BÜYÜK DOĞU CEMİYETİ Yolun Devamı Ömer KARAGÜL MASYA ve Sıvasta kalmadık. Alâkalılarımızla, trenin dur- duğu kadar istasyonda gördüştük- ten, onlarla ancak bir telgraf üslü- bu içinde temâsa imkân bulabildik- ten sonra Malatyaya doğru yolu- muza devam ettik, MALATYA Trenimiz gecenin ilk saatlerinde Malatyaya vardı. İstasyon karan- lik... Garda, hareketli karaltılar ha- linde bircok insan... Bunlar Malat- ya garına nisbetle tabii dereceden biraz fazla bir kalabalığı ihtar edi- yorsa da, henüz, belli başlı bir küt- lenin bizi beklediğine dair bir alâ- ' met yok... Trenimiz, dağınık karal- tıların önünden yavaş yavaş geçe- rek durdu. Vagonumuz, garın niha- yetine düştü, Trenden derhal inme» yi düşünmüyor ve kalabalıktan bir işaret bekliyoruz. İşte, vagonumu- za doğru koşan birkaç gölge... Biri haykırıyor: -—- Necip Fazıl Kısakürek! Kendimizi belirttik, Biz ininciye kadar bu birkaç gölge, vaziyeti ge- rilere bildirmişti. Gölgeler on, on beşe çıktı, Gerilere doğru bir kay- naşma görülüyordu. Gaye ve ruh dostlarımızla ku Malatya mümessilimiz Sait Çekme- gil, bu karanlık istasyonda, bizden olan ve bize gelen çehreleri, fosfor ğibi pırıldayışlarından tanıyorduk. Gerçekten, iman yuvası çehrelerin ifadesini, hiçbir üniforma meydanâ getiremiyor; ve imanın alınlara aksettirdiği mâne- vi marka, hiçbir arma ile kıyasla- namıyor, Bu bakımdan her yerdeki Büyük Doğucular, henüz rozetleri- ni göğüslerine takmadan, birbirle- rini uzaktan tanıyabilirler, Malatya mümessilimiz, gerideki kalabalığı göstererek: — Sizi bekliyorlar, dedi, sizin için geldiler. Samsundan sonra ikinci hayret tablosu! Biz, keyfiyetçe üstün, fa- kat sayıca ender insanları gözler- ken, servetin iki cephesiyle birden lâtuflandırılıyorduk. Kalabalığa doğru yürüdük. Büyük, taşkın, yü- rekten, candan bir alkış... Araların- da, en genç, fakat daima pırıltılı yüzlerden, ak sakallı ihtiyarlara kadar, kalabalıkla selâmlaşmak ve halleşmek epey uzun sürdü. Mü- messilimiz ve en yakınlarımızla atlı arabalara binerek şehre girdik. Bir lokanta... Yirmi otuz kişilik bir masa... Yemek, hasbıhal ve sonra büyük bir een yollandığımız mümessilimizin € İstanbuldan side Necip Fa- zl bana demişti ki: — Teşkilât için mutlaka muhtaç olduğumuz bu Anadolu seyahati, gazetemizin yeni şekliyle intişarına kadar yazılarımıza mecburi bir fâ- sıla verdirirken, şiddetle muhtaç olduğumuz istirahat imkânını da bağışlıyacaktır. Yatakları yanacak derecede kızgın makinelere dönen beynimiz bu sayede biraz dinlenir. Halbuki Samsunda uyuyamamış, trende uyuyamamış; ve şimdi Ma- # latyar'a, altımıza kuş tüyünden kır- kar (ane şilte çekseler, uyku ihti- yaciyle kavruk hale gelmemize rağ- men şilteleri tekmeletecek kadar güzel ve çekici bir topluluğun içi- ne düşmüştük. O ve ertesi gece, Sait Çekmegilin, Malatyadaki yeni devir umranına uzaktan bakıp gü- len tam Türk ve Malatya üslüplu evinde sabaha