ise, hemen çekinmeden itiraf edebiliriz ki bizim ağacımız bugüne kadar topraksız, yani okuyucusuz yaşamak, yahut bir saksı içinde boy atmak mucizesini göstermiştir. Sırlarımızı samimiyet ve cesaretle itiraf etmemizden sanılmasın ki bizim toprağımız bir saksılıktır da bizim janrımızdaki mecmuaların birer fıçılık veya birer künbet- liktir. Onların birer yüksükte oturduklarını söylemiye, keşke kendi cesaretleri yetseydi. Demin, okuyucusuz yaşamıya bir mucize dedik. Bir bakıma göre bu hiç de bir mucize değildir. Parası olan, yahut bir yerden bir imkân bulan, bir himaye temin eden, okuyucunun alâkasına ihtiyaç hissetmeden her hafta kendisini, tütüncülerin camekânlarına mandallatabilir. İyi kalpli devletle, yumuşak yüzlü bir iki mali mües- seseye söylenecek ( edebiyat, ilim, mefküre ) gibi bir iki kelime, bunu kolayca temin edecek kadar tesirlidir ve sırf bu kaynakları istismar suretiledir ki memleketimizde uzun zamandanberi, bir nevi şahsiyetsizlik, cansızlık, siliklik, hiçlik örneği mecmua tipleri yaşamakta, yaşadığını zannettirmektedir. Bu kadere benlik sahibi bir mecmua razı olabilirmi? Bir mecmua, bir hayat bina etmek iddiasına yakın bir iddia taşıyan cihazdır. Onca esas, içinin mücerret teşekkülü halinde ve her hesabın dışında evvelâ kendi özünü, mayasını yuğurmak, sonra hak kazanacağı alâka ve hayatı dilemek ve hottâ zorlamaktır. Bu ilk ve peşin kıymetten sonradır ki insan hakkını her kapıdan istiyebilir. Yoksa yaşatmıya talip olduğu cevhere malik olmadan, onun hayat şartlarını temine çalışmak ve bir kere bu şartları elde etmenin kolayını bulduktan sonra o cevheri artık bu şart- ların borcunu ödemeye mahsus bir alet halinde kullanmak, bütün ölçülerile geniş bir hayat humması çeken bir ruhun hiç bir mizacına uygun değildir. O cevher hiç bir şarta tâbi değil, bütün şartlar o cevhere tâbidir. İşte üzerine ışık tutmaktan bahseitiğimiz tarafımız, daha işe başlarken içimizi buğulayan bu şuur ve endişenin mihrakı etrafında halkalanıyor. Biz her şeyden evvel biziz. Bu biz, şuyuz der gibi bir iddiaya varmaz. Neysek oyuz, fakat bir şeyiz. O şeyin kiymet veya kıymetsizlik derecesi üzerinde ayrıca konuşabiliriz. Biz (Ağaç) ı çıkarmasak da o şey olmakta devam edecektik, kapasak da aynı şey olmakta devam edeceğiz. ( Ağaç)ı çıkarmamızın tek bir sırrı vardır. Bu şeyi her birimizin ferdi ve mahrem tekevyününden çıkarıp içtimai bir oluş haline getirmek ve onu kalabalığa oarzedip müşterek hayatını yaşamak, gizliyi açığa, huveyneyi çocuğa, tohumu ağaca kâlbetmek... Buda bir şartla olur. Bizden çıkacak tesir huzmelerinin, bize mukabil tesirler halinde gelecek sirayet ve ihtilât iklimini bulmakla... Heyhat ki hiç bir şey bulmuş değiliz. Muhitin merkeze ve merkezin mu- hite tâbi oluşu gibi birbirile haşrüneşr ve birbirine kombine olması lâzimgelen bu iki cepheli âlemde birdenbire kendimizi yalnız gördük ve öyle anlarımız oldu ki karanlıkta kendi kendisile konuşan bir melânkoliğin dipsiz hüznünü duyduk. Vaziyet açıktır. Düşündürücü meseleler karşısında Türk okuyucusunun sayısı, Türk yazıcısından azdır. Demek ki Türk yazıcısına düşen vazife, davalarının ibda cehdi yanına, okuyucusunun doğurulması ve yetiştirilmesi hamlesini de ilâve etmektir. Bizim gibi cücelerin değil ancak devlerin kârı olan böyle bir hamle ise mesuliyet şerefini sevenlerce çok tatlı bir iştir amma bir şartla... Çıkaranlarının para kazanmak şöyle dursun, malik oldukları kadarını kaybetmek- ten ötürü mali bir endişesi olmıyan bir mecmua, bu vaziyet dahilinde ne verir ve nasıl verirse borcundan fazlasını veriyor demektir. Bunu unutmamak şartile... Necip Fazıl KISAKÜREK 2