tonları vardır. mesidir, r. Evlâtların r. Taşraya EE mii Ri i asırdan IF, lık gnlerinde E /5 Günden 15 Güne; KIŞA GİRERKEN ir yaz daha geşti. Ortalığı her gün biraz daha erken kaplamağa baş- ai karanlık, her sabah biraz daha doğan güneş, kışın adım adım yak- liye haber veriyor. Artık çiçekleri, yeşilliği aylarca yalnız hayalimizde gö- receğiz. Her yıl kışı, gönlümde bir üzün tü, bir korku ile karşılarım: Bana bir daha bahar olmayacak, bir daha yaza kayvuşamıyacağım gibi gelir. Yazın ise geçici olduğunu daima bilirim ve her yıl ona beklenilmedik, umulmadık bir mucize diye ir yaz daha geçti, bir kış daha geldi, ömürlerimizin sonuna bir adım daha yaklaştık Hem bu eylül bize sadece bir yaz mevsimini değil, hayatın neşesini de kaybettirdi. Günleri kiseltp karın- uzatırken sulh ışığını da gö- türüp harp karanlığını getirdi Karan: lıklar ilâhı Ahrimen, ışık ilâhı Hür“ müz'ü iki defa mağlüb etti: Hem tabi: atte, bem de insanların kafasında. Dö- nüp arkamıza bakiyoruz: Mavi bir gök altında biribirleri ile dostça konuşan insanlar; çalışıyorlar, binalar kuruyor, açıyor, şiirler le öl yeni yollar a bin türlü eziyetle, yıllarca gayretle kur- du a N anda yakabilmek için gök- lerden yiğidi Bu bir rüya, adece ii bei olabilsel... Hayır, asıl geçirdiğimiz yaz, o yirmi senelik sulh devresi bir rüya imiş.. Ankara an Neyzeni HAYRİ ÜFLER KN a bir okuyucumuzdan aşağıda: ektubu aldık. Ankara radyosu- num sevilen bir san'atkârını tanıtmağa matuf luğu İçin, memnuniyetle derç ediyor «Bizim nesil alaturka musikiyi ru han sever, Buna karşı arka çevirmesi- ne imkân yoktur. Bilhassa (neyji da- ha içten sevdiğine zerre kadar şüphem yoktur.. Bugün memleketimizde ney üfliyenlerin sayısı, yarım düzüneden muhakkak aşağıdır. Bunların başında: (Rabbül -ney) diye yadedilen derbeder üstat (Neyzen Tevfik) gelir. Neyzen Tevfikten sonra da, hiç şüphesiz (Ney- YAZAN: NURULLAH ATAÇ Kış günlerini, kısa da olsa pek u: zun buluruz; yaz ise çarçabuk gelip geçer... Harb ile sulh da öyle. Geçen seferki umumi harp, dör il sürmüştü; yirmi senelik sulh, o dört yıl içinde çektiğimiz sıkıntıları, helecanları unut- turmak için kâfi gelmedi. Şöyle durup düşünüyoruz: Kafamızda en çok yer eden hatıralar hep harp günlerine ait, Sulh günleri ise pek çabuk gelip geçti; bizde ancak dağınık, perişan birer sa- adet hatırası bıraktı. Elbette bu harp de inişi elbette kılıç ve ateş yak- maktan, öldürmekten bir kere daha SEE İnsanların hiç durmadan yıl- lerini eğip biribirlerine ellerini uzatırlar. Fakat bu ateş ve kılıç günlerinin ha- tıraları hafızalarında derin izler bırakır. Wistül boyunda ölen insanları dü- şünüyorum. Lehli, Alman... Elbette on- İar da senenin yazına, ömürlerinin yazına, sulh yazına doyamamışlardı. Bir daha açmamak üzere kapadıkları gözlerinin önüne ocaklarını, çocuklarını, annele- rini, karılarını getiren insanları düşü- nüyerum... Bu ölüler arasında kim hak- lı? Kim haksız? Orasını aramıyorum. Şüphesiz, nazari olarak düşündüğünüz zaman iki taraftan birine hak verir, iki taraftan birinin kazanmasını temen- ni ederiz. Fakat ölüleri gözönüne ye- tirdiğimiz zaman hangisinin haklı, han- gisinin haksiz olduğunu aramağa im- kâm mı vardır? Onların hepsi de hak bildikleri birşeyi müdafaa için elleri. ne silâhlarını almamışlar mı ? Lehlide, Alman da hakkından emin olarak ölü- yor. Öteki cephede Fransızla İngiliz de hayatını, hak bildiği, hakikat bildiği birşey uğrunda feda ediyor. Bir yaz daha geçti. Bir sulh devresi daha geçti. Yine milyonlarca insan ö- lecek, milyonlarla insan sakat kalacak Şehirler yanacak, erkeksiz kalmış köy. ler hıçkırıklarla dolacak... oSapandan çıkarılan demir, insanların göğsüne ba- tacak. Avrupa, yirmi sene evvelki felâke tiri unutmadan başına bir felâket daha çöktü. Bu seferki, geçen seferkinden de ağır olabilir. Bunu bilmeyen, itiraf etmeyen kimse yok. Buna rağmen yine herkes, silâhına sarılıp koşabiliyor. İti- raf edeyim ki insanoğlunun bu hâline hayranım. Dünyada, hayattan daha aziz şeyler olduğunu unutmuyor ve harbin bütün sıkıntlarını, bütün facialarını, hattâ hiçbir şeyi helledemediğini bil- diği halde yine, o mukaddes, aziz şeyleri müdafaa etmek için harbe razı oluyor. İşte bunun için insanlıkla ifti- har ediyoruz; işte n için insan oğlunun İstikbalinden ümidimi.i kesmi- yoruz İnsan, kahraman m hlük Bir yaz daha geçti. Bir sulh devre- si daha geçti ve dünyayı ateş, kan kap- ladı. Önümüzdeki kış günlerinde, ha berleri helecanla bekliyeceğiz ve şüp- hesiz ki çarpışan taraflardan birinin kazanmasını temenni edeceğiz. Fakat her iki tarafın ölülerini de kinsizce düşünmeği, onlar için gözyaşı dök- meği, onlara acımağı ve onların feda- kârlıkları ile iftihar etmeği unutmıya- lim, zen Hayri) nin çok kıymetli ve temiz adını anmak, bir san'at kadirşinaslığı olur. Neyzen Hayriyi birçok defalar dinlemiş olduğunuza muhakkak naza- riyle bakıyorum. Haftanın muhtelif gecelerinde Ankara radyosunda coş- kun ve yanık ney nağınelerinin yaratıcı sı, işte bu(Meyzen Hayri) dir.Ruhları ve hisleri lâv gibi nağmeleriyle tutuştu- ran bu büyük san'atkârdır. (Yarım Ay) okuyucularını yakından alâkalandırrcağını kuvvetle tahmin et- tiğim (Neyzen Hayri) nin küçük bir (San'at yıldızı, san'atkâr) diye sayfalar tahsis edilir- ken, bu hakiki kendi san'atkârımıza küçük bir yer ayırmaktan çekinmezsi- niz zannederim, Neyzen bay Hayri sa” dece bir san'atkâr değildir. Bütün ma- nasiyle münevver ve kültür sahibidir de, Ahlâk ve karekter itibarile de dü: rüst, temiz ve genç bir insanı kâmildir.»