9 Aralık 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

|tün paralarını bitirmiş.. artık ellerinde, — hulyasındar: uzak düştüklerine mi, neye - istemişler, kendi memleketlerinde bari- Osığınmış, iki talisiz... ehırlerınde 6Ö € un ö A A Kumarhanelerde kimlere ,rasgeldim Şurada deniz nıayosıle gelmış bir genç kız, biraz otede başında kasketi, ayağında bol paçalı pantalon bulunan bir kadın... İşte genç bir çift ki uğur getırecegı zannile oyuna başlamadan evvel mutlaka öpüşüyorlar — Ti — Plâja — gidiyorum, diye otelden çıkmış; bir sırasını bulunca yanındakileri bırak - mış, arkasında ban- yo pijaması, içinde deniz mayosile kazi- noya gelmiş genç kız lar: Çantasındaki bir kaç yüz frangı birkaç yüz defa çoğaltamasa bile birkaç bine çı - karacak; karşıki ku- Şumcuda — pırlantalı bir bilek saati var ya, işte onu, yahud da hiç olmazsa gene bil- mem nerede gördü - ğü bir tuvaleti ala - Başında bir katket, ayağında — lâciverd şayaktan bol paçalı pantâlon, yatında ca- nı sıkılmış, plâjda eğlenememiş, belki de aradığını görememiş, çok böyalı, yüzle- rinin çizgileri yavaş yavaş derinleşmeye başlamış kadınlar... Mekteb kaçağı denecek kadar genç ço- cuklar; sanatoryoma gönderilecek kadar renksiz, çökük insanlar; elleri titriyen, dudakları sarkan, en kalın taşlı gözlük- lerin arkasından bile gözleri seçmiyen ihtiyarlar... Ecnebiler, bu kumarhaneleri besliyen en belli başlı zavallılar... Kimisi nasılsa duymuş: Rulette kazanmanın sistemleri varmış. Ben de kazanamaz mıyım, diye düşünmüş, neredense eline bir rulet ma- kinesi geçirmiş, günlerce, aylarca işini, gücünü bırakmış, kendi kendine tecrübe- ler yapmış, sonra da elindekini, avucun- dakini satmış, savmış, birkaç yüz lira bulmuş... Artık milyonlar kazanacak.. o hulya ile yola çıkmış, gece gündüz gözü- ne uyku girmemiş, trenden iner inmez, vapurdan çıkar çıkmaz, elini, yüzünü yalan yanlış ya yıkamış, ya hiç yıkama- dan, hemen o akşam kazinoya koşmuş, salondan iceri girer girmez gözleri ka- maşmış, ilkönce biraz şaşırmış, sonra yü- reği çarpa çarpa masaların birine sokul- muş, daha sonra.... Hemen gene o gece, o gece olmasa bile birkaç gün içinde bü- avuclarmda ne varsa hepsini kaybettik- lerine mi, yoksa milyonlar kazanmak yanacağını şaşıran biçareler... Kimisinin de harcamakla bitmiyen pa— Tası var. Her eğlenceden usanmış, hiç bi- rinden tat alamaz olmuş, kendi memle- ketinde de kumar oynıyacak yer yok. Şöyle beş on gün için, bir değişiklik ol- sun, diye buraya gelmiş. Ne mutlu böy- lelerine... İşte şurada da iki genç. Acaba nişanlı mı? Pek benzemiyor.. yoksa günahkâr ikı sevdalı mı? Belki de... Kocasından kaçmış bir kadın, çocuklarını birakmış bır baba... Fransızca konuşuyorlar ama belli ki Fransız değiller. Kem gözlerden kurtulmak, dedikodudan uzak yaşamak namamışlar, oradaki bütün bağları ko- parmışlar, yalnız birbirleri için, birbir- lerinin yanında yaşamak için buralara Dudaklarının bir- birile buluştuğu ilk günü pek uğurlu saymış olacaklar ki öpüşmeden oyuna başlamıyorlar. Zaten kumarbazların ço- ğu, kendilerine uğur getiren bir şey ta- şır: Küçük bir fil heykeli, eski bir para, bir taş parçası... Kimisi bunü çantasında saklar, kimisi oyun oynarken fişlerinin arasına koyar. Bunlar da, uğur getirsin, diye, öpüşüyorlar; oyuna