KARŞ can vermektedir. İşte bu çarpışmalardan hasıl olan şimşekler Abdülhak Hamidin fel- sefesinin karanlıklarını aydınlatarak (Mak- ber) le (Ölü) nün muhteşem sahifelerinde kucaklaşan şiddetli ziya ile koyu zulmeti teşkil ediyor. (Makber) en emsalsiz, uzun ve bütün milli edebiyatların bizimkinden gıpta edebilecekleri kadar güzel ve muhte şem bir mersiyedir. Ruşen Eşref de Damla damla eserinde kalb ve fikir âlemininin bu en asil ve haklı üzüntülerini, beşeriyetin en tabii ve ebedi endişelerini ve ruhun en samimi heyecan larını söylemiş ve edebiyatta en asil ve asıl ustadların bir muakkibi olmuştur. Bu kitabı tasannu mahsulü değil, çok hassas bir kalbin, çok ciddi bir düşüncenin pek kıymetli bir tezahürü telâkki ediyor ve bunun için pek seviyorum. Burada ıstırabını söyliyen hâlâ klasiklerin bildiği insandır. Nakledilen bu elem umumi bir elem, bu feryat, beşeri bir feryattır. Faniliğimizi ve bizim olan bü- tün güzelliklerin faniliğini af ve kabul edemiyen ve bunlarla iktifa edemiyen ruhun melâli asil bir hisdir. Böyle hüzünler insan- iğın bir şerefi sayılır. Bu ruh ihtiyaçlarını duyuran şiirde ekser şairlerin basit hüzün- lerinden fazla muhik ve sari bir asalet, acık- h ve tesirli bir manâ vardır. Gerçi nazlı, esrarlı hayat ile vecde ve galeyane gelmi- yenlerin, hayatın lezzet ve hızı seviyesine yükselmeyi bilmiyenlerin ölüm karşısında bile bir galeyan duymamaları mümkinse de her sevdikleri şeyin geçerek kendilerini solmuş hatıralar içinde bırakmasına ve talilerinin faniliğine karşı bir çok insanların duyduk- ları bu hüznü ve isyanı mazur görmemek mümkün değildir. Bu his dünya ve hayatın güzellikleri karşısında ezilen bir kalbin duyduğu fanilik melâlı, faniliğimize aşina folmamızın bize verdiği melâldir. Semavi ve uhrevi olmadığını, sırf dünyevi ve fani olduğunu bildiğimiz, ha- ya akıp geçişinden, sonunda — boşalmış, oş kalmış ellerle öleceğimizi' bildiğimizden gelen hâki bir elemdir. Her zaman böyle her şeyin boşluğunu hususi bir istidat ve ıstırap ile duyacak ve bunu duyuracak şairler bu- lunur. Bu hisleri hususi bir temayülle duy- mak için yaratılmış olanlara bunlar her gü- nün ekmeği, suyu ve hattâ heranın tenef- füs edilen havası gibidir. Ve onların çek: tikleri bu ıztırabı ciddiye almamak sathilik, düşüncesizlik, hele bu elemlerini istihfaf etmek âdilik olur. Yüksek bir yerden ba- kanlardan bazılarının başları döner. Ademin önünde ve kenarında geçen bu hayat içinde insanların başlarının bazen dönmesine de- gil eğer bu vaki olabilseydi-h'ç dönmemesine şaşılırdı ! Abdülkuk Şinasi HİSAR AĞAÇ Tiyatro: TİYATRO KÜLTÜRÜ Halketa: Bütün vasıflarile tam bir medeniyet müessesesi olan tiyatro, bu gün artık cemi- yet için bir ihtiyaç haline gelmiştir. O ka- dar ki bu asırda yaşayan her ferdin umumi kültürü arasında tiyatro zevki ve bilgisi medeni seviyesinin mutlak bir miyarıdır. Tiyatro sanatı için üniversiteler kuran ileri milletlerin mekteplerinde talebeye ve- İ. Galip ARCAN rilen beden terbiyesi, sıhhat koruma ders- leri arasında tiyatro için de büyük bir pay ayrılmıştır. Talebe daha orta tahsil çağlarında “tiyatro nasıl bir sanattır, cemiyet içindeki büyük rolü nedir,,? gibi baş sorgular önünde, tarihine, nevilerine, tekniğine dair büyük dramatürjlerin beynelmilel olmuş ulu ör- neklerinden alınan parçalarla temamen özlü ve olgun bir tiyatro kültürüne sahip olur. İşte bizdeki tiyatro fakrinin kökü bu- radadır. Bizde halk daha çocukken, âile kucağında alınması lâzım gelen tiyatro zev- kinin ve edebinin cahilidir. Bu büyük sana- tın edebiyatını bilmez, ciddi bir eserden derin bir zevk alamaz. Bundan dolayı ken- di seviyesipbden üstün bir sanat tezahürünü