142 SERVETİFÜNUN No. 1850 - 165 MENESSNEENN > HİKÂYE <EEEEENENEE NE Bir Kedi Miyavladı!... EEE EEEREEEEEE Hasan Refik nü «Bir yarım delinin ağzından» diyö başlıyordu.: Ben, bir zamanlar, şu son günlere gelinceye kw dar, çok çen, halinden hayatından çok memnun bir bekârdım.. Öyle bir bekâr ki, hayatı basit ve eğlen- celeri mahdut... Ben neden böyle bir adaradımt,, Hayatımın akışının tamamen aksine bir inkişaf ile yetişmiştim... Çocukluğum çok tenha bir muhitte, gürültüden uzak, etrafı geniş bahçelerle sarılı bir köşkte geçmişti.. Civarımızda ben yaşta hiç bir çec- cuk balamamıştım.. Hayatımın bu ilk geneleri ihti- yar dadımın renk renk, boy boy, cinş cins kedileri Bnsında geçti... İlk sevginin ilk lezzetini bu kedi lerin parlak tüyleri üzerine kondurduğum ıslak öpüş- lerde tattım... Ana ve babamdan size hiç bahsetmedim... Anne- mi hiç tanımıyorum... Hayatının yegâne mahsulünü iki yaşında yalmız bırakarak gözlerini güneşe yuüm- müş... Babamı ancak akşamdan akşama bir kaç dakika görüyordum... O yalnız bana değil dünyays bile küsmüş menfi bir adamdı... Ben, ana baba sevgisinin ılık ürperişlerini duy- mamış bir mahlüktüm.., —3— Okuma yaşına gelir gelmez beni leyli bir mek- tebin soğuk duvarları arasına atmakta hiç bir mah- gur görmediler. Şimdi artık eve haftada bir geliyor dum.. Bu hafta izinlerinde de yegâne meşguliyetimi kediler teşkil ediyordu.. Ah! bu keğiler!... 'Ah! ba kedileri... Bu mini mini, renk renk, yumuk yumuk hayvan- cıkların benim hayatımda ne büyük bir tesiri oldu- Bunu bilmezsiniz... Kediler, bilseniz, ne uslu akıllı, ne temiz kalpli hayvanacıklardır.. Dadımın kedilerinin adedi on, onbeş taneden aşağı hiç düşmezdi... Marttan mayısa kadar bizim evin bir odası âdeta bir kedi mandre- sına dönerdi.. Yavruların birbirlerile, analarile oy- naşmaları ne kadar hoştu, nekadar haoştu.. Perşembe günü eve gelirken çocuklar kardeşleri ne çıkolata, kurdele, oyuncak alırlardı.. Ben kedi yavrularına kurdelelere dizilmiş boncuk kolyeler, süt İçmelerine mahsus kâseciklerle ceplerimi doldu- rurdum... Müfekkiremde bu #ayvancıklara tit nice nice hatıralar yaşıyor.. Nise tah, nice acı hatıralar kay- naşıyor.. Kaç defalar ölen kedi yavruları için göz yaşı dökmüş, hastalandıkları geceler ne kader saat- ler uykusuz kalmıştım... Bütün bu hatıraları bugün, yirmi beş sene sonra, pek iyi hatırlıyamıyorum; ber birini vuzuhla göremiyorum.. Fakat bunlardan biri, bir teki okadar kuvvetle bende yaşıyor ki her ha- tırlayışımda içimde o günler çektiğim elemin ntüd- beleri sanki yeniden açıp kanarlar, acırlari,. Bu küçük vaka, başkalarını bir saat bile düşündürmi- yecek olan bu basit hadise beni, garip bir muhitin mahsulü olan hasta sinirlerimi perişan etmişti. . Kedilerimizin en güzeli, en parlak tüylüsü ufa- ck bir pamuk yumağına benzeyen «Sevim» idi. Onu dadım doğduğu gündenberi hep sütle besliyor, bir sepet içinde yatırıyordu. Biraz fazla miyavlaaa saatlerce başından ayrılmıyaordu. Artık ben de her perşembe ceplerime doldurduğum öteberinin hepsini ona tahsis etmeğe başlamıştım... O bizim yegâne sevgilimizdi... Biz, onu okadar seviyorduk!.. Okadar seviyorduk ki... Hiç sormayın!... —— Size bir şey anlatmağı unuttum... İstsnbula yeni dığımız günlerden birinde yaşlı bir kadınla be- raber ben yaşta bir küçük kız gelmişti. İhtiyar ka- dın kibar giyinişli, ve çok nazikti.. Yanına aldı, sevdi, okşadı... Biraz ötede oturan kırmızı yanaklı, lüle lüle sarı saçlı kızı çağırdı; beni göstererek: — Samiye, dedi, haydi Ahmetle oynayın, cani- nız sıkılmasın..... Ben utancımdan ona bakamıyordum; fakat Sami- ye hiç çekingenlik göstermeden elimden yakalıyarak beni kapıdan sürükledi!.. Ogün onanla uzun uzun oynadık. Yeni başla- dığım mektebimden bahsettim... Gittikçe açılıyor, gittikçe onu kendime yakın duymağa başlıyordum., Haftaya tekrar gelmek üzere gittiler,,. Dadım bu ihtiyar kadının annemin teyzesi, ve Samiyenin de bu büyük teyzenin torunu olduğunu söyledi... Haftayı büyük bir heyecanla bekledim.. Bu; lüle lüle sarı saçlı, sarı gözlü, minik kedi yavrularının smeak hareketlerile sokulan küçük kız zihnimde bir fosfor parçasile çizilmiş kuvvetli bir iz gibi parlı- yordu... Çocukluğumun bu uzak günlerinin bu sicak Ür- perişli hislerini. aşka pek benziyen tızlayışlarını ha tırladıkça içim eziliyor...