106 SERVETİFÜNUN No. 1848—163 Tetkik: : Eylül Ve Mehmet Rauf Ölüm bizatihi istenilmeyen, korkulan bir şeydir. Çünkü aramızdan bir vücudun kayboluşunu görüyor, hissediyor ve acıyoruz. En fazla acınması lâzim gelen ölü, arkasında ölmeyen şeyler bırakandır. Herhangi bir adam ölünce, — il gün İçinde unutulmağa mahküm hatıralar Rant, böyle ölenlerden değildir. Çünkü arkasında yalnız birkaç hatıra değil, koca bir Eylül bırakıp gidiyor. O Eylül ki, insanlar kalp taşıdıkça; güzel nedir, bilindikçe; unutulmıyacak, ölmiyecektir. Önümde siyah ciltli kalınca bir kitap var: Eylül. Mehmet Raut..1331 de basılan ikinci tabı.. Sahifeyi çeviriyorum ; Halit Ziya'ya İlk eserim son üstadıma Mehmet Rauf Ve bu ithafı takip eden sahifede «Eylül» ü oku- mağa başlıyoruz : «Salonda bahçedek Ne acı tezattır ki, romanına kahkaha ile başlağığ Rami, hayatında hemen hiç gülmedi, hele son zaman- larında hep ağladı. Ben, Eylülü ilk ei zaman bir gün ve bir ge elimden bırakamamış, biriçim su gibi bitiri- 428 ehiilte tutan sy, eminim ki, bütün Gray umuşlardır. EU Lİ Salakild A snr aynı hararet ve tegnelikle okum : Eylül, bizde tahlili romanın en mütekâmil nümu- nesidir, Aşk, ıstırap, ani haz, üzüntü, birbirile çarpı- şan kalp hisleri, bazan galip gelen ekseriya mağlüp olan irade hâkimiyeti, menbusız elem ve düşünüşler.. Bütün bunların ifadesi, tahlili ehil bir kuyumcu maharetile işlenerek, hissettirilerek Eylülde bize verilmiştir, Suat öyle bir kadın ki, onu g Di yarın hep aramızda gördük, görüyoruz ve Buat, bu bir muhayyel roman Ernhramanı Seli, ap gün aramızda dol: Ranfun yarattığı, canlı, seven bir kadının timaalidir. Müellif Suadın şahsiyetini o kadar derin hatlarla bize gösteriyor ki, onu hiç ya yabancı bulmuyoruz. Kitabı oknrken birçok Suat'lar gözümüzün önünde geçit resmi yapıyor, Suni, elimize verilen bir pertavsızdır. Etratımıza gezdirerek tanr- iza Suat'ların içlerini, ruhlarını, hislerini görebi- liyoru Ravb cemiyet içindeki isimleri başka başka olan o kadınları adesesinin önünden geçiriyor ve hepsine birden Şuat ismini veriyor. Maskeli cemiyetin, birer casus gibi isimlerini değiştirerek aramıza salıverdiği Buat'ları biz Rauf'un adesesinden tanıyoruz. Necibi tanımıyan yok.. O ki seven adam.. Bütün kudretini aşkından alan genç.. Varlığı, oluşu kalbin- den gören âşık.. Sevgiye hiç bir şeyin hail olmadığını anlayan, inanan ve ışpat eden genç., Ve işte Süreyya.. Tanıdığımız Süreyya. Sevgiden, inanıştan nasip almayan Süreyya.. Karısından giyade «fildişi yuva» ya bağlı olan Süreyya. Kansının hislerine iştirak edemiyen, ona yabâncı kalan, onun kalbini tatmin edemiyen kocs., Eylülde, Süreyyanın anlatıldığı, tahlil edildiği satırları okurken, gözlerimizin önüne, kelimelerin arasından bize bakan, ne kadar çok Süreyya geliyor. Ve biz bu çehrelere ne kadar âşınayız.. Tanıdığımız bu insanları adefa isimlerile çağırmak istiyoruz. Eylül, yüksek bir edebi kudreti haiz ol duğu kadar, lisan itibarile de, zamanında yazılmış kitaplar içinde bize en yakın olan bir eserdir. Hele, ekseri tekellümi e ları bugün konuştuğumuz lisandır. Re tının kudretile bu konuşmalara bir de lirik şiir ilâve etmiştir, Araba ve sandal ge- zintilerinde, yağmurlu bahar günlerindeki: konuşmalar serapa şiir olan enfes parçalardır. , Romanda tasvirler çok canlı ve Içlidir. Yağmurlu bir eylül gününde Necibin vapura binerek Tarabyaya gelmesi, otele e“ Suadı düşünmesi ve bu satırların İçinde gizlenen ıstırap, elem, hisler, bir san'atkâr şöhretine kâfi gelen olgun bir parçadır. Raufun büyük bir Tomancı olduğu kadar içli bir şair olduğu da muhakkaktır. Eylül, türk edebiyatında Mehmet Raufla, tahlili zoma his romanı ile daima yanyana anılacak, hiç unutulmayacak, her zaman okunacak lâyemui bir eserdir. Çünkü Eylül bizim, kendimizin, ekserimizin yazılmış hayatıdır, Biz Eylülü gençliğimizde, ihtiyar- lığımızda. hatıra defterimizi karıştırır gibi, aynı heyecan va hazla okuyabiliriz. Rauf romanında Boğasiçini bize çok iyi tanıtıyor. G, denizi, açık havayı, ağaçlıkları, güzel tenha yolları gok seviyor. Rauf çok sevdiği ve kahramanlarını ik gezdirdiği Tarabyada bizzat kendisi de ya- gadı. Uzun seneler o denizin temiz Aövasını teneffüs etti. İnce, melâl yağmurunu seyretti. Tarabyanın önünde yatan karakol gemisinin kaptanı iken o güzel köyü doya doya kaptan köşkünden seyretti, 'Tarabya koyunda mavi denizi seven ve seyreden Rani, Cerrahpaşa hastahanesinin kimassiz koğuşunda ve kimseyi tanıyamıyacak bir halde gözlerini hayata kapadı. Şimdi, ona vereceğimiz yegâne teselli, onu ilelebet tanıyışımız olacaktır. Reşat Feyzi