Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
# a TÜRK AcıHakikatler İNKILÂB) No. 59 KralAleksandr Averofla Dedeağaca gelmiş, oradan Edirneye gitmişti Uzunköprüyü işgal eden kuvvetler, evvelâ (Alpullu) ya ve sonra, şimale dönerek (Kırkkilise) ye girmişlerdi.. Cephane ve zabit noksanma rağmen, cidden takdire şayan bir mukavemet gösteren Edirne müdafaa hattının va ziyeti, tamamile nezaket kesbetmişti. Edirnede bulunan istihbarat şebe- kesi vasıtasile, herşeyden habe dar olan Yunanlılar; bir kaç gün zarfın - da Edirneye girebileceklerine kanaat getirmişlerdi. Onun için parlak bir merasim yapmaya karar vermişlerdi. Bu merasim programı mucibince, Oorduyu takip ederek Kral Aleksandr gehre girecekti. Ve ondan sonra, par lak şenlikler ve resmi kabüller icra edilecekti. Kral Aleksandr, Averof zırhlısı ile Dedeağaca gelmişti. Orada Rumlar ve Ermeniler tarafından coşkun te- zahürat ile istikbal edilmişti. Ve son- ra Kral, (Tarkya valii umumisi Sah- nurisi) ile (General, Zimbrikakis) ile şimdiden Edirneye tayin edilmiş olan büyük memurları yanına alarak trenle Edirne istikametine hareket etmişti. Ve nihayet.. Çok faik kuvvetler ile müdafaa hatlarını yarmaya muvaf- fak olan Yunanlılar, Edirneye — gir- mişlerdi. Cafer Tayyar Bey, Edirae- yi terketmiş; Babaeski istikam>tine doğru çekilmişti. Kral Aleksandr, refakatinde husu- Bİ yaveri (Miralay, Melâs) olduğu halde şehre girerken, (Metroob Hit, Poligaryus) un riyaset ettiği bir he- yet ile, coşgunluğun âzami ha idini gösteren Rumlar, Ermeniler ve Muse- viler tarafından istikbal edilmişti. Kralın geçtiği yerlerde, bu - istik»al- tilerin çılgın sesleri: — Hiristos Anesti!.. Diye, semalara doğru yükselmişti.. Zavallı Edirne!.. Şimdi de baştan ba- ğa, mavi — beyaz renklere bürünü- vermişti... Krala,büyük bir konak Yazan : Ziya Şakir tevellit memnuniyetlerini beyan et - tikten sonra, şu sözleri söylemiştir: (— Bu mabedi mukaddeste, ve cenabı kadiri mütlak huzurunda... Vatana, krala, ve Yunan milletine sadık. kalacağımıza yemin ederiz... Vesait nisbetinde hükümetin terak- ki ve inkişafına yardiım edeceğiz. Yunan vatandaşı olmakla mübahi - yiz... Yaşasın Yunan ordusu ve, mil- leti!..) (Bütün şehirdeki Museviler; fes yerine şapka giymişlerdir. Mağaza - lar, kapanmıştır.) Edirnede; bu şenlikler, ve temin edilen sadakatler devam ede dur - sun; gelelim Cafer Tayyar Beye... “Yunanlılar Edirneye girer girmez, Cafer Tayyar Beyi aramıya başla - mışlar, fakat bulamamışlardı. An - cak iki gün sonra, Edirne ile Baba- eski arasında, şose yolu üzerinde, bir mısır tarlasında yakalamışlar, esir almışlardı. Kolordu kumandanının esir edil - mesi, düşmanlara büsbütün neş'e vermişti. Artık (zafer); ikmal edil- mişti. Cafer Tayyar Bey, evvelâ Edirne- ye getirilmiş, — Kral Aleksandrın emrile — Karaağaçta bir evde bir- kaç gün misafir edilmiş.. sonra, bir zabitin refakatinde olarak Atinaya gönderilmişti. Cafer Tayyar Beyin esir edilmesi, Türk ve islâm muühitlerinde, çok bü- yük bir tesir ve teessür husule ge- tirmişti. Çünkü bu hazin hâdise, şu feci neticeleri vermişti: i — Sevk ve idareden mahrüm kalan birinci kolordu, kâmilen — in- hilâl etmişti. 2 — Perişan olan kıt'alardan bir kısmı, Yunan kuvvetleri tarafın - dan kolayca esir edilmişti. 3— Dagılnn efradın bir kısmı Bul- hediye edilmişti. Bu konak istikhal- de, Krala (Saray) vazifesini görerek ti? Başvekil Venizelosa, her tarâftan tebrik telgrafları gönderilmiş; — bu muvaffakıyetten dolayı hissesine dü- şen şerefin ilânı geciktirilmemişti. Bunların hepsi, (çok tabil) şeyler- di... Fakat asıl '(gayritabii) olan bir gey varsa, o da; bütün bu hâdisat a- rasma sıkışmış olan (çok garip) bir hâdiseden ibaretti. Ve bu hâdiseyi de, ; © tarihte intişar etmekte olan (Jur- nal Doryan) gazetesi, şu suretle tas- vir etmekte idi: — Aynen — (Kral Kostantin; Edirnede bulun- duğu esnada, resmen Musevi Sinago- nunu ziyaret etmiştir. İcra edilen resmi merasimi diniyede, bütün Mu- sevi cemaati bulunmuş; ve mektep talebesi, mektebin kapısm dizilmiş- lerdir. « (Kral, metrepolit ile gelmiş; ve hahambaşı ile cemaat rüesası tara - fından kabul edilmiştir. Hazırun, kra İ alkışlamıştır. (Hahambaşı Moiz; Musevilerin, kralı, mabetlerinde görmekten mü- Ora - da, açlıktan ve sefaletten mahvolup gitmişlerdi. 4 — Ordunun inhilâl etmesi üze- rine, düşman ayakları altında kalan zavallı Türk köyleri, en kanlı ve en acıklı facialara sahne teşkil etmiş - lerdi. 5 — Gerek düşman tarafından imha edilen ve gerek, yurtlarını ter- kederek İstanbula kaçtıktan sonra, cami ve medrese köşelerinde açlık- tan, soğuktan ve hastalıktan inliye inliye can verenlerin adedi, otuz bi- ni geçmişti. 6 — Ve nihayet.. Trakya, düşman tarafından istilâ edilmişti. En acı bir hakikat olarak şunu da ilâve etmek lâzımgelir ki; gerek hi- rinci kolordunun ve gerek Trakya- nım bu feci akıbete uğramasına amil olan sebeplerin en mühimmi; o mın- takanın mukadderatmı derühde et- miş olanların, (politika«cereyanları) na pek fazla kapılmış olmalarından ibaretti. (Arkası var)| Sağlık Öğütleri Bıldırcın eti Bıldırcın ne pek sıcaktan hoşlanır, ne de pek soğuktan, Yaz mevsiminin sıcaklarında Avrupanın serin memle- ketlerinde uçuşmıya gider. Sonbahar- da havalar soğumıya — başlayınca — sıcak memleketlere dönerken — İstanbuldan — da geçer. Onun içindir ki Avrupalılar bıldırcın etini yazın yedikleri halde biz onu ancak bu mev- simde, iplik üzerine dizilmiş halde, sa- tıcılarm elinde görürüz. Fakat, itiraf etmeliyiz ki, bizim a- ramızda bildirem etini arıyanlar pek azdır. Yalnız, eski Urumeliler bıldır-- cın etinin emzikli bayanlara çok süt verdiğine kail olduklarından, bıldırcın satanlara rastlayınca hemen alıp ev- lerine götürürler. Ancak onlar da bıl- dıremm çorbasını tercih ederler. Bildiremt en çok sevenler gemici- lerdir. Çünkü © minimini kuş, kanat- larmın küçüklüğüne bakmıyarak de - nizaşırı yerlere gitmiye kalkışır - ve deniz üzerinde yorulduğu vakit gör - düğü gemileri, zavallı, kendisine - bir sığmacak yer sanarak geminin üzeri- ne iner- Çok vakit tuzlu balık ve ku- ru fasulye yemiye alışmış gemiciler de onu kendileri için gökten inmiş bir kudret helvası diyerek, kebap — edip iştahla yerler. Bildirem — av etlerine meraklı 0- lanların kavline göre — av etlerinin arasında en küçüğü olmakla beraber, siyah dalgalı ve beyaz pullu, kül ren- ginde tüyleri insana hoş görünür. Yağlıca ve yuvarlacık bedeni de, bi - lirsiniz, pek maktbul şekillerden biri - dir: Ne pek uzun, ne de pek şişmian olmıyan güzellere “bıldırcın gibi” der- ler... Etine gelince, yumuşacık, ince ve lezzetli bir ettir. Çok koşan av hay - vanlarımın etleri gibi hiç yağsız değil- se de nihayet bir kuş olduğundan, pek te yağlı olamaz. Fakat bıldırcın- dan çorba yaptırıp içmek — emzikli bayanlara çok süt verdiği doğru olsa bile — zevk bakımından doğru olmaz. Çünkü bıldırcın çorba içinde erir, ne lezzeti kalır, ne de güzel kokusu. Bildircmim lezzetini ve güzel Kokusu- nü kaybetmemek isterseniz, unüfl gü- zel tüylerimi yoldurttuktan sonra ,a- teş karşısında kızarttırarak yemelisi- niz. Pek meraklı olanlar, kızarırken suyunu da kaybetmek istemedikle - rinden Ybıldıremı kaba kâğıda sararak o tarzda ve pek hafif ateşte kebap ederler. Eski hekimlerden bazıları, bıldirem insana ishal veren otlardan çokça yer diye bıldırcın etini yedirmezlerdi. Bi-- zim İbni Sina da bıldırem hem.kürt- boğan otu yer, hem de sar'a hastalı- ğına tutulur diye onu yedirmesdi. Onun sözünü çok yüksek tutan başka hekimler de Napoli şehrinde sar'alı hastaların çokluğunu onların da çok ça bıldiırem yemelerine atfetmişlerdi. Büyük hekime karşı inat eden he- kimler ise o hastalığa karşı bildırcı - nım barsaklarından gıkan maddeleri yedirirlerdi. Doğrusunu isterseniz, bildirem eti ne odür, ne de budur, sadece lezzetli bir ettir. Zaten pek te uzun sürmiyen mevsiminde aradasırada ondan kor - kusuz yiyebilirsiniz. Lokman Hekim TAN " 28 - 9 - 936 Grete Garbo ile Norma Shearer “ La Dam o Kamelya,, ile “Romes ve Jülyet,,i çeviriyorlar Greta Garbo Dünya edebiyat şaheserlerini filme almak,, ötedenberi, büyük sinema şirketlerinin gayeleridir. Bunlarda ne dereceye kadar muvaffak olduklarını tetkik edecek değilim, yalnız, büyük artistlerin böyle şaheserlerde rol al- mak için çırpındıklarını kaydedece - ğim ve Norma Şherer ile Greta Gar - bonun nihayet böyle bir rola sahip ol- duklarını haber vereceğim . GretarGarbu, “Alecasanüre Dumus oynanmış, “La Dam o Kamelya,, sı- n! oynayor. Greta Garboyu sevenler ve onun hayatını takip edenler, bu yıl dızım, yeni rolde nasıl olacağını me- rakla beklemektedirler, Norma Shearer ise, Shakspeare'in meşhur Romeo ve Julyet'ini oynu- yor. Daha geçenlerde ölen ve aşkı uğruna dinini değiştirerek Yahudili- ği kabul ettiği kocası İrvnig Talber- gin acısı geçmeden Norma Shearer, Julyet rolünü oynayışı bu filmin de merakla beklenmesi için ayrı bir se- bep teşkil ediyor. Norma Shearer'in Roneo'su Lesbi Hovard olacaktır . fa. Hurufat çalmış Ankara caddesinde Agobun Halk matbaasından on kiloluk kurşun hu rufat çalan müstahdem Ömer Yyaka- lanmıştır. kestrası: fils,, in bütün dünya tiyatrolatrında | Radyo Bugünkü program İstanbul Öğle neşriyatı — Saat 12,30: Plâkla Türk musikisi; 12,50: Havadis; - 13,05: Plâkla hafif müzik; 13,25 « 14: Muhtelil plâk neşriyatı. Akşam nışrıyau — Saat 18,30: Çay ııı- ti ,dans ikisi; 19,30: Konf Fahrettin Kerim — tarafından; 20: Vedıa Riza ve arkadaşları tarafından Türk mu- sikisi; 20,30: Türk musiki heyeti tarafın- dan klâsik eserler; 21: Solo plâklar; 21,30: 1 — Leutnrin Yortu uvertürü; 2 — S!rzuo—_ surn Alem Sedaları valsi; 3 — Tscaikovski- nin Saf Çoban Kadınından parçalar; 4 — Eugen — d'Albertin Entrmezzo'su; - 5 — Kalmanın Bayader operetinden parçalar; 6 — Rimski Korsakoff'un Şanson Indu; 7 — Moskoviskinin Lagitari; 22,30 - 23: Ajans haberleri. BÜKREŞ 6,30: Sabah neşryatı; 13,30 - 15; Plâk ve haberler; 19: Radyo orkestrası; 20: Kon ferans; 20,20: Konserin devamı; 20,45: Plâk (Richard Strauss); 21,45: Konferans; 21,30: Bobesku kuarteti; 22: Aktüalite; 22,08: Şarkılar; 22,30: Haberler; 22,45: Hıfıf musiki nakli. VARŞOVA 17: Varşova filârmonisi tarafından po - püler konser; 17,45: Konferans; 18: Ör - kestra (şarkılı); 19: Muhtelif; 20,10; İtal- yan şarkıları; 20,30: Leh halk musikisi; 21,30: Konuşmalar; 22: Fitelbergin idare- sinde senfoni R Prokofjev); 23: Spor; 23,15: Musiki mo- (Stamitz, Mozart, Ravel, 24: Dans plâkları. BUDAPEŞTE « 18,25: Asker bandosu; 19,15: Ekonomi; 19,0: Çigan müusikisi; 20,30: Konferans; 21: Piyano - şarkı; 21,35: Haberler; 21,55 Plâk; 23,05: Piyano tefakatile keman kon seri; 23,45; Salon orkestrası, BELGRAT 20,30: Konuşmalar 21: Belgra optera - sından nakil; saat 23 çe isabet eden isti- rahatte haberler. EINDHOVEN (PHOHI) (16.88 metre): 15: Marg; 15,05: Plâk; 15,15: Haberler; 15,30: Plâk; 15,50: Ko - ııuımı.lır 16,10; Dansing; 16,40: Spor bah- si, 17: Marş. ROMA - NAPOLİ - BARİ 18,15: Karışık konser; 18,50: Konuşma- lar; 19,50: Haberler, karışık musiki, konuş malar; 20: Plâk; 20,05: Fransızca haber- ler; 20,20 (Roma): Hafif musiki; 20,49 (Bari): Rumca neşriyat; 21,40: Konser (Bochetini); 22,30: Orkestra, dans ve ha- fif musiki; 23,40:. Senfoni. PRAG zayiki; 18,50: Fok orkestrası, 19,40: Almanca haberler; 19,45: Konuşmalar; 20: Prag ope- rasından nakil: Smetananın Libusha ope- rası; 23,25: Haberler; 23,40; Plâk; 23,45: Almanca haberler. PARİS (P: T: T:) 20,30: Haberler; 21,30: Plâk; 22: Plâk konseri; 22,15: Edebiyat; 22,30: Radyo or -4Mozart, Feankı, Charbler Ve sa; ire). 23,40: Haberler. NİCE - CAUDE D'AZUR 19,30: Senfonik konser; 20: Artistik ha- berler; 21,30: Senfonik konserin devamı; 22: Turizm bahsi; 22,15: Plâk; 22,30: Ti- yatra bahsi. VİYANA 20: Haberler, konuşmalar; 21: Röportaj 22: Oda musikisi 23: Haberler; 23, 10; Ha fif musiki; 24,15: Koönserin devamı 24,25 Dans plâkları. YENİ NEŞRİYAT Ülkü “Halkevleri dergisi ,, Ülkü, Eylül tarihli 43 üncü sayısi- le sekizinci cildinin ilk nüshasını ver- miş bulunmaktadır. —- Ciddi bir kültür mecmuası sifatile, ilk çıktığı gündenberi büyük bir inti- zam ve olgunlukla neşir hayatına de- vam etmiş ve bu sahada çok değerli hizmetlerde bulunmuş olan ÜLKÜ, geçen sayısından itibaren yeni bir hüviyete bürünmüş ve değeri bir kat daha artmıştır. Ülküyü bütün — mü- nevverlere tavsiye ederiz. e İKLİMLER Morua'nın en ünlü romanı, son yıl- ların en çok beğenilmiş