28 Ekim 1949 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 5

28 Ekim 1949 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Kâbenin fon teşkil ettiği bir plân- da cereyan etti. Kâbeyle beraber İslâmiyetin de, topyekün bütün za- man ve bütün mekânı içine alan nihai seviye ve mânasına ulaştırıl- ması işi Gaye-İnsan ve Gaye-Pey- gambere ait olarak mahfuzdur. ŞEKİL İR İslâm âlimi, Hazreti İbra- him eliyle yeniden inşa edilen Kâbenin e ölcülerini şöyle tes- bit ediyor Yükseklik takriben 6 metre... «Hacer-i Esved» den «Kükn-ü Sa- ni» ye kadar uzunluk takriben 22 metre... «Rükn-ü Sani» den Rükn?ü Garbi» ye kadar genişlik takriben 21 metre... Bu ölçülere göre Hazreti İbrahim eliyle inşa edilen Kâbe, 20-22 met- re genişlik ve derinliğinde ve 6 * metre yüksekliğinde, basık bir mi- kâp oluyor. Bu insa, hudutsuz sadeliğin mu- azzam mâna ve derinliğini ifade- lendiriyordu. Sadece dört sağır du- varın, içine gömdüğü büyük sır... Ne tavan, ne eşik, ne kapı, ne pen- cere... Kâbe, hendesesini ilk defa Hazreti İbrahim elinden kazandığı» nı bildiğimiz bu şeklini, esasi pren- sip ve keyfiyet bakımından hiç bozmadan, fakat kemiyet ölçüleriy- le devir devir değişerek ve yeni inşalara tâbi olarak zamanımıza kadar gelmiştir. Meselâ «Kussâ Bini Kilâp», Kâ- benin muhafızlığını üzerine aldığı zaman eski binayı yıkarak, yerine, hurma ağacından yapılmış kereste- lerle bir bina vücuda getirmiş, bi- nanın da üstüne aynı kerestelerden bir tavan çekmişti. Kâbeyi ilk defa olarak örtüler altına alan zat, Humeyr hükümr- darlarından Es'ad... Ondan sonra bu usul an'aneleşti ve nadide ku- maşların yatağı olan Yemen, Kâbe örtülerinin kaynağı oldu. «Kussâ» zamanında, Kâbe örtülerine karşı- lık olarak “Arap kabilelerine bir vergi borcu yükletilmişti. Bir Müslüman âlimine göre, Re- suller Resulü de Kâbeyi Yemen kumaşlariyle örttürmüştür. Hazreti Ömer, Kâbeyi, Mısır ke- teninden bir kumaşla bürümüştü. Sonraları iş, namütenahi derin sa- delik sırrından uzaklaşıp yalnız kemiyet âlemine mahsus bir köpür- meden başka bir şey olmıyan Ziy- net ve satafat ifadelerine dökülün- ce, Kâbeye doğru ipek, atlas ve al- tın akını başladı. Emeviler Kâbeye ipekten örtüler göndermeğe başla- dılar, Bir Mısır sultanı, iki köyün gelirini, Kâbenin nadide örtülerine kitaplar yazdı. Nitekim Muhasi- bi, kitap telifinde bu usule riayet etmiştir. Bazıları da, tarikat edep- lerile tarikat ehlinin vecd ve zevk hallerine dair kitavlari yazmışlar- dır. İmam-ı Kuşeyri risalesi ve Sühreverdi'nin «Avarif-ül-Maarif» i bu tarzda eserlerdendir. Görülüyor ki, ai baş- langıcı, nübüvvet ve risâletin bâşlangıcıdır. ERİŞ semavi şeriatlerin hakikatlerile sıfatlan- maktan doğmuştur. Şeriatlerden maksat, semavi kitaplar ve ila- hi emirler ve yasaklardır ki, her zaman itikat cephesi sabit; ve tâ- bi olduğu şeriatin yeniden gel- mesile yenileşen ameliyelerin be- lirttiği mânadır; ve baştan başa ruhun sıfatlanmasına © vesiledir. Binâenaleyh tasavvufun belirtti- ği 'sıfat; nebilik ve resüllükle be- raberdir, Hakikatler denizi olan ve pek çok inceliği şamil bulunan tasav- vufun azim bir meselesi «Vahdet-i Vücud», Buda ve öbür bâtıl mez- hepler erbabının akla dayanarak bahsettikleri «Vahdet-i Vücud» dan büsbütün başkadır. Çünkü tasav- vufun «Vahdet-i oVücud» u bir zevk işi, öbürününki ise bir akıl işidir. - Aralarındaki farkı, bütün inceliklere kemalile malik ve an- cak o yüksek makama çıkmış bu- lunanlar ayırt edebilir. Akıl ve zahir ehli böyle bir zevkten mah- rum oldukları icin, yine akıl'yo- luyla muhasebe edip iki görüş arasında bir nevi münasebet gö- rürler ve iki zıddı birbirine ka- rıştırmış olurlar. Bu yol incelerin incesidir; ve incelikleri ayırt ede- bilecek istidatlara muhtaçtır, 5 ayırdı. Yavuz Sultan Selim bu ge- lir ve tahsisi yükseltti. Hazreti Abdullah Bini Zübeyr Kâbenin sütunlarını altın suyiyle pırıldatmıştı. Abdülmelik Bini Mer- van, aynı gaye yolunda Mekkeye 3600 altın göndermiş, Abbasilerden Elemin de Kâbenin eşiğini altından yaptırmak üzere 1800 altın yolla- mıştı. Peygamberler Peygamberinden sonra yapılan bu işleri kaydeder- ken «Hakikatte güneşi altınla si- vamaya lüzum yoktu'» hükmünü veren kitap, bu noktada, başka hiç- bir ilâveye lüzum bırakmıyacak kadar SE HAFIZLAR P EUGMİEENLİR derecesinde mevkii ikinci olan ulu Pay- gamber Hazreti İbrahimden sonra, Kâbe, birdenbire en derin bir cazi- be merkezi olarak etrafa mıknatı- siyet seyyalelerini yaymaya başla- dı. Tevhidin en sâf remzi olarak yükselen Kâbe, gitgide yerini bir put deposu olmaya doğru bırakır- ken, bütün bu putları kökünden yok edecek olan Kâinatın Mefhari- ne kadar, mânasını kaybettiği de- virlerde de Arap kabilelerinin na- zarında en büyük ihtiram merkezi olmak mevkiinden düşmedi. Bu ba- kımdan, Kâbe muhafızlığı, en bü- yük ve nüfuzlu bir makam sahip- liğini ifade etti. İsmail Peygamberden sonra, oğ- lu Nabıt, Kâbenin muhafızı olmuş, onun da vefatiyle muhafızlık İsma- il Peygamberin kayınbabası ve Nabıtın büyük pederi olan Mez- zaz'a geçmiştir. Mezzaz ile Kâbe muhafızlığı İsmail oğullarından Cürhüm kabilesine geçmiş oldu. Vakıâ İsmail Peygamber Cürhüm- lerden kız almış olmakla beraber, Kâbe muhafızlığı, kendisinden iti- baren ilk defa oğullarına doğru bir Pr seyr takip etmişti Ondan sonra Huzae kabilesi Kâ- beyi zavtetti ve muhafızlığını eli- ne aldı. Huzae kabilesinden baba- larının emanetini geriye alan, Kus- sâ Bini Kilâp'tır. Ondan sonra mu- hafızlık nesilden nesle geçerek asil- ler çevresi Kureyş kabilesinde mer- “kezileşmiş ve Âlemlerin Nuruna - kadar böylece devam etmiştir. (Devam ediyor) 5

Bu sayıdan diğer sayfalar: