ERYÜZÜNDE hiçbir devletin, belli kalıplar içinde donmuş, katı bir dış politika izlemesi beklenemez. Dış politikalar, bir ülkenin uzun vadeli ulusal çıkar- larına, uluslararası hayatın geliş- mesine, hattâ yöneticilerin eğilim- lerine göre, zaman içinde, elbette ki önemli-önemsiz bazı değişiklikler gösterecektir. Bir ülkenin dış po- litikası bu değişmeleri gösterme- yip, yıllar yılı, eskimiş çıkar ve endişelere, eskimiş uluslararası ko- şullara göre kalıplaşıp kaldı mı, o ülkenin, önünde sonunda bir hayâl kırıklığından ötekine, bir başarısızlıktan ikincisine, üçüncü- süne düşmesi kaçınılmaz olur. Tıpkı Menderes Türkiyesi gibi... Ancak, dış politikalarda zaman zaman yapılması gerekli değişik- liklerle, belli bir anda ve belli bir konu üzerinde o sırada esen rüz- gâra göre alınan çelişik durumlar arasında dikkatli bir ayrım yap- mak gerekir. ÜRK dış politikasının son yıl- larda bir çelişme ve kararsızlık dönemine girdiği kimsenin gö- zünden kaçmamaktadır. Çeşitli bildirilerin birinde söylenen öte- kine, ötekinde söylenen bir başka- sında söylenene uymamaktadır. Sosyalist ülkelerle birlikteyken Kıbrıs'ın bağımsızlığından, Viet- nam'da 1954 Cenevre anlaşmala- rının uygulanması gerektiğinden ve Vietnam halkının bütünlüğün- den söz açılmakta; Kıbrıs'ın ilerde ikinci bir Küba olmasından korkan Birleşik Amerika veya bağımsız Kıbrıs görüşünün Yunanistan'ı kır- masından çekinen bir Batılı dev- letle birlikteyken Kıbrıs bağımsız- lığı ağza bile alınmamakta, her ya- na çekilebilir yuvarlak formüller kullanılmakta, Vietnam halkının ikiliğinden bahsedilmekte, Cenevre anlaşmaları hatıra bile gemlemek- tedir. Kayıtsız şartsız bir, çekir- dekli silâhların yayılmasını önle- me anlaşması taraflısı olan Birle- şik Amerika ve Sovyetler Birli- ği'yle görüşülürken onların tezleri benimsenmekte, böyle bir anlaş- manın kendi savunmasını nn biçimde kısıtlayacağını (o düşü! Federal Almanya ile görüşülürken AKİS Bilin, biz ne istiyoruz! Bonn'un "meşru hakları'ndan dem vurulmaktadır. U sırada özellikle üzerinde dur- mak istediğimiz, Dışişleri Ba- kam İhsan Sabri Çağlayangil'- in geçen hafta Birleşmiş Milletler Genel Kurulu önünde yaptığı ve bu Bakanlığın türk kamuoyundan yangından mal kaçırır gibi kaçı- rıp saklamaya çalıştığı konuşma- dır. Çağlayangil, Genel Kurul önün- de Kıbrıs konusunda sarfettiği sözlerle, bir. kalemde, çok değil, bundan daha üç hafta önce yayın- lanan Türk-Sovyet bildirisiyle tam bir çelişmeye düşmüştür. Bilindi- ği gibi, bu bildiride, Kıbrıs anlaş mazlığının "Kıbrıs Devletinin ba- A. Halük Ulman ğımsızlığı ve toprak bütünlüğünün muhafazası" esasına dayanarak çö- zülebileceği söyleniyordu. Oysa Çağlayangil, sanki bu bildiriden haberi yokmuş gibi, Genel Kurul önünde, ağzına bağımsızlığın adım bile almamış, "taraflardan hiçbiri belli ve sabit bir hal tarzı üzerin- de ısrar etmediği takdirde, (Kıbrıs anlaşmazlığına) umumi prensipler çerçevesi içerisinde bir çözüm yo- lunun süratle bulunabileceği dü- şüncesindeyiz" demekle Başbakan Demirel'in Moskova'da benimsedi- ği bağımsızlık çözümünü, belli ve sabit bir hal tarzı olduğuna göre, âdeta takbih bile etmiştir. Vietnam konusuna gelince, Tür- kiye, Vietnam sorununun 1954 Ce- nevre anlaşmaları çerçevesi içinde çözülmesi gerektiğini yalnız sos- yalist ülkelerle yayınladığı ortak bildirilerde değil, o zamanın Dış- işleri Bakam Hasan Işık'ın ağzın- dan, 1965 yılında Birleşmiş Millet- ler Genel Kurulu önünde de söy- lemişti. Gerçi ll yıl yaptığı konuşmada Çağlayangil (Birleşik Amerika'yı pek tedirgin eden Ce- nevre anlaşmalarına hiç değinme- miş ve yuvarlak sözlerle yetinmiş- ti ama, talihsizliğe bakınız ki, bir yıl sonra, yani geçen hafta, ister istemez, yeniden bu anlaşmalardan sözetmek zorunda kalmıştır. Öyle ya, birkaç hafta önce Moskova'da Türk ve Sovyet Başbakanları ara- sında yapılan görüşmelerde Viet- nam anlaşmazlığının çözümü için bunları uygulamak gereği kabul edilmemiş miydi? BU* yandan ken- disine yalnızca birkaç hafta önce verilen bu sözü hatırlayan Sovyet- ler Birliğini, öteyandan da Gene' Kurulda bütün ağırlığıyla oturan Amerikan temsilcisini memnun et- mek durumunda kalınca, Çağla- yangil pek kurnazca bir yol bul- muş ve işi, hem şişi hem de ke- babı yakmadan idareye çalışmış- tır. Çağlayangil'e göre, Vietnam anlaşmazlığının çözüm yolu, "tıpkı 1954'te Cenevre'de olduğu gibi mü- zakereye -girişmek"tir. Ne güzel formül, değil mi? Böylece, aklımız hem Cenevre'nin sözü edile- rek Sovyetler Birliği ve onun gibi düşünenler, hem de anlaşmaların sözü edilmiyerek Birleşik Ameri- ka ve onun gibi düşünenler se- vindirilmişlerdir! lında, son yıllarda dış po- litika konularında düşülen bü- tün bu çelişmeler, bugün, türk dış politikasını yönetenlerin Tür- kiye'nin ulusal çıkarlarının ulus- lararası plânda nasıl sağlanıp ko- nulabileceği konusunda hâlâ ke- sin bir görüş sahibi olmamaların- dan ileri gelmektedir. Ulusal çıkartan iyice kararlaş- uzun vadeli plânlamalar yapmak gerçi biraz zordur, bilgi ister ama, dış politikamızı yöne- tenlerin artık lütfen bu zahmete katlamnaları, -eğer (Türkiye'nin adım uluslararası alanda üçkâat- çıya çıkarmamak istiyorlarsa -, hergün biraz daha kaçınılmaz ol- maktadır. 19