Cilt 1 - Mektup 43 ten: TEVHİT iki kısımdır: Şühudi ve vücudi... Şühudi tevhit, şahit olunan her şeydeki delâletin «bir» den başka olmadığını görmektir. Vücudi tevhit ise, mevcudu «bir» bilmek, onun gayrını yok mülâha- za etmek ve yokluğu bile ona bağlamaktır, Böylece vücudi tev- hit «ilmelvakin - ilimle bilinir», şü- hudi tevhit ise «aynelyakin - aynen bilinir» kısımdan oluyor. Şühudi tevhit, bizim yolumuzun icapların- dandır, Fenâ makamı ancak bu tev- hit ile gerçekleşebilir ve hakikate «aynelyakin» ulaşmak, onsuz mü- yesser olmaz. Zira «bir» olanı gör- mek, «bir» in istilâsı zamanında on- dan gayrını görmemeyi gerektirir. Fakat vücudi tevhit bövle değildir; zaruri olamaz. «İlmelyakin» ise o marifet olmadan da ele gerehilir, Hakikati ilmi yakin vasıtasivle görmek, ondan gavrının nefvedil- mesini emretmez. Bildiğimiz gibi, «bir» olanın salebe ve istilâsı za- manında «mâsivâ - dış âlem»e ait her türlü ilim, nefvedilmekle mü- kellef olur. Meselâ süneşin vücu- duna vakin elde eden bir insan icin, güneşi bilmekle başka yıldızları bilmemesi icap etmez. Fakat gü- neşi avnen #ördüğü zaman, ne baş- ka vıldızları görebilir, ne de gör- meyi arzular, Ama bilir ki, yıldız» lar yok değildir, vardır, sadece ör- tülü ve süneşin nuruna mağlüp va- ziyettedir «Masivâ» yı red ve nefyetmekten ibaret olan vücudi tevhit, akla ve şeriate muhaliftir, Fakat «bir» gör- mekten ibaret olan şühudi tevhit ana ölcüye tamamiyle uyar. De- minki misale eş olarak, güneş do- ğarken yıldızları nefvetmek ve yok bilmenin hakikate muhalif olması, fakat sörmemenin muvafık olması gibi... O anda nazarı güneşin nu- rTuna nüfuz edecek kadar kuvvetli bir söz olsa, yıldızı güneşten ayrıl- mış görmez ki, bu da «hakkelya- kin - hakikatin icinde erimek» mer- tebesine cıkmak olur. Sofi hikâyeleri içinde, şeriatin zâhirine muhalif görünen bazı, te- 6 TEVKİT ŞüHUDİ VE VüCUDİ TEVHİTLER SSS celliler, hep, vücudi tevhide mağ- lüp olmaktan ileri gelmiştir. Bun- ların arasında Mansur ve Bayezit (Bestami) #ibi zatların sözleri ma- lâmdur. Bu gibi hallerde lâzım olan, hemen şühudi tevhide atlayıp muhalefeti üstünden atmaktır. Bu gibi zatların gözünden, düştükleri mânevi sarhoşluk dolayısiyle, «mâa- sivâ» âlemi #sizli kalmış ve sırf bu halin galebesiyledir ki, onlar, şu- urları mes'ul olmaksızın bu sözleri söylemişlerdir. «Hak benim!» sözü, hakikatte ve söz sahibinin o anda düştüğü hal icabı olarak «Hak ladur, ben değilim!» demektir. O anda Mansur nefsini görüp isbat etmedi ki, böyle bir küfre şuurun- da yer vermiş olsun. Küfür, nef- sini söre #söre ona Hak göziyle bak- maktır. Bazı büyüklerin ayak at- tıkları bu hal, baştan başa hayre- tin vatanıdır ve bu vatanda ölçü- ler yürürlükte. değildir. Bayezit (Bestami) nin nefsine sübhanilik izafe ettiğini sandıran sözü de, ha- kikatte, nefsini değil, Hakkı tenzih- ten ibarettir ve o makamda ken- dişi, kendi nazarında mevcut de- ğildir. Bu makamlar hayret ve mâ- “nevi sarhoşluk noktaları olup ken- dilerine şeriat ölcüsü teveccüh et- mez. Fakat onların sözlerini zâhi- riyle ele alıp şuurla benimsiyenler küfre düşmüş olabilirler, Bütün makamlardan geçip «hak- kalyakin» derecesine oulaşanlar, böyle ve buna benzer kelimelerden kaçınırlar ve dinin en büyük sırrı olan itidal haddini tecavüz etmez- Zamanımızda bazı sofi müsved- deleri, iç yüzünü anlamadan bu hallere heves göstermişler, vücüdi tevhidi bayraklaştırıp ondan başka kemal tanımaz olmuşlardır. Böyle- ce de hem «aynelyakin», hem de en ileri derecede olan «hakkalyakin»- den mahrum kalmışlardır. Ve en ecii, sırrını anlamadıkları bazı sözleri, kendi hayallerindeki mâ- nalarla karıştırıp nefsaniyetlerini , beslemekte mahzur görmemişler- dir, Bu, incelerin incesi meselenin ele alınmasındaki sebep şudur ki, zamanımızın insanları kimisi sade- ce taklit, kimisi bir parca ilim, ki- misi biraz zevke bulanmış bilgi, kimisi de doğrudan doğruya küfre kacan bir meşreple vücudi tevhit eteğine el atmakta müttefiktirler. Her şeyi Haktan ve belki Hakkın ta kendisi bilirler ve gerdanlarını şeriatin bovunduruğundan bu hile ile kurtarmak isterler. Şeriat hü- kümlerini küçümserler, soranlara karşı şeriati tasdik ederlerse de hakikatte cocukluk, bilirler, asli muradı şeriatin ötesinde hayal ederler, Bu kanaat doğrudan doğ- ruya küfürdür. Allah cümlemizi yanlış itikatlar- dan korusun; ve şeriatle tarikatin bir olduğu hakikatinden bizi ayır- masın. Şeriatle tarikat arasında kıl ucu kadar muhalefet yoktur. Biri, tamamen öbürünün hakikatini ger- çekleştirici olarak, birbirinin zâhiri ve bâtınıdırlar. Esas olan şeriattir. Şeriate muhalif olan her şey redde- dilmeye mahkümdur. Şeriatin tas- dik etmediği her hakikat düpedüz yalandır. Şeriat mizanların miza- nıdır, M. IŞİKLI