eseri, beş yıl- da yalnız Fransada 500 defa basıl- mıştır. Bizde de gördüğü büyük rağ- bet üzerine ikinci defa basılmıştır. Tercüme Haydar Rıfatındır. Askerlik Tüm askerlik dairesi başkanlığın- dan: Teşrin 936 celbinde bir buçuk sene- liklerden 316: 327, iki seneliklerden 316: 330 jandarma ve Denizden 316 331 doğumlulardan bakaye kalmış ve süvari saire ile hiç askerlik yapma- mış olanların mensup - oldukları Üsz- küdar, Kadıköy, Beykoz, Kartal, A, dalar ve Şile $ubelerine müracaat et- meleri ilân olunur. » Eminönü Askerlik Şubesinden: 1 — Askerlik etmemiş aşağıda do- ğgum ve sınıfları izah edilen sağlam erler 936 Birinciteşrinde çağırılarak « larından şimdiden hazırlanmaları lâ- zımdır. b 2 — Bunların şubeye müracaat ede cekleri gün ayrıca ilân edilecektir. İHTİYAÇ NİSBETİNDE A — Bir buçuk seneliklerden (316- 327 dahil). B — İki ıenelıkıerden (816 - 330 dahil). C — Jandarma sınıfından (316 - 331 dahil). HEPSİ ÇAĞIRILACAK D — Deniz sınıfından (316 - 331 dahil). GRENMİZ çe LİSTES Hafif yemekler — İskara köftesi, fasulye sote, şeftali kompostosu . Ağır yemekler — Beyin tavası, patlıcan karnıyarık, un helvası. işleri İstanbulda ilk defa olarak De la Scala ve Milan'ın meşhur tenoru Nino Martini BAA — ::11111:4.4. SİNEMASINCĞA — aa WİLLİAM POWELL - JEAN HARLOW ÇILGIN GENÇİiK Göz kamaştıracak bir film. Gece No, 54 Ve bu “malüm olan yerler,, e bık- maya başladı. İşkembecide, onlardan kimseye raslamadı. Mahallebicinin kapısından baktı, Tayyarı gördü, he- men içeri girdi. Tayyarın yanmda, zayıf bir genç kadın vardı; İclâl, girer girmez, Tay- yar bir şey fısıldamış olaca kki, Za- yıf kadm, dönerek, omuzu başından, İclâli süzdü. İclâl, başıyla Tayyarı selâmlamış- tı; Tayyar, büyük bir nezaketle eğil- — Bonsuvar hanımefendi. İclâl oturunca, Tayyar, seslendi: — Görünürlerde yoksunuz, dim... Artık kaybettik... İclâl, cevap verecekti; fakat zayıf kadının, kaşlarınm çatıldığını, Tayya rın kolunu çektiğini gördü, gülümse di: gülerek efen- erci, Tayyar Bey'... Iclâ.ı orada oturmak niyetinde de- Yarısı Mahmut YESAKI gildi; bir limonata içti; parasını ve- rirken çırağa sordu: — Fofo hanım, bu gece, buraya uğradı mı? Çırak, boş bardak bir elinde, para- lar öbür elinde, dura dura düşündü: — Dün gece burada idiler... Bu ge- ce, onlardan uğrayan olmadı. İclâl, Tayyarı selâmlıyarak çıktı: — Şimdi Kaprise bakarım; eğer o- rada da bulamazsam, apartımana uğ- Genç kadınm bu gece, talii aksi idi; Kapriste, eski aktrislerden Lüs- yen, beyaz saçlı eski bir aktör arka- daşile oturuyordu. İclâl, talihsizliğine kızmıyor; onla- ti bulamadıkça, Üümidi kırılmıyor; böyle yer yer dolaşıp aramak, daha hoşuna gidiyor, neşesini daha kam- çılıyordu. Rüzgâr sertleşmiş, ince bir yağ- mür çiseliyordu. İclâlin, bu da keyfini şoföre, nerelere uğrıyacağını anlat - jtı; böyle kısa manevralı gezintilere alışkın olduğu için, hiç şaşalamadı. İkide bir ışıklı bir kapı önünde duru- yor, muavinini göndererek kapıcıla - ra, yahut vestiyere soruyordu. En son ümidi Fofo'nun apartma- nındaydı. Apartman kapıcısı: — Tiyatrodan gonra geldiler, tek- rar