ÇALIŞMA Çalışma, ne kadar verimli olursa olsun, an- cak aradığı şeyi bulmaya ve bunu da çok kere bulmaya yaramayan metodlarla araştırmaya mah- küm olduğundan dehanın yaratıcı hamlesi gir- memiş olan eserlerde şuurla yapılmış intihap ve kombinezonların aşılamadığı ve her şeyin görenek ve taklit tesirlerile düşünülmüş bir VE DEHA ba ile bir gezinti yaptığım, iyice dinledikten- sonra bir gezmeye çıktığım zamanlar, yahut da uyuyamadığım geceler kafam kendiliğinden ge- len bir takım seslerle kolaycacık dolar. Bunlar nereden ve nasıl gelirler ? Bunu ben de bilmi- yorum, çünkü benim irademle olmuş şeyler değildirler. Yalnız içlerinden hoşuma gidenleri intihabın mahsulü olduğu görülür. Azim, ikdam, saklar, aşağısını gene bunlara söyletmek üzere zaman ve mümarese ile vücuda gelen, kutlu çıl- gınlıklara tamamile yabancı olan bu eserler ancak takdire lâyık oluyor, fakat hiçbir zaman orijinal ve büyük olamıyor. Çünkü şuurlu ve teemmüllü çalışmalar itiyat ve otomatizmanın ku- mandası altında ister istemez mihaniki bir taazzuv vücuda getiriyor ve bu taazzuv maharetle yapıl- mış bir makine gibi sadece takdir hislerimizi uyandırıyor; halbuki deha eserleri «labrication»u aşarak « cröalion » a vardıkları için tabiatın te- kevvünü gibi gayri şuuri bir ameliye ile husul buluyor ve tabiat kadar azametli, derin ve es- rarlı tesirler bırakıyor. Dâhilerin tabiatla müvazi gitmeleri ve tabiat kadar canlı görülmeleri hep bu yaratma iktidarını temsil etmelerinden geli- yor. Şuurumuzdan kaçan bu sırra, ham, ha des, keşif gibi isimler veriyor, fakat makanizma ve mahiyetini hiç bir bilgi nazariyemizle kav- ramış ve izah etmiş olmadığımız için fikir ve sanat âleminde hakiki örneklerin yalnız deha eserleri olması ve yaratıcı terbiyenin ancak bunlardan alınması bir zaruret oluyor, dehanın mektebi olmaması ve talim edilememesi de ma- kanizmasının bu mechuliyetinden geliyor, ve bu mechulü kaldırmak «hilkat » ın sırrına eriş- meye bağlı görünüyor. Şimdilik şahit olduğu- muz şey ise dehanın ancak bir hilkat temadisi olduğu ve tabiatın sırlarının gene sırlı bir kabi- liyet ile tezahür ettiğidir. Bu hakikatın unutul. maz bir tasvirini Mozart'ın âlim bir arkadaşının sorularına karşı yazdığı bir mektubun şu par- çasında görüyoruz : «Şimdi mektmbunuzun cevap verilmesi en zor olan kısmına geliyorum. Burasını geçmeyi çok isterdim, çünkü bu mevzularda kalemim biç de yar değildir. Bununla beraber izablarım sizi gülmeye mecbur etse bile istediğinizi yap- maya sçalışacağım. Nasıl çalıştığımı, büyük ve mühim mevzuları nasıl bestelediğimi soruyorsu- nuz ? Buna dair size söyliyebileceğim şeyler, doğrusu, pek ır. Çünkü ötesini ve daha fazlasını ben de bilmiyorum. Kendimi iyi his etliğim ve keylim yerinde olduğu, meselâ ara- terennüm etmeye başlarım. Kendi havamı bir kere bulduktan sonra bestenin bütününe, kon- trpuvane, muhtelif musiki aletlerinin çalışına ve- saireye göre lâzım gelen diger havalar bu ilk havaya derhal katılır, ve sonunda bütün bu parçalar tek bir hamur olur. Bu sırada keylimi kaçırtacak bir şey çıkmazsa ruhum artık alev- lenmiştir. Eser büyüdükçe büyür, genişler, se- çilecek bir hale gelir. Beste ne kadar uzun olsa da kafamda artık tamamlanmıştır. Şimdi onu güzel bir tablo veya güzel bir çocuk yüzü gibi bir bakışta görür, muhayyelemle işitirim. İşte en büyük zevkim | Bütün bu yaralma ve çalmalarımda gayet vazıh güzel bir rüya gibi hasıl olur. Bestemi bir bütün halinde tamamile tekrar etmek de,en zevkli zamanımı teşkil eder. Böylece vücut bulan"beste artık hafızamdan kolayca çıkmaz; Tanrımın en kıymetli muhib- besi galiba bu olacak! Bestemin notasını yaz- mak istediğim zamanda biraz evvel kalamda toplananları yazıya geçirmekten başka bir iş kalmamıştır, bütün beste çok geçmeden kâğıtta tespit edilmiştir. Evvelce kafamda toplananlarla notaya geçenler arasında bir fark olması pek nadirdir. Notamı yazarken etraltaki hareket- ler de beni rahatsız etmez, hattâ bunlar taciz edecek şeyler bile olsa notama devam edebilirim. Şimdi ben eserlerimin Mozart tarzını alması ve diger müzik tarzlarına benzememesi acaba nasıl oluyor derseniz burnum nasıl büyük bir koç burnu olmuşsa ve nihayet Mozart'ın burnu nasıl başkasının burnu değil de kendi burnu ise eserim de böyle olmuştur diyebilirim, Ben ori- jinal olmaya da hiç bakmadım, kendi tarzımı tarif etmekte bile güçlük çekerim. Esasen ken- dilerine Oomahsus hakiki tavırları olanların içten ve dıştan da bu tavırları kadar farklı ol- maları pek tabiidir. Herhalde iyi bildiğim bir şey varsa o da kendimi herhangi bir kimse gibi vermemiş olduğumdur. Aziz dostum, bu mevzu hakkında bana başka birşey sormayınız ve ina- nınız ki sözü burada kesmem daha fazla birşey bilmediğimdendir,» Mustafa Şekip TUNÇ 5