öyle başlıyorlar. Kendilerine bakan, gülümsiyen bütün bu kalabalığa hiç aldırmıyorlar. Oyunun or- tasında da, bekledikleri numaranın çık- ması için, dudakları helecanla, titriye İ Te A göb a Yazan: Kemal Ragıb Enson titriye gene öyle birbirine uzanıyor... Kazanınca bara gidiyorlar, içiyorlar, dansediyorlar, tiyatroda bir köşeye çeki- lip hem sevişiyorlar, hem de oyun seyre- diyorlar. Gündüzleri de gene onlara, | plâjda oynaşırken, ormanda dolaşırken, deniz kenarındaki kahvelerden birinde oturup çalgı dinlerken rasgeldiğim çok oluyordu. Günün birinde ikisinin de yüzlerini pek soluk, gözlerini çok sönük gördüm. Gene sevişiyorlar, hep öyle herkesin ö- nünde öpüşüyorlardı. Fâkat ikisinde de bitkin, kırgin bir hal vardı. Anladım: Pa- raları bitmişti. Kim bilir, mutlaka onlar da bir yandan sevginin, bir yandan ku- marın verdiği baş dönmesi içinde bütün paralarını en kısa bir zaman içinde kay- betmiş olacaklardı. Eskisi gibi oyun ma- sasının bir köşesine yanyana oturup bin- lik, beş yüzlük banknotlarla her el oyu- na giremiyorlardı. Ayakta dolaşıyorlar, arada bir erkek yeleğinin cebinden, ka- dın da çantasından beş franklık nikel bir para çıkarıyor, yeşil çuhanın bir kenarı- na koyuyordu. O zavallı nikel parçası bir ümid dilencisi gibi birkaç dakika orada bekliyor, sonra ters bir numara çıkınca öteki allı yeşilli fişlerle beraber (krup- ye) nin önündeki delikten aşağıya yuvar- lanıyordu... Bu iki zavallı sevdahmn başına daha neler geldi, bilmem, birkaç gün sonra or- talıkta hiç görünmez oldular... Biraz daha ötede yaşlıca bir adam... Biraz kazanmış: Beyaz fişleri üstüste dizmiş, kırmızılardan da gene öyle bir| kule yapmış, yanında da yeşil renkli, da- ha büyük yuvarlaklardan sekiz on tane var... Keyfi de yerinde: Sindire sindire sigarasını içiyor. Tam o aralık yanına bir kadın yaklaşiyor, ağızdan kulağa fısılda- şıyorlar, Erkek kendini tutamıyor: — Hepsini bitirdin mi? Diyor; yalnız bu kadarını duyabiliyor- sunuz. Fakat adamcağızın önündeki ku- lelerden beyazını bozup içinden on beş yirmi franklık fişi, istemiye istemiye ona verdiğine bakılırsa anlaşılır ki kadin, ya- bancı değildir, karısıdır... Mutlaka başka masada oynamış, kendi parasını bitirince gelip kocasından istiyor... Biraz sonra adamcağızın talii tersine döner, bütün kazandıklarını kaybedeceği tutar. Kazinonun kapısından çıkarken homurdana homurdana: — Ne iyi kazanıyordum. Sen geldin, para istedin... Oyunun uğurunu kaçır- dın!. Diye karısına söylendiğini duyarsınız!.. Karqmızdakı masada da bır başkası Var: —- Tanıyacağım ama, gördüm?.. Diye düşünürsünüz... acaba nerede A g ç Bildiklerinizin ara- sında bir türlü bula- mıyorsunuz. Yüzüne bakıyorsunuz, göz göze gelince belki si- zi o tanır, diye bek - liyorsunuz. Bu da ol- bile. Başını çevirdik- çe gözleri, sizinki - lerle buluşmadan başka bir köşeye ka- yıyor, Düşünüyorsunuz, düşünüyorsunuz, ya- vaş yavaş âdeta sinir- lenmeğe başlıyorsu - nuz. Sonra bir aralık bir başkasının elin - deki tiyatro ilânı gö- zünüze ilişiyor: Bul- duk işte... Dün ge - ce tiyatroda gördüğü- [nüz artistlerden birisi değil mi? Şimdi de gelmiş, burada oyun oynuyor, oynar a.. Fakat onu burada bir kere daha görmek size, şimdi kazinoda, oyun salonunda ol- duğunuzu unutturuyor, hayalinizde