kadar konuştuk. Samsundan itibaren, ortada, hay- retlere şayan olan tek bir şey var- dı: Biz, içinde erimiş bir maden bu- lunan potalar gibi, kendi cinsimiz- den madenleri eritmek üzere on- ları göğsümüze basmaya muhtaç değildik. Her fert, içinde, binlerce derecelik hararetle, ayni erimiş madeni taşıyan birer potaydı. Sa- dece birbirimize karışıyor ve der- hal, hicbir muameleye lüzum kal- maksızın aynı şey oluyorduk. Evet, sabah, öğle, akşam ve yine sabaha kadar, aynı şeyi, büyük ve çetin dâvayı konuştuk ve her bakımdan mutabık kaldık. Gündüz Malatyayı gezdik, Büyük Doğucuların ilk resmi içtimalarını yapmış oldukları parka gittik. Ora- da, tenasül âletini nihayet bir yap- rakla değiştirtmeğe Malatyalıların muvaffak olduğu meşhur heykeli gördük. Aynı heykelin kapalısı, fa- kat çap bakımından birincisinden aşağı kalmıyanı, Malatyalı ve ikin- ci Cumhur Başkanına ait olarak, şehrin merkezindedir; ve yalnız bu iki heykele sarfedilen para ile Ma- latyada ne büyük umran eserleri kurmanın mümkün idiğini, sanki süküt içinde ilân etmektedir. İlk acılacak şubelerimizden biri olarak Malatva şübeimiz için düşü- nülen lokalleri dolaştık. Henüz res- men bizden olmıyan Malatyalıla- rın, adım başında en parlak ve si- cak alâkalarivle sarılıyordüuk, Ne- cip Fazıl, Malatyanın «Şehir Palas» isimli lokalinde de konferansını tekrarladı ve iltifatların en değer lilerine nail oldu. Araba, taksi ve kaptıkaçtılardan bir katar... İstasyon... İstasyonda gayet heyecanlı bir konuşma ve İs- tikbale karşı tam bir emniyet duy- gusu... Tren... Göz yaşlariyle nem- li, öpüşmeler, kucaklaşmalar, ve- dâ... Göklere yükselen ve tren hal- kını «Acaba bu iki yolcu dâ kim?» diye e şe düşüren alkışlar... Bir se: — Şu bemizin acılış DzrasİNİ için pek yakında bekliyoruz! Necip Fazila bir köylü, âdeta Malatya münevverlerinin bir aka- demisi olan Sait Çekmegil'in dük- kânında şöyle demisti: — Efendi! Biz parti marti anla- mıyoruz! Bize, solmıyacak rengi, (Devamı 16 ncı sayfada) nı benimkilerle mukayese etmez- di, Bu söz o kadar hoşlarına gitti ki, kahkahalarla güldüler. Gül- meler bitince kral sordu: — İkinci eksik neymiş? — İkinci eksiğin Kral Hazretleri için Yamzu gibi bir inci ile evlen- memesi olduğunu söyledi. — Öyle mi? Sen bir inci misin? Yamzu kırıtarak cevap vermeğe çalışırken dört yaver, aralarında Pilga olduğu halde içeriye girdi- ler. Onu elli defa saray bahçesin- deki havuza daldırıp çıkardıkla- rını söylediler. Vezirin üstü başı sırsıklamdı, o Üşümüş, titriyordu. Kral bir tas daha şarap içerek: — Vezir hazretleri! Benim sof- ramdan kalkmıyanları ben işte böyle kaldırırım. Bu senin ku- lağında küpe olsun, Seni vezir- likten de azlediyorum! Dedi. Zavallı . Pilga yalnız azledil mekle kalmadı. Şarapla iyice kı- zıştıktan sonra serin gecede elli defa soğuk suya dalıp çıkmak yüzünden hastalandı. İki üç gün içinde ölüp gitti. Nihal ATSIZ 3