Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
H:&. üeü 5 Aaş l Paris ve Parıste bugü k apaş kahvelerinin içyüzü Seyyah şehirlerinde yabancıları nerelere götürürler, pveler gösterirler, gözlerini nasıl boyarlar? -— 15 « İlk defa gidilen her memleket, türlü türlü gezilir: Bir arkeoloji âlimi, gittiği yerlerde baş- ka şeyler arar; bir fen adamı o memleketi başka gözle görür; yeni evlenmiş iki genç başka türlü gezer; eğlenmeye gelen bir adamın aradığı başkadır; bir kumarbaz «tripo» lardan kurtulup da sağına solu - na bakmıya vakit bulamaz. Bir doktor, bir artist, bir makineci, hepsi kendi işi- ne, kendi zevklerine uygun düşecek şey- lere göz kulak olurlar. Bir de eturist» ler vardır. Bunların ço- ğu yeni yeni memleketler görmek için Yyola çıkarlar; kimisi çok zengindir, başka işi yoktur; kimısi yılın sekiz on ayında çalışır, bir iki ay da seyahate çıkar; bun- ların hemen hepsi de görmüş olmak için, kendi memleketlerine döndükleri zaman: — Tatili «Nis» de geçirdim!.. Demek için belli başlı bütün büyük şe- hirlere uğrarlar; sonra, lâf arasında bir sırasını getirip: |— Napoliye de gittim; «Pompei> ha - rabelerini gezdik. ' Diye size bir de danmuş «lâv» parçası gösterirler! Bunlar ıçin âdeta «klâsik» bir gezme programları — yapılmışlır. — Gidecekleri memileketlerin de bir listesi vardır. Ora - rada gezip dolaşacakları yerler de önce- den bellidir. Müzeleri, sarayları, üni - versiteleri de gezerler; kiliseleri, eskiden kalma büyük binaları da görürler, Yük- sek bir dağ varsa oraya da çıkarlar; eski bir şehrin yıkıntıları kalmışsa oraya da giderler; sonra tiyatroları, kabareleri, müzikholleri de dolaşırlar, Zaten her şehir, nasıl demeli bilmem, iki yüzlüdür: Birisi orada yaşıyanların, yerlilerin bildikleri, makyajsız, boyasız bir yüz.., Birisi de yabancıların gözüne güzel görünmek, onların hoşuna gitmek istiyen yüz... Hemen hemen kadınlar gi- bi işte... Onların da sabahleyin yataktan kalktıkları zaman bambaşka halleri, son- ra odalarını toplarken, yemeklerini hazır- larken, sonra da sokağa çıkarken, misafir- lerini karşılarken gene başka başka kı - lıkları, kıyafetleri olduğu gibi, şehirler de, tıpkı onlar gibi yabancı gözlere hoş gö- rünmiye çalışırlar, süslenirler, üstelik çok defa kendilerini beğendirmek için büsbütün tanınmaz bir renge girerler. Yola çıkan herkes, o zamana kadar, iyi kötü, her ağızdan bir başka masal dinle- miştir. Gittiği yerlerde de hep onları gör- mek isterler, hep onları ararlar. Venedi - ğe giden göndollarla gezmek, «barkarol> dinlemek hevesindedirler; Atinaya giden «Akropol» u sorarlar; İstanbula gelen - ler camileri, sarayları, Ayasofya müze - sini görmeden edemezler. Parise giden -| ler?.. Onlar da çocukluklarında kim bi- lir ne kadar roman okumuşlardır; hayal- lerinde o0 romanlardan, sinemalardan, a- ğızdan ağıza duydukları maceralardan kim bilir ne ızler kalmıştır. Parise ayak basar basmaz işte 0 hayallerin birdenbire canlanivermesini böklerler; hep onu a - rarlar. Müzelerden, öperadan, «Fontei - nebleu» den, «Versailles» dan sonra, bel- ki de bazan daha evvel gece meyhanele- üü ae Ka ci ö a — rini, apaş