mn 25-9.936 Memleket Röportajları; şahsiyetli iki Kayseri 12 Eylül “pimem Kayıseriyi tanır mısı - nız? Tanımasanız bile mu- hakkak pastırmasını yemiş veya- hut boyacılarının, badanacılarının şöhretini duymuş, eşeğini boyayıp babasına satan Kayserili tipinin hikâyesini dinlemişsinizdir. Fakat Kayseri bu değildir. Kay- seriyi iyi görmek için, şehrin içine şehirlinin içine ve evine girmek, Kayserinin bulvarmı, parkmı değil, Keçikpısını, Örtülü sokağını, biribirine (opayandalanmış, ke- netlenmiş evlerinin arasnda 40 kak ismindeki dehlizlerini dolaş - mak lâzımdır. Kayseri karış karış gezildikten sonradır ki, anlaşılır, tadılır. Sizi bu ilk mektubumda Kayseri ista- #iyonuna indirmeden evvel şehrin bir ufak tahlilini yapmıya çalışa- cağım. Bu, belki sinemalarda ol- duğu gibi gelecek programda gös- terilecek filmden bazı parçalar o- Jacak. Fakat yazıma müşteri ecel. betmek için değil de, Kayserinin bir peyizajmı çizmek için bana, bu- ba lüzum var gibi geliyor. inema dedim de aklıma gel- di. “Müddelumumi Hallers,, Biye bir film vardı. Bu, filmi bil mem inüz mü? Bunda bir #- damm iki şahsiyeti vardır. Gün- düz başka tabiatli, gece başka ah- Yâklı bir adamdı bu... İşte kayserinin de böyle iki « şahsiyeti vardır. Şehrin muhtelif parçalarını biribirine ekleyip şehri şehir payan paftaların renkleri, şekilleri, kokuları ve hendeseleri biribirine biç uymaz, Bu ayrılık o kadar barizdir ki tabiatinde ve ik- Jiminde bile derhal göze çarpar: İşte bir tarafta Erciyaşm kızıla çalan, mor gölgesi, ufka sırtmı da- yıyarak ve omuzlarını kaldırarak, yükseliyor... Erciyaşta kar var. Koca dağın, köller üstünde yükse. Jen kafası bembeyaz duruyor. 'Erciyaş ihtiyar bir pehlivan ba- gı gibi... Ensesinden İtiba- ren bütün başı kazınmış. Yalniz tepesinde beyaz, bembeyaz birkaç tutam saç bulunuyor... Ve ne gariptir ki, Erciyasın bu beyaz saçlarımı kmalıyan güneşin altın sarısı rengi, bu dağdaki kar. İarda perdahlanıp bilendikçe kızi- şıyor ve şehrin düz damlarmı, bir fırın kapağına çeviriyor, arlı manzara altında şehir, soluk almadan büram bur- yam terliyor. İşte Kayserideki ta- biatin ve iklimin iki şahsiyeti, Caddelere bakıyorsunuz: Bir e- şek kalabalığı var. Eşekler o ve eşeğe binen insanlar tozu duma. na katıyorlar, Bunların arasında bir yığın dâ bisiklet kalabalığına tesadüf ödiyorsunur. Makine ile hayvan adeta izdivaç etmiş gibi. Istasiyondan şehre geniş ve gü- zel bir cadde var... Fakat caddenin bir kısmı ayakkabıyı içine göme- cek derecede tozlu. Bir kısmı ber akşam muntazam sulandığı ve te- mizlendiği için düz ve rahat. Şehrin dışımda Sümer Bankın bez ve dokuma fabrikası. Bütün dairelerile, binala « rile insana endüstriyel bir şehre girdiği hissini veriyor. Fakat şeh- rin içindeki taştan: yapılmış, pen- eereleri tavana yakım, dört köşe dört köşe binalar bir yığın barabe bir sehir KAYSERİ “TAN,, Tahrir heyetinden Mümtaz Faiki cenup vilâyetlerine gönderdi. Şimdi Antakya ve isken- derunda bulunuyor. Yoldan gönderdiği röpor- tajlarını bugünden itibaren neşre başlıyoruz. Yazan : MÜMTAZ FAİK Bir