafalar, çukurları örtmiye çalışan çalı demetleri göze çarpar... Karanlık yeşilliklere sokulan yo- sunlu damlar, insana ilk bakışta ö- lümü düşündürür. Birbiri üzerine yı- kılacakmış gibi duran zavallı evler. Yazın tozdan, kışın çamurdan geçi- lemiyen, uçları mezarlıkta biten dar sokaklar... Bu sonunculardır ki, gün gün her yanda görülür. Ve pek çoğunun içersini sızlatır... Bir de istanbulu çepeçevre saran ve önceden söyle- diğim iki çeşit yaşayışın ortasında yer alan bir üçüncü basamak var- dır. Onu uzun uzun anlatmak iste- miyorum; hepiniz bilirsiniz... Yoksul yuvalardan birinin kızı olan Türkân çocukluğundanberi işe gidiyordu. Sekiz yıldır çalıştığı kor- delâ fabrikasında doğruluğu, ağır başlılığı yüzünden kontrolluğa kadar yükselmişti. Pek öyle derin okuyup yazması yoktu ama, yaşayışın çetin- liğini, çetrefilliğini kavradığı günden- beri önüne çıkan güçlükleri, engel- leri bir yolunu bulup kaldırabiliyordu. Issız ve karanlık olan eski evlerinin basık tavanı altında gözlerini açmış, çocukluğun en tatlı zamanlarını -İris- talıkla geçirmişti. İyi bir dülger oları babası, yapmakta olduğu Hüyücek bir evin iskelesinden düştükten sonra uzun zaman belini Ancak son zaman işlere gitmiye başla ıştı. ufak tefek Zavallı an- KALMIŞ nesi de kızı gibi çalışıyordu. Bu di- dinme ile önlerinde bir sıcak çorba bulabiliyorlardı. Türkân 11-12 yaş- larında iken geçirdiği bir hastalıktan sonra birden serpmiş, duru ak yü- zünde açık bir pembelik belirmiş, solgun dudakları bir kıvılcım gibi yanmıya, iri yeşil gözleri iki damla zümrüt gibi parlamıya başlamıştı. Koras bilmiyen bedeni sanki körpe bir demet gül gibi açılmıştı. Bodrum kapısına beşziyen küçük tahta kapı- dan iki büklüm geçiyordu. Çünkü gövdesi gönülleri dolduran ince uzun, altın yapık bir başı üzerinde taşı- yacak kadar geniş omuzları, bu kü- çük aralıktan sığmıyordu. Dişinden tırnağından artırarak diktirdiği man- tolar ve roblar içersinde onu gören- ler, yoksul bir yuvanın kızı olduğu- nu anlamıyorlar; belki de kendi için varılması güç olan konaklar, köşkler tasarlıyorlardı. Her gün doğuda e- vinden çıkar, gün batarken gelirdi. Arkadaşları ve büyükleri arasında ağırbaşlılığı ile ün almıştı. Fabrika- iğrür büyük oğlu Songur arasıra babaiıni görmek üzere bürosuna geldikçe işçileri dolaşır, kötü ve der gersiz bakışlarla genç kızları süzerdi. A ” — Songur bu gidip gelişini o kadar artırmıştı ki, artık bir usta gibi er- kenden işçilerin başına damlıyor, bildiği bilmediği her işe karışıyordu. İhtiyar babası da oğlunun haylaz- lıktan vazgeçip iş öğrenmiye baş- ladığını sanarak sevinç duyuyordu. İşçiler arasında Songurun bir tek ko- nuştuğu kız Türkândı. Fabrikaya gelir gelmez gözlerile onu arar, hiç yoktan yanına çağırır, fakat kızın yüzünün; gülmediğini görünce ne söyliyece- ğini şaşırırdı. Kızcağız gencin dü. şüncelerini anlamıyor değildi, her şeyden önce kadınlığın üstünlüğünü gözetiyor ve kimseye boyun eymeme- yi kendisi için bir formül yapıyordu. Songurun kıvırcık kumral saçları, iri kestane renginde gözleri, topar- lak cana yakın bir yüzü vardı, Boylu boslu bir erkek yapılışı ile salonlarda kadınların gönlünü alır, o ince var- lıkları avucunda tutmak isterdi. Fa- brikalarında çalışan güzel kıza karşı duyduğu kötü şeyler onunla konu- şalıberi gönlünden yavaş yavaş 8i- linmiye başlamıştı. Öyle zamanlar oldu ki, Türkânın yeşil gözünden başka şey düşünemiyordu. Eskiden sevginin varlığına ihanmadiği' halde, Yeni Ankara garının inşaatı ilerlediğini geçende yazmış, bu arada Bayındırlık Bakanı Ali Çetinkaya tarafından bu faaliyet tedkik edil- diği sırada çekilmiş bir resim koymuştuk. Gördüğünüz resim de, garın yapılışından başka bir safhayı tesbit ediyor