açı- lan bir başka diyara götürüyor, dün gece- ki piyeste onun başından geçenleri şimdi burada onunla beraber, yanyana yaşıyor- muşsunuz gibi geliyor... O, dün akşam talisiz bir adamdı: Genç bir kadınla se- vişmiş, evlenmiş; sonra kadın onu bıra- kıp bir başkasına kaçmıştı. Şimdi de san- ki gene o piyesi seyrediyormuş gibi, ken- dinizi unutuyorsunuz; sanki gene o za- vallı. biraz avunmak için, çektiği üzün- tüyü biraz olsun unutmak için buraya koşmuş, kumardan teselli arıyor. Arada bir yanına öteki artistler de ge- liyor, konuşuyorlar, gülüşüyorlar. Tiyat- ro büsbütün gözünüzün önünde canlanı- madı: Size bakmıyor | MIZAH: Benim eşim dostum kıttı. Karımım eşi döstu boldu. Benim eşim döstüm kendi hallerinde iyi insanlardı. Karımın eşi dostu ise bir âlay züppeden ibaretti ve ben onlardan nefret ederdim. Bir akşam karimın züppe eş dostları e- vimize gelmişlerdi.»Ben de mecburen bir- aralık içlerinden biri: Onur, dedi; namuüs, dedi; doğruluk, dedi; söz sözü açtı. Baş- kası atıldı: — Mohişer, dedi, ömrümde yalan söy- lemedim ve yalan söyliyenlerden nefret ederim, Sordum: — Ciddi mi söylüyorsunuz? — Rica ederim. Israr ederseniz haka- ret telâkki edeceğim.. ben ancak bir tek söz söylerim. — Ya, demek siz yalan söyliyenlerden nefret edersiniz oer mi" — İğrenirim. z Karım o eralık, Mahmudpaşada bir şapkacıya yaptırmış olduğu bir şapkayı misafirlerine gösteriyordu: — Beyoğlunda bir şapkacım var, dedi, ona yirmi sekiz liraya yaptırdım. Derhal atıldım: — Bay senden nefret etmesin karıc- yor, yalnız dekor değişmiş, daha büyü-|ğım dedim, doğruyu söylesene, Mah- lardan sonra şimdi nasıl böyle gülüşüp konuştuğuna şaşarken birdenbire büs- bütün sinirleniyorsunuz. damların içinde birisi var ki dün gece o- nunla' aralarında neler ölmüştu. Onun ilkönece işlerini- bozan, sonra da karısını ayartan, Kaçıran işte bu değil miydi? Hani bir aralık boğaz boğa- za gelmişler, öteki herif, bu zavallının müş, daha zenginleşmiş. Dün geceki acı-| mudpaşada dört liraya yaptırmış değil miısin? Yalan söyliyenden nefret edene göz Yanındaki a-|ucile baktım; yüzü tadsız bir şekil al- mıştı. — Yüzünüzün bu şekli hiç hoşuma git- parasını çalan, | medi, dedim, çok çirkm çok bayağı olu- yorsunuz. — Monşer. — Vallahi bilmme. İhtimal dün akşam- karısını elinden aldıktan başka Üüstelik | ki içkinin tesiridir. onu dövmeğe de kalkmıştı. — Ne de çabuk barıştllal' yahu!.. Ama da asri adamlarmış ha.. Diyecek gibi iken kendınızı topluyor, gülümsemeğe başlıyorsunuz... Kemal Ragıp Enson 64 yaşında!'i atlet Kendi rekorunu kırdı Öxford üniversitesi antrenörü Thomas 64 yaşındadır. Ve geçenlerde 5 mil mu - kavemet koşusunda kendi rekorunu 15 saniye ile kırarak bu mesafevi 24 dakika, C eaj (d P CA 28 saniyede katetmiştir. YA AĞİRE ğ e £ ft d — Dün akşamki içki mi, Beyoğlunda bir barda ancak bir viski almıştım. — Siz kendi kendinizden nefret etmi- yor musunuz? ' — Ne saçmalıyorsunuz. mönşer? —— Sâaçmalamıyorum. Yalan söylüyor- sunuz da.. dün akşam ben sizi Balıkpaza- rında meyhanede gördüm. Doğruyu söy- lememin sebebi benden nefret etmeme- niz içindir. Misafir kadınlardan biri yüzünü bu- ruşturdu: . — Ne bayağı bir konuşma, başıma ağrı geldi. Ona döndüm: — Konuşmamızın başınızı — ağrıttığını zannetmiyorum bayan, bu ağrıya ihtimal