kahvelerini, müzikholleri gör- mek için içleri titrer. Çocukken hemen hiç birimizin elinden düşmiyen altmış beş santimlik arabacı romanlarındaki korkunç şatolar, bodrum meyhaneleri, köprü altları bugünkü Pa- risin havasına, ruhuna göre yaşamasına imkân da, lüzum da kalmıyan birer efsa- nedir; fakat içerisine ot doldurulmuş kaplan postları gibi, bütün bu efsane - doldurulmuştur. Parise gelen her turistin önüne ilk ön- ce bu, sürülür. Zevk düşkünlerinin, bu bir türlü ko- camak bilmiyen gözdesi de eski şöhretini, asırlardanberi kendini besliyen müşte - rilerini, hemen hemen hep böylelikle el- den kaçırınamaya çaliışir; altmışına ge- lip de hâlâ dudaklarından boyası, gözle- rinden sürmesi, saçlarından <«oöksijen» i eksik olmıyan zavallılar gibi. Büugünkü apaş kahveleri, işte o efsane- lerin sanki bir mumvasıdır. Bunlar, Pa - rise gelen bir Amerikalıyiı boş döndür - memek için kurulmuş, âdeta tiyatro gibi, ortaoyunu gibi hayvanal bahçesi gibi müşteri bekliyen birer müessesedir. Ba- yağı zamanlarda kapalıdır; bomboştur. Turizm acentalarından birisi: — Bu gece saat birde geliyoruz. Diye haber verince canlanir. Dekoru &ski apaş meyhanelerine benzesin diye karanlık merdivenlerden ininlen bu kuy- tu. yerler, tam © satte açılır; başları kas - ketli, boyunlarına birer mendil bağlan- mış erkekler, şaçlarının ucu çengel çeh- gel taranmış, gözlerinin kenarı çürük gi- bi siyaha boyalı kadınlar, tahta masa - ların etrafına dizilir. İçlerinden birisi a- kordeon çalar, öteki de hastalıklı kısık| yor bir sesle şarkı söyler. Kadını saçlarından çeken, yerlere yuvarlıyan, sonra da dü- dak dudağa getiren danslar.. Ara yerde bir de yalancıktan kavga.. üç beş küfür.. İşte temaşa, tamam!.. Her yerde, hattâ İstanbulda da biraz böyledir. Tüuristlerin klâsik gezintisi: Sultanahmedde, Ayasofya civarında, sa- raylarden, müzelerden başlar; sonra da Edirnekapıya, Kariye camitne, bazan da Eyübsultana kâdar uzanır... Bunun bir de gizli yüzü vardır: Dönüşte, denizden geliyordum. Benim bindiğim vapurda Baalbek harabelerini gezmeğe giden turistler, Felerinage için vola çıkmış papazlar vardı. İçlerinden bir ikisi ağzından kaçırdı; her kim vâdet - miış ise etmiş; bunlara: —- İstanbula gidince size harem ha - yatını, peçeli kadınları, odalıkları, ha - remağalarını göstereceğiz, Demişler. Bu zavallılar da inanmış, Pi- yerlotiye ilham veren mezarlıkları, ka - fes arkasında kasnak işliyen cariyeleri göreceğiz, diye hepsi de heyecan içinde çırpmıyorlardı. İstanbula geldikten, ge- zip gördükten sonra elbet onlar da al - dandıklarını anlarlar, diye zannederse - niz, yanılan siz olursunuz. Bu zavallı tu- ristlere, tıpkı öyle bildikleri gibi, iste - dikleri gibi bir İstanbul gösterecek, bü- tün o peçelerle örtülü, kafeslerle örülü, İtütsülerle dumanlanmış hayallere uy - “ Atatürk ve şnoder_n Türkiye , b Acoli ?