çıktılar! Deyince, İclâlin kolu kınıdı kırı- lrvermişti. Bilek saatine baktı; ikiye geliyordu: — Acaba, nereye gittiler? Kapıei, uyku sersemi gözlerini u- ğuşturarak homurdandı: — — Acele bir iş için arıyorsanız, Matmazel Ayda yukardadır. Bir ke- re ona sorun! İclâl, kapıcınım eline, yirmi — beş kuruş sıkıştırdı: — Mersi! Dedi ve şoföre döndü: — Biraz bekleyin, şimdi geliyo - rum, Bir koşu yukarı çıkmıştı; ıpırtı- manın zilini çalarken Soluk soluğa idi, Kapıyı açan Ayda, şaşırmıştı: kaçırmamıştı; bir otomobile “bindi; — A, siz İclâl Hanımcığım, bu va- y kit, böyle, nereden? İclâl, elile göğsüne bastırmış, hal- siz halsiz gülümsüyordu: — Hiç, aklıma esti... Fofo, nere- de? Ayda, başmı geriye itti: — Maatteessüf, Fofo evde yok! — Onu biliyorum! Kapıcı söyle- di... Tiyatrodan sonra uğramış, tek- rar gitmişler... Nereye gittiler? Ayda, canı sıkılmış gibi dudakla- rımı bükmüştü: — Bir gala yaptılar ya, para yi - yorlar. İclâl, şaşırarak baktı: — Fofo, hovardalığa mı başladı? İclâl, Fofonun tutumlu bir kız ol- duğunu, ötekiler gibi cıvıklıklara, şımarıklıklara kapılmıyacağını bil - diği için şaşmıştı. Ayda, Fofonun ü- zerine böyle bir lekenin gölgesini bi- le kondurmaktan korkuyormuş gibi gerilemişti: — Matmazel Fofo, onlar gibi ser- seri midir ki hovardalık edecek? Na- musile Çalışan artist kısmınm ho- vardalık nesine? Sanki binlerce lira kazanıyoruz da, havaya para saça - cağız? Bunları söylemiş, biraz hafiflemiş çarpıntısı yatışmıştı: — Sun'ullah Bey, Sabahatin koca- sı Mevlüt, sonra hesaplara bakan Suat Bey, bu gece otomobillerle Ar- navutköyüne gittiler, Akıntıburnun- da para yiyorlar. İclâl, gülmiye başladı: — Paralar kimden çıkıyor — Ortadan... Ayda, Teclâlin kulağına eğilmişti: — Galadan açıktan vurulan para- dır, bu... Açıktan gelmiş para da pay edilir mi ya? Ortaya konup yene - cek... İclâl, Aydanm yüzünü okşadı: — Gene neyse, sermayeden yemi- yorlar ya!.. Ayda, yan yan baktı: — Hangi sermayeden, Telâl —Ha- nımcığım... Ortadan yenecek, diye o- turulur, cepteki olandan başka, haf- ta içinde, hattâ ay içinde olacak ha- sılata kadar, bakarsın, yeniverir... Sen oturuşa bakma, oradan kalkılışa bak... Ben, nelerini görmüşüm... İclâl, omuzuna vurdu: — Sen, keyfine bak İclâl Hanım- cığım... Muhakkak onları görmek mi istiyorsun ? — Evet... — Bir şey mi söyliyecektiniz? İclâl, durdu, yutkundu, sonra gü « lüverdi: — Doğrusunu istersen, bir şey söyliyecek, soracak değilim. Evde, bir başıma oturmaktan canım sıkil- dı, sokağa çıktım, konuşacak, eğle « necek birkaç arkadaş arıyordum. Ayda da gülüyordu: — Çok iyi ettiniz, Telâl Hanımcı- ğım... Doğru Akıntıburnuna gidiniz. Onları, elinizle koymuşsunuz gibi o- rada bulursunuz... Masrafı, yenileni, içileni kaydetmeyiniz. Ayda, elini savurur gibi sallıyor « dü: — Şimdiye kadar böyle ne galalar, ne açıktan paralar, ne haftalık, ay- lık hasılatlar, ne sermayeler, neler yenmiştir... İclâl, Aydanın elini sıkarken: — BSeni de uykundan uyandırdım, rahatsız ettim, Aydacığım, dedi. — Yok, hayır, istağfurullah... Bi « lirsiniz ki sizi çok severim. — Eksik olma Aydacığım. (Arkası var)|