AĞ AÇ lektüeli bu tiptir. Bu tipin peikplejisi kayıtsız ve şartsız HAYRANLIK ve şuuru, kayıtsız ve şartsız TAKLİT d Artık Şark “ merveille ,, ler ve li memleketi değil. Sokaklarda ilâ- hi okuyan mağmum . dilenciler, goygoycular ve yıkıntılar memleketi. Artık Sadabat bahçeleri Kâathanede değil, “ Versaille,, da. Gemiler Haliçte değil efrenç diyarlarının limanlarında denize indirilir. Bir zamanlar her neferin cebinde birer parça tunç taşınarak Bağdat önlerinde dökülen toplar top değil, Avrupada dökülenler toptur. Saray “ Topkapı ,, değil “ Charlottenburg ,, , halı “ Şiraz,, değil “ Gobelin,,dir. v. s.. Bütün dünya hakikatleri, ilk mekteplerde eşya dersleri tablosu ve kıraat hitabı kadrosu içindedir. “ Hayatta geçen veya geçmesi ihtimali olan vakaların hikâye kdıklı nakline Roman derler.,, Bu ne harikulâde bir tariftir! O kadar harikulâdedir ki, böyle bir vakayı hikâye kılıklı kaleme almak, ilk roman mucizesini yapmak kadar büyüktür. ( Sergüzeşt- Sami Paşa zade Sezai). Kuşa, çiçeklere dairde şür yazılır. Bu ne yeniliktir! O kadar ki kuşa Ji bir iki şiirle, Avrupada ilk sınıflarda okunan bir kaç edebiyat kaidesini bir araya getirmek bir hadi sedir. ( Talimi Edebiyat - Recai zade Ekrem J. Ziya paşa gibi, divan edebiya- tının son yıkıntılarından bir şeyler yapmak isteyenler ve bu gidişe itimadı ol- mayanlar vardır. ( Harabat). Namık Kemal gibi, geriye gitmeyi en büyük tehlike kabul edenler, fakat ileriye dair vatan feryadından başka bir şey bil- meyenler vardır. ( Tahribi Harabat). Abdülhak Hâmit, ferdiyetinin müstesna Rkumaşile kadrosunu aşan, devrinin Edip — Sefir formülü sayesinde hayatını Avrupada geçirip taklit tesirini orijinale yaklaştıran, hiç bir sosyal endişesi olmadığı halde sosyal plânda çalışanları ( Namık Kemal) hayran eden, benli. ğini doğrudan doğruya kanatmış hadiseler karşısında unutulmaz sesler çıka- ran ( Makber), fakat garbı kökünden idrak edeceğine garp “ viveur ,, ve za- rifi seviyesinde gezinen ve haşrüneşrini orada arıyan ( Finten), Şeyh Galip tekniğile “ Shakespeare ,, ve “ Hugo,, yu meşkeden, ölüm ve Allah gibi mücerret meseleler karşısında alâkası olan fakat şahsiyeti olmayan ve netice itibarile sanat ve estetiğinin şuurlu dünyasını bina edemiyen bir çehredir. Şinasi, Av- rupaya ilk gönderilmiş, küçük münevver seviyesinde, zeki ve heyecanlı bir ta- lebe tipidir. “ Moliğre ,, mütercimi Ahmet Vefik, ve “ Charlottenburg,, methi- yecisi Sadullah paşalar, basit hayranlık psikolojisinin çerçeveliyeceği tiplerdir. Tanzimat sanatkâr ve entellektüelinde, asliyete benziyen şey, onun telifçi, sulhçu, ara bulucu, rahatsızlıktan kaçıcı, her istenen şeyi verici, fakat geride kalanı muhafaza etmek isteyici mizacıdır. Münevverinin “ Tevhit ,, manzume- sile siyah plâstron karavatı, vezirinin yalvarıcı, okşayıcı, avutmak ve yatışlır- mak isteyici siyasetile, evindeki lâf dinlemez ceberutu, Topkapı sarayının eski heyetile, ona eklediği Mecidiye köşkü, fesile pantolonu, başile kalbi, ve içile dışı hep bu mizaç tablosunun şaşkın elemanlarındandır. Tanzimat, istikbal hasretile, belki maziye değil, fakat tamamile geriye gi- diş ve benliğini teslim ediş devridir." Türk sanatkâr ve entellektüeli, o devirde, gayesi kendisini bir zamanlar ürküten dünyanın ikmalı değil, iflâsi olan Av- rupanın, edebi, harsi, siyasi ve iktisadi köleliğine girer ve satıh taklitçisinin gözü kör meftunluğuna sığınır. Garp artık onun için kanunları aranacak ve kendi kemal kalitesi içinde pişirilecek bir “ Problöme ,, değil, illiyeti meçhul ve düşünmeden tapınıdacak bir “ Phönomedne ,, dir. Necip Fazıl KISAKÜREK