110 SERVETİFÜNUN No. 2081—396 | Yazan : > Çeviren : | Paul Zifferer M E H U L F D 0G R U Ferid Namık | Roman : 23 .. Hansoy | Kapı açılınca, Murun, nazarı dikkatini cel- beden ilk şey, yaldızlı bir kaide üzerine otur- tulmuş bir nevi çini vazo içinde, çok canlı ve yeşil reükte, sun'i bir palmiye olmuştu. Bir otel odasında, çöllerdeki vahaların acıklı bir timsali olan bu palmiye, uzakların güneş ve semasının bu bedbaht hâtırası, büyük ihtiyarın kederli vaziyet ve tavrile hemahenk oluyordu. Yanında bulunan ve uzun bir nutuk söylemek- te olan musevi kâtip Menahim, ziyaretçiyi se- lâmlamak için sözünü kesmiş; bol lâflarla Mu- rün önüne atılarak ne fikirle geldiğini anlamak istemişti. Halef Beyin vaziyeti onları çok mah- zun etmiş gibi görünüyordu, Yapilacak bir iş kalıyordu: derhal gitmek... Abdülkadir, Menahimin çok söz söyleyişin- den canı sıkılır gibi, sert bir bakişla başını kaldırdı. Mur, elindeki gazeteyi kâtibe uzatarak sordu : — Bu, doğru mu? Musevi tehditkâr bir hareketle : — Buçehrenin küstahlığı kadar doğru, diye bağırdı. Eğer utanmak onun için olsaydı, ol- dukça eğlenecek ve zevklenecektim. Kardeşi miyim? Muhafızı miyim? Onun deliliklerine cevap vermeğe bir mecburiyetim var mı? Bu- nun bilmem; yalnız bildiğim şudur ki, bütün işler omuzlarıma yüklendi. O, bu ihtiyardan da inatçı çıktı. Bu amerikalıları da bize kim ge- tirdi, anlamıyorum ki... Menahim, etsmuştu. Eskisinden daha şık giyinmişti. Parmaklarında kıymetli yüzükler bu- lunuyordu. Mur, Menahimin Amerikan şirke- tile münasibette bulunduğunu biliyordu. Bina- enaleyh, onun çok zengin olduğunu ve Şeyhin, hareket etmek üzere bulunduğu bir sırada neden bu kadar şiddet gösterdiğini keşfetmek okadar zor bir iş değildi. Yahudi devam ediyordu : — Bu adam «Harbi Şemsi» yani güneş sa- vaşi isminde bir cemiyet kurdu. Güzel bir isim değil mi? Böyle bir isim arkasındaki bir haki- kati aramağı kim düşünecek? Maatteessüf, his. siyatını saklıyan bir adamda, bütün kelimelerin iki manası vardır. Ben de bu cemiyete dahil oldum; çünkü Şeyh beni kaydettirmişti. Redde- demedim. Ve bütün Kafkasyadan Parise gelen- lenler bu cemiyete girdiler; hiç kimse de, bu delinin ne maksadını, ne de tavrı hareketlerini bilmiyordu. Polisi peşimize taktı. Belki bugün- lerde buraya da gelecekler ve araştırma yapa» caklar. Buna karşı ne yapacağım nasıl hareket edeceğim, bilmiyorum. Şeyhe söyleyiniz, dedi. Halef Bey masum- dur. Bunun için ispatım da vardır. Abdülkadir, başını iğerek bu muhavereyi dinlemiş; muztatip ve müteşekkir nazarları Mura doğru çevrilmiş, ve bu esnada, odanın br kö- şesinden keçi sesini andıran bir gülüş duyul- muştu. Mur, odada üçüncü bir şahsın bulundu- una dikkat etmemişti. Ses : — Masum!.. diye tekrar ediyordu. Efen- dimiz galiba Halef Beyin masumiyetini ispat etmek istiyorlar | Bu, herkese karşı fazla iltifat gösteren Ki- limyandı. Ermeni, gölgeden çıkarak, akşam karanlığı henüz basmadığı halde küçük odanın biraz ka- ranlık olmasından dolayı, elektrik lâmbasının duvardaki düğmesini çevirdi. Ziyanın aksile hi- lekâr ve şeytanetkâr çehresi meydana çıktı. — Efendimizin Harbi Şemsinin kırmızı ta- tarlarla olan münasibetinden ve onların bulunan mektuplarından haberleri var mı acaba? Mur, cevap verdi: Halef Bey, birçok işlerle alâkadar olabilir. — Beyaz ırklı misefirlerine hareket eden, işkence yapan Çin ihtilâlcilerile de... — O, çok merhametli ve sempatik bir a- damdır. Ermeni güldü : — İşte, hata burada... Hindistanda tanıdığı tatarlar ve parslarla karşı karşıya gelerek, ser- vetinin bir kısmını gösterdi. Halbuki, onların, zavallı Nikolay Melikovun hayatı için paraya ihtiyaçları vardı. Bakülü adamın, elbette, bu ince noktalardan haberi yoktu. Muhitini daima sertçe idare ediyor ve ekseriya kırbaç kullanı- du. — Bu malümatı nereden aldınız ? — Efendimiz, bendelerinin bu malümetı ala- bileceğini bilmezler mi? Mur, dehşetli bir sıkıntı içinde boğuluyordu. İtiraz etmeği denedi: