No. 2074—389 UYANIŞ de kaldığı gözümün önüne geldi. Ya bu zavallı Sezainin, senin gibi sertabepâ ruhtan, kalbden inşa edilmiş bir bebeği kırılırsa Onun âmâkı mevcudiyetinde nelerin hur- dehaş olduğunu bir kere tahmin et. İclâl ! Tabiat denilen çocuğun da oyuncakları var. Onun oyun- cakları: bütün mevcudat! Hep onlarla oynuyor. Fakat. bu çocuk da rikkati ibda ettiği halde kendi rakik değil, iyiliğin sanıi sanisi ol- duğu halde kendinde iyilikten eser yok. Bir de ue verirse meselâ sal- tanatlar, iklimler, ummanlar, hü- sünler, dehalar, bunların zevki anlaşılmağa başlandığı zamau he- men geri alıyor. Hem ne suretle? Yerlerden besi sürükliyerek, ya- taklarda boğar Fekilerin İd bizim tabiat dediğimiz bu çocuk : bir eseri ya- vaş, yavaş ikmal ediyor. O eser kemale gelir gelmez acele acele tahribine başlıyor. Meselâ her ta- rafı bahar içinde, çiçekler içinde bırakıyor. Bakıyor ki bahar kemal bulmuş. Hemen çiçekleri solduru- yor, bülbülleri suaduruyor, Sonra her taratta yeşil bir saltanat tesis ederek idaresini güneşe tevdi edi- yor. Dehasına layık görmediği, beğenmediği için mi nedir 9 Bir- denbire bir zemheriri hiddet halin- de eserek bunların hepsini kırıp geçiriyor, her tarafı hüzün içinde bırakıyor. İnsanlarda ayni böyle baziçei inkılâbı ! zeminde yaptık- ları bu !,. Parlaklığı, kışı havalar açtığı günlerde topraklardan çıka- rak semaya bakan böceklerin göz- leri derecesinde olan zekâmızla anladığımıza göre kürrelerde, keh- keşanlarda oyuncağı! Oynarken, severken onlarıda kırıyor, söndürü- yor, Bunları hep senin ye'si hicia- nınla söylüyorum. Niçün o kırdığı, söndürdüğü hüsünleri, kalbleri, kürreleri bâlıki bakikisi daha yük- seklere is'ad ile ikad etmesin Ah ne siyah bir gece içinde yürüyorum, Güzar ettiğim bu azim Sami Paşazade Sezai, Avrupada bir caddede dolaşırken Sami Paşazade Sezai, bir gezintide gecede beyaz olarak yalnız benin saçlarım vardı ki aksile rengi ma: temi daha siyah ediyordu. İclâlei- gimin ayak ucuna kapandım. Ma- suvaya karşı gözlerim de kapan- dığı ande İelâl, birdenbire küçü- cük mezarının üzerinde zuhur 8t- ti. Bir hayâl, şüledar bir sis şek- linde olduğu halde hakikatten de- ha hakiki idi. Kendisinden daha ziyade kendisi idi. Dudakları ka- palı iken mukadderata, kâhninate karşı üzerinde kinayeli bir tebes süm görünen çehresi, düşünen dü- şündüren gözleri, orads, başımın ucunda, yanımda, her tarafımda, bütün mevcudiyetim eriyerek ona inkilâbda idi, Fakat İclâl, bu ha yâl, bu şüledar sis zuhur eder et- mez bir saniye durmıyarak yükse- liyordu. Yükseldikçe yine benden bir an ayrılmıyor, daha ziyade yak- lagıyordu. Şimdi sür'atle semada tabaka tabaka itilâya başladı. İşte cişmi şeffafını renkten hisler, $6- habdan fikirler güzar ediyor. Bak, en yüksek tabakalara yaklaşıyor. Şüledar bir sisten ve bakikatten ibaret olan İclâlin çehresi hafif hafif ihtizaz etmeğe başladı. Zan- nederim meleklerin nefesi yüzüne dokunuyor. Daha ziyade yükselin- ce kucaklamak için kollarımı kal- dırdığım zaman ellerim tutuşarak eridi. Şimdi büsbütün yükselerek bir yıldızın üstünde bir kalb gibi helecana (başlayınca ben &sukut ederek mezarının ayak ucuna düş- tüm. İciâl! Ren artık buradan kalkamıyacağım...»