takma saçlarınızın ağırlığı sebeb olmuş- tur. Çıkarıp masanın üzerine koyabilir- siniz, — Bayağı adam. Güldüm. — Memnun oldum, yalan söylemiyor- sunuz.. içinizden doğanı söylemeniz ne iyi, Bir başka erkek misafir söze karıştı: — Benim gibi bir sösyete adamı, yanın- da bu tarzda konuşulmasına tahammuül edemez. Yalan söyliyenlerden nefret ederim di- yene döndüm: — Baydan nefret etmiyor musunuz? Bakın yalan söylüyor. Sosyete adamıyım demesi büyük bir yalan, hiçbir sosyete ,|adamı, karısını döver mi, halbuki bayın | karısını dövdüğünü herkes bilir. Demek likte otürüyordum. Nasıl oldu bilmem bir | Karımın ahbablarından | nasıl kurtuldum”? Nakleden : İsmet Hulüsi sosyete adamlığı yalan! Misafirler, kendileri çanak tutuyorlnı— dı, bir tanesi daha &öze karıştı: — Karısını Mahmudpaşadan giydiren adamdan ne beklenir? — Muhterem zevcenizin otuz liraya h yaptırdığını söylediği ayakkabları vere- | siye beş liraya yaptırmış olduğunu ve hattâ iki lirasını altı aydanberi hâlâ öde- mediğini biliyorum. Yok ayıblamıyorum i ama yalan söyliyenlerden nefret edenler | bile — vardır da.. Kadınlardan biri yerinden kalktı: — Benim kocam böyle bir adam olsa bir gün beraber yaşamam, ayrılırım. — Böyle adam olup olmadığını mem, fakat kocanızdan ayrılmakla çok iyi etmiş olursunuz. Zevciniz bir dolan« dırıcıdır. Bir dolandırıcının karısı olmak ta hiç şerefli bir şey değildir. Gerçi buna ları söylemek doğru değil, ama syalan söylesem benden de nefret ederler de.. Karim duramadi: — Artık fazla geliyorsun! —- Yok karıcığım darılma, bayanıri saçlarının takma olduğunu ben bilmiyor- dum, senden duydum. Şu bayanın mulh- terem zevcinin de dolandırıcı olduğunu söyliyen gene sensin, şimdi neye bana çı« kışıyorsun yalancı! Misafirler hep birden ayağa kalktılar.. gidiyorlardı. - Defolun, dedim, gerçi usulen güle güle gene buyurun demem icab eder ama yalan söylemekten artık vazgeçtim, Karım dona üalmıştı: — Sen bayağı bir adamsın? Dedi: ı — Olabilir, aksini iddia etmem, fakat sen bana ne yapabilirsin ki! — Hemen buradan giderim — Nereye? — Ben bilirim nereye gideceğim. — Annenin evine mi, hani şu zengin- lerden Ali beyefendinin zevceleri değil mi? — Beğennıedîn Mi? — — Hayır beğenmıeıîim değil, fakat sen gittiğin zaman meşhur zenginlerden Âli beyin zeycesine benim evden öteberi ta« şınmasına müsaade edilmiyecektir de. orada aç ve parasız kalman ihtimalini dü- — şünüyörum. Bunu söylemezdim arra, se- nin dostlarının hatırları için süylüyo« rum.. onlar yalan söyliyenlerden nefret ederler. — Ben bir daha bu adamların, bu ka- dınların yüzlerine nasıl bakacağım?. — Merak etme, onlar da bir daha senin yüzüne bakmak istemiyecekler, hem böye le daha iyi. Saadetimiz için! — Ne saadet yarabbim. — Sen bilirsin, şimdi sokağa çıkıyo- Tum.. Yarım saat sonra eve döneceğim. İstemiyorsan o zamana kadar gidebilir- sin, yok istiyorsan kalırsın. Şapkamı giydim, sokağa çıktım. Ya- rım saat sonra eve döndüğüm zaman ka- rim evde idi ve hiçbir şey olmamış gibi beni güler yüzle karşıladı Çok şükür artık onun eşinden, dostuu— dan da kurtulmuştum. Züppelerden kurtulduktan, her şey yoluna girdikten sonra ben de kör kadı doğruluğundan vazgeçtim. Yalan söyle- İsmet Hulüsi | İmeden yaşamak imkânını bulamamıştım. —

Bu sayıdan diğer sayfalar: