da elimize kâat ve kalem geçti diye düşün- müş olduğumuzu bilmediğimiz şeyleri bulur, yazarız. # Ne yapsak da, hepimiz, günün birinde, kendi zevkimize râmoluruz. Zira zihnimizden ve hesabımızdan daha kuvvetli olan o, üsta- dımız ve efendimiz, odur. # Bir eserin ehemmiyetli bir tarafı varsa bu, onun muharririnden başka birisinin yazamiya- cak olduğu kısmıdır. * Edebiyatla hiç kimseye benzememek bir gayedir. Lâkin bunun da hiç bir şeye benze- memek gibi bir tehlikesi varl * Edebiyatımızın fakrı lisan ve teknik nok- sanlarından ziyade, bir ruh fakrıdır. Aşk, şüri, her nesil tazeliyen bir bahardır. Aşk sonsuz bir asalet kaynağıdır. Kurumuş edebiyatını bu kaynaktan sulayamıyan ve eseri yanık bir sahra olan sanatkâra acınır. * Bazı şairlerin ilham perileri kanatları kes:k bir tavuk gibi ancak bir kümes rafından bir kümes damına atlamayı biliyor ve komşu pen: çeresine konamadan nefesi kesiliyor! * Şairlerin hassasiyeti sözlerinden ziyade şi- velerinde, ogüftelerinden ziyade bestelerinde duyulur. * Şairlerin omısraları çocukların ökselerine oenzer. Bunlar çok kere boş kalır. Lâkin ba- zan da güzeli bir kuş bunlara gelir, konar ve canlı canlı ötmeye başlar | * Ruhun kâmı için belki bir nevi ifrat, her zamanki iklimin fevkinde bir mübalâğa ister. Sarhoşluk ayaklarımızı yerden kesince kanat- lara benzer Aşk ifrata vardığı zaman mü- kemmeldir. Şiir de mantıkla aramızı açınca ke- maline eriyor : Şairler çok kere göklerde ve ruhlarındaki yıldızları toplamak ister, fakat kopardıkları yıldızların ellerinde ve nef.slerinde oirer birer söndüklerini görürler. Nihayet ellerine bir gül gibi yanan bir yıldız geçti mi bütün semayı kendilerinin olmuş sanırlar. # 3 Şair, şiir mecmuasını neşrettiği günden iti- baren, nasıl olup da herkesin bununla meşgul olmadığına şaşar. Nasıl günler doğuyor, orta- lığı dolduran insanlar okuyorlar da başka şeyler okuyorlar, konuşuyorlar da başka şey- lerden bahsediyorlar ? Kitabından sonraki gün- ler de gene eski günlere benziyor! Şairin ru- hunu, umumi bir suikast karşısında kalmış gibi bir hayret kaplar. Hiç bir şeyde bir değiş- me yok, bir fark yok, “Âlem yine ol âlem, devran yine ol devran!,, * O kadar beğenmiş ve sevmiş olduğumuz şeylerin inhitatını temaşa ettikçe mahvolan bu şeylerin kemalini daha büyük teessürle duyarız ve,"kâfi bir asalet ve zevkimiz kalktıkça, bun- ların karşısında sözlerimize tesirli kuvvet ve cümlelerimize musiki edası verebilmek hassa- sından mahrum olmayız. # Acaba bir gün gelecek, biz de, eski yuva- lara konan ihtiyar leylekler gibi, büyük baba- larımızın kapanmış oldukları en eski kitaplara dönmek isteyecek değil miyiz ? * Bir gün bu hakihate sırf fikri bir kanaatle değil, fakat tekmil hissiyatımızla erince, her şey karşısında artık duyarız ki (1) Lecomte de Lisle in “ebedi olmayan bütün bu şeyler neye ya” rar ?,, diyen mısraı, beşerin kalbinden kopan en ati ve en haklı bir feryattır ve edebiyalı çok seven şair de, aşkın bir mükâfalına ererek, insanların kendileri kadar yaşıyacak bu hisle- rini gene kendileri kadar kalacak bir mısrada ifade ve eda edebilmiş | Abdülhak Şinasi HİSAR (1) <A guvi bon tout cela gui mesi pas ülernel? » 6