tarafta belediye parkı var. Akşamları işlerini bitiren yorgun Kayserililer bu parktaki yeşil a- Zaçların altında, çiçeklerin arasin- da temiz bir havuzdan püsküren fıskiyeye bakarak gözlerini, gö- Büllerini dinlendiriyorlar. Serin ve temiz bir hava almak imkânını buluyorlar... Bu parkın O hemen karşısında bir başka kahvede ise nargileler, mütemadi gökgürültüsü gibi inliyor, pis tavlaların üzerin- de silik zarlar muttasıl birer şim- şek gibi çakıyor... Sokaklarda eşek yüklerile kar ve büz satıyorlar... Ve ağzı köpüren çocuklar, Erciyaştan hicret eden bu karlardan onar paralık, yirmi- şer paralık alarak kemiriyorlar, Öbür tarafta mükemmel Obuz dölaplarmda soğutulmuş bardak- ları cilâliyan ve buğulandıran su- lar var... eni bir park yapılmış. Bu parkta Atatürkün bir hey- Keli yükseliyor. Ben kendi hesabr- ma bu kadar zevksiz yapılan bir tık bu caddenin göbeğini “Filka- pi” diye keserdim, Ki bir sokağa girdiniz mİ, eğer geçtiğiniz yerlere dikkat etmezseniz geri dönemez- siniz. Yollar, biribirine geçmiş, biribiri Üzerine kıvranmış barsak- Jar gibidir. Kimi yerde boğumu fazladır, siktşirsıniz, kimi yerde geniştir, ferahlarsmız. Fakat bu yollar öyle barsaklara benzer ki, kör barsakları çoktur. Belki onun için şehrin imar plânı yer yer a- pandisit olmuş, kangren olmuştur. Bu caddelerdeki dört köşe evler, tavanlarına çok yakın pencereleri- le, hava teneffüs etmiye uğraşır. lar, duvarlarında biten küherçile ve sazlar, oksijen masseden birer “zilkabe” vazifesini görürler . Kayseri &okaklarının niçin böy- le biribirine geçmiş barsak manza- rasında olduğunu çok düşündüm. Ve sonra şuna hükmettim: İhti mal, pastırma yapmak için kesilen ineklerin sıktatından ilham alm - miş olacak, Kayseride Unkışla caddesi abideyi İstanbulda bile görmedim. Halbuki bu heykelin yanıbaşında koca Mimar Sinanın bir eseri, bir mehabet nümunesi halinde gözleri okşuyor. Uzaktan, benim bulunduğum ta- rafa doğru bir kalabalık geliyor. Dikkat ediyorum: Cenaze götü- rüyorlar. Cenaze açıkta nakledili- yor. Bir merdiven, merdivenin üs- tünde kefene sarılmış bir cenaze. Ustünde bir palto örtülü... Başınm altma da tenteneli bir yastık koy- muşlar. Kefen bembeyaz görünü- yor ve cenazeyi takip eden insan cemaatine bir sinek cemaati da re- fakgt ediyor. Halbuki öbür taraf. ta eski bir kiliseyi ne güzel bir Halkevi binası haline kalbetmiş - ler... en vaktile Silivriye gitmiş, 0- rada yoğurt aramış, fakat bulamamıştım. Kayseride de hiç Pastırma aramayın. İmkânı yok bulamazsmiz. Fakat Kayseride büyük” pastırmahaneler o vardır. Buralarda hergün 25 - 40 inek ke- silir. Onun için Kayseride pastır- madan daha ziyade pastırmacı ve Pastırmahane bulursunuz. Kayserinin içi, (o sokaklardan, caddelerden ve hattâ keçi yolla « rından bile tasarruf edilecek şe- kilde Sa edilmiştir. Burada bir yer var ki İsmi Keçikapıdır. Ve buradan vaktile bir keçi bile geçe- mediği için İsmini böyle koymuş- lar. Halbuki şimdi bu cadde çok açılmış. Kayserililer buraya gene Keçikapı demekte Israr ediyorlar. Fakat ben belediye reisi olsam ar- Fakat bereket versin aşağıda a- çılan yeni bir bulvar hicabı haciz vazifesini görür. Bu hicabi haciz kuvvetlidir. Sağlamdır. Peritonitin şehrin diğer kısımlarına geçmesine mâni olmuştur. Bilâkis bu bulvarlar ve yeni cad- deler genişliyerek, ilerliyerek, kol ve budak salarak şehre yeni bir manzara, yeni bir çeşmi vermek İs- tidadındadır. B' gündüzün bir kahve değir- meni gibi kızan evlerde bunalan Kayserili, onun için ya- zın bağlara gider... Bağlar serindir, ferahtır. Ağuç- lıktır. OGeniştir ve havadardır. Erciyaşın bütün etekleri, baştan aşağı, bu bağlarla bir halı gibi be- zenmiştir. Halk akşamları serin gerin es&n rüzgârla, Kayserinin içindeki sokaklardan bütün tozları emen bir hortumun içine katıla- yak dışarı uğrar ve bağlara doğru akın eder, Ancak bu bağlarda biraz nefes almak, ciğerleri temizlemek, yı- kamak imkânı vardır, am az SAN em mmm ln m m ykm ikm dmg rildi lü İlimizin minumum m amal AMR âcivert mantolu, siyah baş- örtülü, orta yaşlı bir kadm kocaman bir çıkmı sürükliye, sü- rükliye içeriye girdi. Ben ömrümde bu kadar dar ve bu kadar bir tramvay arabası içine benziyen vagon görmemiştim... Ko- caman çıkın sağa sola çarpa çarpa geldi. Onu vagonun nihayetindeki filenin üstüne koymak için kadın ne de zahmet çekiyor. Çıkım yere düştü. Sağda oturan ak bıyıklı bir zatın şapkasına çarptı. Şapka ye- re devrildi, — Biraz insaf be hatun!.. — Affedersiniz birader... Genç bir subay yerinden kalkı- yor: — Müsaade ediniz bayan, diyor, Ve kocaman bohçayı fileye koy- maya uğraşıyor. Eşyaları ilk defa bohçalıyan insan hiç şüphesiz ki günün birin- de buhar keyfedileceğini, trenler yapılacağını ve trenlere eşya koy- mak üzere fileler takılacağını hiç düşünmemiş, çünkü onu düşünmüş olsaydı, muhakkak ince ve uzun bir şekilde eşyalarımı bohçalardı. Ve örnek olarak insanlara bunu verirdi. Halbuki bu yuvarlak ve muntazam çıkının fileye konması- na İmkân yok... — Bari oğlum, zahmet ettin, gel, de şunu oturacağım yerin altina koy. Arkaları, belkemiklerimizin or- tasıma kadar gelen sıraların altı da pek alçak olacak ki koca çıkın ora- ya da.sığmıyor. — Koy çöcuğum şunu şuraya. Çıkın, karşılıklı oturmak Üzere yapılmış üç kişilik kanapelerin a- rasindaki yalnız ayak koymağa va- Tıyan incecik yolun üstüne bira kıldı. — Oh, pek iyi oldu. “Insan hayatta işte böyle nikbin olmalı,, diye düşünüyorum. Ver sepeti rta yaşli kadıncağız çikini orada bıraktıktan sonra ge- ne vagonun kapısma kadar gitti: — Ver bakalım oğlum, o sepeti... Kocaman bir sepet... Aman ya- gülen, ağlıyan - Kayseriyi, bütün içi ve dışı ile anlatnuya çelışaca- cağım... Bir tercüman gibi okuyucuları- mın kollarından tutacağım, onla- ra, Kayseri kombinasını gezdire- ceğim, müzeyi gezdireceğim. Be- raberce pâstırmahanelere gidece- giz. İneklerin nasıl kesildiklerini, canlı, bir hayvanm nasıl kuş gü- mü haline geldiğini göreceğiz. Gözlerinin önünde hemcinsleri ke- silir, -yüzülürken bağıran, kudu - ran, kendi kendisinin nasıl pastır- ma baline geldiğini gören ve inli- yen ineğin ıstırabını dinliyeceğiz. Kayserililerin düğünlerinde be- raberce zerde pilâv yiyeteğiz. Ge- lin gezmesine çıkacağız. Tandır sefası yapacağız... Zinde Kayserili- yi göreceğiz. Ve sıtmadan insan kurusu haline gelen benzi-#oluk vatandaşa bep beraber acıyaca- Zız. Çarşıyı dolaşacağız. Pazarı do- laşacağız. Pazarlıklarını ogörece- ğiz. Evlerinin içine gireceğiz. A- detlerini, an'anelerini, hikâyeleri- ni dinliyeceğiz. Halı tozgühlarmda çalışan kızları göreceğiz. Ve niha- yet biz de bir Kayserili gibi bir merkebe binip, iki tarafımıza hey- bemizi vurup bir hamur tahtası, bir kapı ve bir testi su ile bağa gi- deceğiz. Hattâ isterseniz şehrin dışımda etrafı duvarla çevrili olan bir sefa- het yerini, erkeklere zevk vererek para mübadele eden hovarda kız- larını bile göreceğiz. Fukat şimdilik otelimize dönelim de biraz dinlenelim, i — İZMİRDEN RÖPORTAJLAR Nasilliden iki görünüş: Uette Nasilli binicileri, altta Nazillinin Hacibeyli köyü rabbi, bunu da nereye koyacak? Gene fileye gitti, Kulpundan tutu- lan bu seri sepet aşağı yukarı ufak bir küfeyi hatırlatıyor. Filede du- rur mu hiç.. Uveyanadan dayak yiye, yiye büyük bir çocuk nasıl yanında biri elile hızlı bir hereket yaptığı za- man tokat veya yumruk yiyeceği vehmile, iki elini kendini müda'na etmek için başının Üstüne siper e- derse, sağda oturan beyaz bıyıklı bay da kadıncağız sepeti fileye yer- leştirmek İstediği andanberi, Iki ko lanu başımın üstüne kaldırmış.. Genç subaym içi pek merhamet- We — Veriniz onu da., < — Amma nereye, koyalım ?... iğ almıyor onu... Genç suhay etrafına bakınıyor: — Şömlinenin altma koysak”. — Sığar mı hiç?... — Sığmaz yı Bayanın oturmak için intihap ettiği sıradakilerden şişman bir adam: — Aman hemşire, getirme 6 se- peti de buraya, ayağımızı koyacak yer kalmadı, diyor. Genç subay sanki bu sepet ken- di sepeti ve elâlemi de kendi sepe- ti yüzlinden bizar ediyormuş gibi mahçup oluyor: — Hakkmiz var efendim... Lâcivert mantolu bayan muhak- kak surette eşyasını götürmeğe az- metmiş: — Hay eksik olmıyasın çocu- Zum. Getir şu sepetçeğizi de koyu- ver şü benim yancağazıma, diyor. Sepet şimdi, vagonun ortasında- ki yolun üstüne terkediliyor. Lâcivert yeldirmeli bayan gene gidiyor, Bu defa gene kim olduğu- nu görmediğimiz o cömert elden. büyük bir testi alıvor ve şişman yolcunun itirazma mahal verme- mek için sert, sert söylenerek? — Doğrusu, testimi dizimin di- binden ayıramam, diyor, şimdi yoi- larda sicak başladı mi kalkıp, kal- kip testiyi alamam ya!... Testi de bohçanm yanına gidi - yor. üthiş kalabalık VW erken girip söyle kö- gede bir yer almakla ne iyi etmişim... Çünkü vagonun müthiş surette kalabalıklaşmakta olduğu- nü gördüm, Karşımızdaki sıraya çarşaflı genç bir kadınla orta yaş- MN bir erkek geliyorlar. Karı koca gsliba... Yanyana oturuyorlar am- ma, kadın arkasını yanındaki erke- ğe çeviriyor. Çarşafınm bir ucuyla ağzını ve burnunu ve yüzünü #im- sıkı kapıyor, hattâ gözünün birini de... Istasyonu tek göziyle seyredi. yor. Erkek te sıranm ucuna ilişetek, arkasmı karısına dönüyor. Bir tek kelime konuşmuyorlar. Onun ya- nmda fevkalâde şişman ve köy el- biseli bir kadm var."Ayaklarmın al tma doğru pöstekilere sarılı bir de şilte koymuş. Benim yanımda genç bir bay var, Gazete okuyor. Onun yanm- izmirden Nazilliye yole uluk Yazan: SUAT DERVİŞ da kibrit başı renginde Bursu krep- döşininden bir elbise giyen küçük bir kız ve onun tam karşısında annesi... Annesi siyah bir yeldirme giyi- yor, başmda siyah bir örtü var, Ve ellerinde siyah tire eldivenler. Eldivenlerin üstünden parmakla, rına yüzükler irmiş. Çok taş 4 bu yüzükler pek ben« ziyorlar. Çocuğuna. güldüğü vas kit ön dişlerinin hep altın olduğu- nu görüyorum. Dişlerinin üstünü altın kaplat « miş zengin bir kadın:... Kadmm yanımda hazır elbiseli bir erkek çocuğu. Kısa olarak 2- lınmış pantslonu kendinden dört yaş büyük bir çocuğa mahsus ol« duğu için bağlı siyah botlarının hemen, hemen tam üstünde. O- nun yanında kocam var. Pardesüsünü devşirmiş pence » renin kenarma bir yastık gibi koy- muş ve başını dayamış, uyuklu- yor. — Biraz öteye gider misiniz? | Bir de talihime şükrediyorum. , Çocuk iken masallarda işittiğim devanalarına benziyen siyah çar- şaflı bir kadın. Hakikaten bir u- maci gibi çarşafınm pelerinile bü- tün yüzünü sarmış, Kâğrt bir ba « vulu ve bir sepeti sürükliye, sü « rükliye yanımıza kadar geliyor. . - Solumdaki yolcu ona: — Burası üç kişiliktir, diyor. Karmakarışık âgonun hiçbir yerinde boş bir sira kalmamış. Orta « dük ölün üstünde heybelet, dö- öökler; Bâtullar. Sıralarda dörder #şer Otürar'insâflar var. Ve'vu manzara normal bir zamanda kal kan bir tenezzüh treninin değil de, bir yangın, âfet, veya bir isti- I& önünden kaçan bir halkı kar. makarışık taşıyan trenlerin fur « gonlarının içine benziyor. Kırk ki- şiliklere... Karşımda sanki kendi evinde imiş kadar rahat uyuyan kocama pek sinirleniyorum. Ve iskarpinis min ucile dizine vurarak onu u » yandırmak istiyorum. Huvardalık urada görüyörüum ki mah- sulünü satıp köyüne dö « nen köylü müstahsil paralarını a- linea sarfetmesini pek seviyor, ü- çüncü yerine ikinci mevkie bini » yor. Avrupa köylüsünün tasarru- fa verdiği ehemmiyet ile bizim köylümüzün bu hovardalığı ara- sında'nç büyük bir fark var. Gözlerimin gördüğü bu manzâ- ranm doğru olduğuna &klim man- tığım inanmak istemiyor; onun İs çin hâli uyuyan kocamın bu defa kolunu sallıyarak ona soruyorum: — Bu okompartimân üçüncü mevki bir kompartiman olmasın” Allahım ne de derin uyumağa başlamış... Kocamı uyandıramiya- cağımı anlıyan yanımdaki bay: — Hayır efendim diyor. Bu k kinci mevki bir kompartimandır — Çok kalabalık ta. — Köylerine dönen birçok in » sanlar üçüncü kalabalık olur diye bu mevsimde dalma buna biner. ler, bunun için de galiba Üçüncü mevki biraz daha tenhâ.. — Demek bu civarda köylüler pek zengin maşallah!.. — Köylü bütün karısını tarla - sında, bağında çalıştırır, kendisi kahvede iskambil oynar. Mahsul olunc& gelir Izmire satar. Ve Iz- mirde aldığı parayı yine İzmirde bir iki gecede sarfeder. i — Sonra? — Sönra, son parasile de İkinci mevki bir bilet alır döner evine gider... Ve tren Punta İstasyonundan kalkıyor. ” Suat DERVİŞ ği ön