“ Bir Fransız muharrırı hakkımızda değerli bir eser yazdı Fransız muharrirlerinden, Görard Tongas, «Atatürk ve modern Türkiye- nin hakiki çehresi» serlevhası altında güzel bir kitab neşretmiştir. İyi bir kâ- ğıda basılan ve Atatürkle Ankara ve İstanbulun güzel üç manzarası ilâve e- dilmiş olan bü kitab, on bir kısımdan mürekkebdir. Bu kısımlar şunlardır: Türkiyeyi tanımağa ve sevmeğe ni- çin mecburuz; Kemal Atatürk, hayatı ve felsefesi; Ankara, Türkiyenin yeni- leşme sembolü; Türkiyenin istikbali ve su meselesi; Turkıyenm ziraat politika- 1; İnkılâb enstitüsü; Türkiyenin sana- yıleşmesı Türkiye, ziraat ve hayvan ye tiştirme memleketi; Türkiye-Fransa iktısadi rabitası; netice; Atatürk Türki- yenin tarihi kronolojisi. B. Tongas, bu bahislerinde Türkiye- nin yenileşme hareketlerini kısa fakat veciz ifadelerle canlandırmış ve Türki- yenin bugüne kadar takib ettiği siya- seti güzel cümlelerle methetmiştir. En sonra Fransa ile Türkiye arasında tahaddüs eden Hatay itilâfını teşrih ederek Hatayın Türk ve bu ihtilâfın halli hususunda Türkiyenin gösterdiği hüsnü niyetin şayanı takdir olduğunu yazmaktadır. Kitaba bundan başka 1923 den 1936 senesine kadar Türkiye ile Fransa ara- sındaki ticari vaziyeti gösteren bir ced- vel de ilâve edilmiştir. Ayrıca bu kitabın «Şark memleket- lerini etüd için dökümanlar» serisinin ilk kitabı olduğu da kaydedilmektedir. Bitaraf ve bilgili bir kafaya malik ol- lerin içerisi de tıka basa «komedi» lerle duğu anlaşılan Fransız müellifinin bu kitablarının, şarkı etüd etmek isteyen ecnebiler için itimad edilecek bir kay- nak olacağı muhakkaktır. Muammer Eriş bu akşam Ankaraya dönüyor İş Bankası umum müdürü Muammer Eriş dün Ankaradan İstanbula gelmiş, doğru İş Bankası İstanbul şubesine gi- derek şube müdürü Yusuf Ziya ile bir müddet görüşmüş, Banka muamelâtına aid bazı izahat almış ve banka işlerile meşgul olmuştur. : Muammer Eriş bu akşam Ankaraya dönecektir. gun bir kaç saat geçirtecek gizli gizli «kumpanyalar», bu kumpanyaların da o işe uygun «artistleri», «dekorları», <ak - sesivar>» ları vardır. Beyoğlunda, yan so- kakların birinde, basık tavanlı bir eve gö- türürler. Duvarlarda köşeleri yazılı, or -| taları resimli, Acem, işi bezler, pencere- lerde Şam kumaşından perdeler, köşe - lerde birer sedir, yerde bir frenk halısı, ortada bakır mangal, tavanda bir kan - dil, raflarda bir iki kitab, bir buhurdan, bir çubuk... Bir kaç tane düşkün kadın | da bu uydurma şark odasında nargile içi- « Tefli, udlu bir çalgı, o çalginın ya- nısıra bir de çiftetelli, işte onların. «Klod Farerden» öğrendikleri İstanbul... Bu zavallılar, kendi memleketlerine döndük- leri zaman da gene bunu sayıklarlar; © saçmalara kim bilir kendileri de daha ne- ler katarlar... İstanbula gelenlerin çoğu nereden bul- muşlarsa bulmuşlar, işte böyle gizli bir kaç —evin — yerini öğrenmişlerdir. Buraya — gelir “ gelmez — ilkönce — &80- rup — araştırdıkları - budur. — Türist- leri —eğlendirmek — için, — Eyübsul - tanda güvercinlere mısır serpenler kadar |mahalle aralarında çingene çocuklarını oynatanlar, toprak sokakları, kaldırım- sız yolları gezdirenler, bu yüzden para kazanalar da çoktur. Yalnız bizde değil, dünyanın her ye - rinde, her büyük şehirde buna benzer, hattâ bundan daha gülünç, daha saçma neler vardır. Nedense seyyahlar da çok defa, hep böyle şeyleri ararlar, hep bün- 'lardan hodlanırlar... Parise