Hikâye : GEÇMİŞ ZAMAN ELBİSELERİ Fakat birdenbire uzak ve o zamana kadar hiç duymadığım bir musiki dalgası, bu huzur- suz uykunun beni içine kapallığı karanlık yer altı zindanından sızmaya başladı. Yekpare, rulu- betli duvarlar yavaş yavaş aydınlandılar, gerile- diler, etrafımdaki kalabalık sesin ve ışığın sıcak çağlıyanında karışık şekillerini kaybettiler ve seri maskeler yumuşayarak, eşyanın her zaman- ki alışkın yüzünü aldılar. Sonra birdenbire mu: siki sustu ve ben ifadesi çok güç bir ruh haleti içinde uyandım. O anda bütün benliğimi doldu- ran acayip, esrarlı ve âdeta fevkaltabia saadet hissini nasıl anlatmalı ? Henuz çalınmaklan vaz geçilmiş bir saz gibi ihtizaz içindeydim. Ayrıca içimde, ne olduğunu bilmediğim, fakat olacağı” na yüzde yüz emin olduğum bir şeyi, çok mü- him bir şeyi bekliyen bir hal vardı. Oda, karşıma düşen duvardaki bir hücreye konmuş büyükçe bir gaz lâmbası ile aydınlanı- yordu. Biraz evvel girmiş olduğum —avluya açı: lan—kapının karşısında ikinci bir kapı, evin içile münasebelini temin ediyordu. Sol tarafta bülün duvar boyunca, bir köşesinde benim yaltığım sedir vardı ve karşı taralta iki açık pencere bahçeye açılıyordu. Bu geniş oda baştan aşağı eski şark eşyası ile döşenmişti. Sedir alçaklı ve bazı şark vilâyetlerinde bir vakitler dokunan ve bugün pek nadir tesadü! edilen sırmalı kumaşlarla örtülü idi. Bir iki sedef rahle, duvardaki küçük rafta iki üç çeşmi bülbül, eski şark harimine ait bu mülevazi manzarayı tamamlıyordu. Bir iki yazı ve tam benim baş ucuma tesa- düf eden köşede, küçük kıtada, çerçevesiz bir genç kız fotoğralisi ... Yattığım odadan gerisini, tıpkı karanlıkta ele geçen bir dalı ile zihnin tamamladığı bir ağaç gibi, gece içinde ancak bir vehim halinde sezdiğim ev lam bir süküt içinde id. O kadar ki en ulak bir ses, en küçük bir çı- tırdı geniş bir su labakasına alılmış bir taşın açtığı hâreler gibi gittikçe genişleyen, büyüyen hâreler yapıyordu. Bilmem hangi muharrir, ses- sizliğin dalgalarından bahseder. İşte her an bu dalgalardan biri bulunduğum yere kadar geliyor — Geçen sayıdan — ve kimbilir hangi ebediyelin hududunu yoklamak için üstümden aşıp geçiyordu. Birdenbire çok vazılı ve çok ihtiyatlı bir ayak sesi, bu kâbus kadar ısrarlı sessizliği kır- dı, ve ayak sesile beraber demin uyanırken duyduğum o garip saadet hissi adeta beni bo- gabilecek bir kesaletle çoğaldı. Fakat bu, ne kadar illiyatlı bir yürüyüştü. Her adım, uzvi bir makanizmmadan değil adeta son derecede hesaplı bir muakaleden doğuyor- muş gibiydi. Bununla beraber bana gittikçe yaklaşıyordu, ve ben bunu sadece kulağımla değil, içimde aydınlanan bir şuurla hissediyordum, ve nihayet bütün benliğimi şimşek altında kalmış bir ağaç gibi sade aydınlık, sade parılı olarak gördü- güm bir ande, fakat aynı ihtimam ve dikkatla yavaşça odanın kapısı açıldı ve içeriye bir genç kadın girdi. Şüphesiz ki başka şartlar altında bir gece- de böyle bir şey ile karşılaşsa idim hayretten çıldırabilirdim. Fakat o gece, beni uykumdan o kadar ani şekilde ve o kadar sarih bir bekle- yişle çağıran o acaip İhaleli ruhiye içinde şa- şırmaktan çok uzaklım. Haltâ daha iyisi bu genç kadın odaya girmeden evvel veya aynı zamanda yüzlerce büyük hâdise olabilirdi, fakat ben yalnız ona: «ben seni bekliyordum, senin için uykunun bulanık hayaller dolu ülkesinden geldim ve belki yarın, senin yüzünden şuurun ay: dınlık güneşine veda edeceğim» diyebilirdim, o kadar bu görünüşe hazırlanmıştım. Kimdi bu kadın? Gecenin bu saatinde niçin uyanmıştı ve neden kendi evinde bu uyku sa- atinde bu garip, bununla beraber kendisine o kadar çok yakışan kıyaletle geziyordu? Bütün bu süalleri ve daha bir çoğunu belki yüzlercesini o geceden sonra günler ve aylarca kendi kendime, hiçbir cevap almadan sordum. Bu orla boylu, kumral, adeta çocuk dene cek kadar genç yaşta bir kadın - daha iyisi bir kızdı. Baştan aşağı üstünde küçük sırmadan goönceler ve yıldızlar serpilmiş mavi kumaştan bir eski zaman elbisesi giymişti. Uzun kumral