Rayların arasına koymak için bir travers. Çünkü, o zamanlar, cadde bostanında otu” rurduk. Her sabah, babamı, istasyona kadar götürürdüm. Tren gelmeden evvel, demir yoluna çıkar, bakardım. Raylar uzaz.. uzar.. benden itibaren gittikçe daralır, nihayet bir dönemeçte birleşirlerdi. Babamın treni ge- lirdi. Korkudan çenelerim kilitlenir, “binme baba !,, diyemezdim. O, biner, tren kalkardı. O zaman, şimdi yoldan çıkacak diye ödüm patlar, öyle dua ederdimki, Allah kabul eder, trenin tekerlekleri, gittikçe daralan rayları açar ve tren dönemeçte kaybolur, giderdi. Fakat bu, her gün böyle devam e- demezdi. Belki bir gün, Allahı darıltmış ola- bilirdim ve duamı kabul etmezdi? İşte, bu demir traversi babamın hiç bir zaman gidip bakmama müsaade etmediği dönemece gidip rayların birleştiği noktaya koymak, ara- larını açmak için istiyordum. Hakikatı söylemek lâzım gelirse, ben bütün bunları, o gün oracıkta uydurmuş, bir an içinde kafamda yaratmış, sonra kendim- de inanarak ağlamıştım. İtiraf edeyim ki, bunu uydurmama asıl sebep, bütün oyun” cakların seri halinde olması idi. Bu uydur- duğum “şey , den başka birbirine benze- miyen oyuncak yoktu ve canım, yalnız ben- de olacak, başkasında eşi olmıyacak bir “ şey ,, istiyordu. Kırtasiye mağazasında da mevcut olan- ların hepsi bonmarşedeki oyuncaklar gibi, seri halinde idi. Demek kendime bunlarla bir âdet, bir hususiyet edinemiyecektim. Çıkmıya karar verdim, yürüdüm. Kapıya yaklaşırken gözüme iki büyük Amerikan kasası ilişti. Merak ettim, sordum ; — Siz kasa da satıyormusunuz? Mağaza sahibi, yarasına dokunulmuş gibi yüzünü ekşitti, Rum şivesile : — Ah Pasam, dedi üç senedir basimda kalmislar. Kime satazağiz? Bu memleket hirsiz yok. — O halde, dedim, bir teşkilât yap. — He teskilat bu? — Düşün bir kere, kasaların hırsız yok- luğundan satılmadığını söyledin. Demek se- nin, bunları elden çıkarabilmen için hırsıza ihtiyacın var... Bunları gülerek söylemiştim, Mağaza sahibi dik dikk suratıma bakıyordu. Çıktım. Gittim. AĞAÇ 14 Bir ay sonra gazetelerde şu havadisi okuyordum : “Son yünlerde şehrimizin muhteli! yerlerinde, fakat aynı şekilde yarip hâ- diseler olmakladır. Bir çok ticarethane sahipleri işlerinin başına geldikleri za- man, masalarının üzerinde meçhul ve esrarengiz bir el tarafından bırakılmış snektuplar bulmaktadırlar. Bu mektuplar şöyle yazılmışlır : “Bu meklubu masanızın üzerine bi- rakan elin sahibi istemiş olsaydı, ya- zhhanenizdeki parayı değilse bile — para işlerinizi bankaduki hesabı cüriniz vasılasile yaplığımızı biliyo- ruz — hesaplarınızı, kıymetli deller- lerinizi alabilir, hiç olmazsa telkik eder, licuri vaziyelinizi öğrenebilirdi. Bu elin sahibinin bir rakibiniz oldu- ğunu düşünürseniz, geçirmiş olduğu- nuz lelilikenin ehemmiyelini anlarsı- nız. Bundan böyle bu gibi bir lehli- keye maruz kalmamak istiyorsanız 5. markalı Amerikan kasalarını kul lanınız.,, *Bir dost: “Polis, vaki olan müracaatlar üzeri- ne lahkikala başlamıştır. Fakal S. mar- kalı kasaların memlekelimizde hiç bir mümessili olmayışı, tahkikatı güçleştir- miştir. Esasen bu kasaları memlekeli- mizde toplu olarak salan olmadığı gibi, hiç bir mevcudu da yoktur. Yalnız, Gala- lada, Merlebani sokağında kırtasiyeci Jlarumba ve Galyalecyos biraderlerde bu kasalardan iki tane bulunduğu ve bir hafta evvel, her halde bu esrarenyiz mek- tuplar nelicesi olacak, salılmış olduğu anlaşılmıştır. Haber aldığımıza göre me- seleden haberdar olmıyan bu mağaza sa- hipleri, son günlerde piyasada bu marka kasaların çok arandığını görerek Ame- rikaya mektup yazmışlar, müesseseden Türkiye mümessilliğini islemişlerdir. “Zannedildiğine göre, bu esrarengiz mektuplar, Amerikan usulü bir reklâm” dır. Ve tanınmış hukukçularımızın söy- lediklerine bakılırsa, reklâmı yapanların mürucuul ellikleri bu usul, kanuni bir cürüm teşkil etmemekledir.,, Demek kırtasiyeci mağazasında aradı: ğgım “şey,, i bulmuştum. Fikret ADİL