gelen bir yabancının, kendisini pir aşkına gezdirecek tanıdığı yoksa ya bir tercüman bulur; yahud eline bir ha- rita alıp sokak sokak dolaşır; köşebaşla - rında polislerden, gelip geçenlerden yol sorar, sağlık ister. Bir de seyahat acen - taları vardır ki herkesi kendi zevkine, kendi mesleğine, hattâ biraz da milli - yetlerine göre gezdirir, eğlendirir... Kemal Ragıb Enson Bir evrak çantasının halıraları Yazan: Zaman beni ne ka- | dar yıprattırmış. Es- ki halim gözlerimin önüne geliyor da şim- diki kendimi âdeta tanıyamıyorum. Ön sene evvel bir dük - kân camekânında idim.. Bir gün dük - kâna giren kalantor bir adam beni eline aldı. Evirdi, baktı, çe virdi, baktı. — İyi, dedi, kaça? Dükkân sahibi al yanaklı şişman bir Rumdu. — Vereceyim sizin isin elli liraya! Başkaları gibi: — Çok! Demedi. — Bu olmaz, daha ucuzunu ver! Demedi. — Alıyorum, dedi, ve koltuğuna koy- du; elli lirayı tikiır tıkır saydı. Benimle birlikte dükkândan çıktı. Ertesi gün sahibim içime bir çok şeyler koydu. Neler koyduğunu birbir sayamı - yacağım.. Para derseniz gırla; sonra çek dedikleri, tahvilât dedikleri, sened de - dikleri bir çok şeylerle de dolup dolup boşalıyordum. Bu hal epey zaman devam etti. Ben daima kilidli dururdum. Bıra - kıldığım yerler; ya üstü camlı şık ma - salar, yahud da otomobil döşemeleri ©- lurdu, - * İki sene mi, üç sene mi ne geçmişti.. Bir akşam, sahibimin masası üzerinde du- ruyordum. Sahibimin liseye gittiğini bil- diğim on sekizlik kızı içeri girdi: — Baba, dedi, benim çantam eskidi. — Yenisini alayım, — Yok baba, istemem, sen kendine bir yeni çanta alırsın.. Ben senin bu çantanı çok beğeniyorum da.. — Pekâlâ, mademki beğenivorsun al! Hemen ©o dakikada yazıhanesinin çek- melerinden birini çekti, bütün muhte - vamı bir anda çekmeye boşalttı. — Âl kızım. Liseli kız, beni aldı. Manikürlü elle - rile okşıya okşıya odasına götürdü. O - nun odasına hiç girmemiştim, Gerçi ba- basınınki kadar zengin görünüşlü değil - di ama, gene güzeldi, şıktı. Duvarlarda resimler vardı. Bir kenarda - temiz bir karyola duruyordu. & Liseli kız içime bir çok kitablar, def - terler koydu. Küçük gözüme de bir ta - rak, bir diş fırçası, bir ufacık kutu pud- ra koymayı ihmal etmedi. Artık otomobillere binmiyordum, üstü camlı masalara konulmuyordum. Gece - lerimi, liseli kiızın ufak masasında, gün - düzlerimi de sıraların gözlerinde geçiri - * yordum. Bugün İiseli kızın Loltııgunda tramva- ya binmiştim. Liseli kızın yanıbaşında he- mer hemen onunla ayni yaşta bir genç peyda oldu. Sahibimin eline titriyen el- lerile bir mektub bıraktı. Benim kapa - ğım açıldı. Mektubun bırakıldığını his - settim. Ayıp olmasına rağmen kendimi okumaktan menedemedim, «Güzel bayan, diyordu, size karşı his - settiğfim büyük aşk günden güne daha kuvvetlenmektedir. Sizi görmek, sizinle konuşmak benim için artık bir emel ol - du. Yarın öğleden sonra sizinle buluşup bir sinemaya gidelim.. Ben saat ikide sizi Galatasarayın önünde bekliyorum.» Ertesi gün saat bir buçukta: — Akşama kadar burada kalsın, deni- lerek, kâğıd kalem satan bir dükkâna bı- rakıldım. * Liseli kız, liseyi bitirdi zannederim.. Çünkü artık beni taşımıyor. Bir kaç za- man bir kötü dolapta kaldıktan sonra; hizmetçinin çocuğuna verildim. İçime kapları yırtık bir kaç kitab, bir topaç, bir düdük, bir şeytan uçurtması konuldu. * Yaşayışımdan hiç de memnun değilim.. Her gün oradan oraya atılıyorum. Bazı geceler mutfakta yatıyorum., Bazı geceler kapı arkasında sabahlıyorum. Hele gündüzleri hiç sormayın, koluma ip bağlayıp beni siralar arasında sürük - a di Şdi rallldd ti ee dklelk ti İ a İsmet Hulüsi lüyorlar.. Yeni yaramaz sahibim arkâ * daşlarile kavga ederken beni kaldırıp 07” ların başlarına vuruyor. Sokaklarda top gibi elden ele atılıyorum. Mektebin yanındaki yokuşta uzerım' binip kızak kayıyorlar.. Ah o eski günler, onları o kadar art * yorum ki.. * , Küçük sahibim bir futbo! topu a].ıînilİ istiyor, parası da yok; bana baktı: — Şunu bir satsam Ga, dedi, par bir futbol topu alsam. Eskiciyi çevirdi, pazarlık ettiler.. asilt Es* |kici elli kuruşa satın aldı, Bir çok gün ötede beride sürüklendi” ten sonra bitpazarında kullanılmış eş&"' satan bir dükkâna konuldum. Beni bü * yamışlar, bozuk kilidimi tamir etmişler” di. Nihayet müşteri çıktı ve bir liraya 5# tıldını. Beni alan adam bir terzi imiş.. Beni tahsildarına verdi. İçimi bir alay alaca senedlerile doldurdular.. Artık tahsilda * rın kolunda sokak sokak dolaşıyordum Girmediğimiz han, kapısını çalmadıği * mız apartiman; uğramadığımız müecsses* kalmıyordu. Tahsildar da ama garib a * damdı. Herkesle başka türlü konuşu * yordu. Kimine: — Beyim, paşam! Diye yerlere kadar eğiliyor, karşısında sertleşiyor: — Ya borcunu verirsin, yahud da seni rezil ederim! . Diye barbar bağırıyordu. Ayın ilk günlerinde ilk sahibimin zamanındaki B* bi içimin para ile dolduğu vâkidi. Fakât ayın son günlerinde ancak bir iki lifâ taşıyordum. Bu iş epey müddet devam etti. Tam ifİ | sene tahsildarın kolunda taşındım. Fakat gitgide bozuluyordum. Bir gün nasılSâ içimden bir sened düşmüştü, düşerdi Y? kilidim bir türlü iyı kapanmıyor, ikid bir kulbum kopuyor, ötem berim sökü * lüyordu. Bu sened düşme hâdisesine tef” zi çok sıkıldı. Tahsildara çıkıştı ve nihâ” yet tahsildara başka bir çanta almıya Bâ* rar verdi. Tahsildar sordu: — Bunü da bana verseniz.. — Ne yapacaksın? — Evde lâzım olur. * Terzi tahsildarı, beni karısına hediy* etti. Tahsildarın karısı her sabah beni &” lıyor, pazara gidiyor.. İçime öteberi düF duruyordu. Sarımsak, et, soğan kokusü benim eski meşin kokumu tamamile al * dı. Gecelerimi, gündüzlerimi tahsildar!” ufak mutfağında kirli bir dolab içerisin geçiriyordum. kimini! * Ne kaderim, ne kıymetim kaldı. Bir sabah tahsildarın karısı gene beni almi$” tı. Kendi kendime: — Oh ne âlâ, demiştim. Sokağa çıkâ * cağım! Sokağa çıkmağa, dolaşmıya bayılıy©?” dum. Benim cinsimden yeni yeni bir € çantalara rastlıyordum. Onlar bana istib” fafla bakıyorlardı. Fakat ben de onlafıp güururlarına gülmekten kendimi alami * yordüm. Kendi halimle onların l'ıautıı mukayese ediyor, görünüşümle onlara: — Fazla mağrur olmayın, siz de Bi ğ nün birinde benim gibi, belki de bendef daha fena olacaksınız. Demek istiyordum, - İsmet Hulüsi *