Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
âyt N l Çi | T4 y mü,; | mür ole *“| | Doktora yalvardım, yakardım. Tara- SA Uzuün etmiyelim, dumanladık kafala- |— Tİ soyacağız. Sofra kuruldu. Rakı geti- ——— H VÜN güğeye < “ Ben bir tımarhane kaçkınıyım!,, ' Nihayet benim muayene sıram da geldi çattı! Kapıdan girerken kalbim şiddetle çarpıyordu. Acaba | Adli Tıb doktorları deli olmadığımı anlayacaklar mı idi ? Röportajı yapan: (Tercüme ve iktibas ——46— 7 - O vakit randevuculuk şimdiki gibi a- Yaz değil. Harb senesi bu.. 50 lik 100 - lüklerle oynanıyor. Kaç enayinin para- SNi aşırdık, âdeta sayısız... Fakat di - Yorum a küçüktüm, bana o vakit Kü - Şük Muammer derlerdi. Polis de öyle bilirdi. Ben o sıralarda Sirkecideki Şeref o- telinin altındaki kahvede otururdum. ,, Gene öyle otururken bir garson gel- di. Seni Haleb birahanesinden istiyor- lar, dedi. Gittim. İki enayi. İkisini de tanıdım. Bana rakı ikram ettiler. Bilmem söy- im mi, beş yaşındanberi rakı içerim Tı. Şimdiki gibi otomobil falan yok, at- ladık bir faytona.. çala kamçı, ver elini atya... Gideceğimiz yer, Etyemezde bostan- ların içinde rahmetli Haticenin evi. Et- Tafta kıyamet kadar incir ağacı... Eve girdik, karılar hoşur mu hoşur. yilerin ağızlarının suyu aktı. Yir- Mişer papele pazarlığı uyuştuk. Aldık Papelleri. Herifler 10 kâğıd da rakı, me- Ze al diye bana toka ettiler. Cüzdanla- Imda en aşağı 900-1000 lira vardı Ka- TL ile göz ettik. Anlaştık. Gece enayile- Tinceye kadar cebdeki ihtiyat cebha- hevi kullanacağız.. İlk kadehler ağıza alınmadan... Küt, Pat, şangır... Meded Allah.. bir taş hü- Cumu... sormayın.. meğer akşamdanbe- - Fi 8 delikanlı evin karşısındaki incir - l,,ieı?':n arkasına saklanmışlar, bizi dikiz ediyorlarmış, Girdiğimizi görünce baş-! d hmışlaı— taşlamağa, Kafesler uçuyor, camlar çoktan tuzla FUZ. Biz, kıyameti koparıyor, imdad, » İMdad diye haykırıyoruz. Evdekilerden biri korkudan 4 metre yüksekten atla- Mış, ayakları patlamış. Kan ter içinde Sürüne sürüne Etyemez karakolunu Poylamış. Polisler onu hastaneye gön- derdikten sonra doğru eve... Tabil, taşlıyanlar pırrr.. Nasıl anlatayım kardeşim.. böylece Yaşadık gitti. Hırsızlık yapmadım. Fa- kat dolandırıcılık, tavcılık, muhabbet dellâllığından bir hayli sabıkalandım. - Dost tuttum, karıların paralarını ye- dim, Ev işlettim. Anadolu umumhane- lerine İstaribuldan karı kandırıp sat- tim, Fakat her enselenişte yakayı kur- tarmanın çaresini buldum. Çünkü e- limde koskoca bir deli raporum vardı. Fakat bu defa kolay kolay yakayı sıyı- Tabileceğimize /benzemiyor. de- Bil, emrazı zühreviye hastanesinin cam- larını aşağı indirdim. Soruyorum: — Niçin? / , — Niçin olacak, bizim motör hasta-| heye düştü. Bir türlü taburcu etmezler. fmı bulup anafor yedirsem iyi.. fakat herifcioğlu oralı değil. mangiz yemez Cinsten. ' - Ben de bir akşam çektim kafayı, Çektim kafayı... Atladım bir sandala kayaların üzerinden fırlattım - taşları Camlara. Tabil enselendik. Merkeze Beldik. Orada da bir rezalet. Mahkeme- Ye sevkedildik. Orada numara hazır: — Bay hâkim.. ben deliyim.. bazan ©yle buhranlar gelir bana... Elimde ra- Borum var.. ver elini tıbbı adli, geldik ,buraya.. şu işden bir yakamı sıyırsam tövbe edeceğim bir daha böyle işler Yapmıyacağım. İki karı bulacağım on- parasını yiyeceğim. Akşam yemeği ve yarı uyur, yarı Yanık bir gece daha... . | Aşağı yukarı ayni feryadlar, ayni derdleşmeler.. hepsini teker teker an - latmağa imkân yok.. doktorlar gene geldi. Bakalım bizi çağıracaklar mı? Kâni: — Mutlak çağırılar diyor, çünkü ya- Tiın cuma, heyet günü Hayrullah bey Belecek.. : eV M N Farak Küçük hakkı mahfuzdurl — Faruk, Doktora., Meselenin mühimmi şimdi, dananın kuyruğu birazdan kopacak. Bakalım tıbbı adlinin bu kadar hasta üzerinde tecrübe yürüten doktorları bana ne di-| yecekler? Kalbim yerinden kopacak- mış gibi çarpiyor. - Bana, bizim oda ile, doktorun odası arası gayet uzun gibi geldi. Nihayet kapıdan girdim. İnce uzun bir oda... Tam karşıda tek bir pencere var, Ö - nünde düz geniş sarı bir masa, Sağ tarafta iki masa daha.. üstünde bir daktilo makinesi.. Doktor Nuri daktilo makinesinin ba- şında, doktor Rıfkı karşıki masada 0- turuyorlar. | Yer gösterdiler.. arkam kapıya dö - nük oturdum. Gardiyan Niyazi ile, adı- nı bilmediğim diğer bir gardiyan ar - kamda ayaktalar. Doöktor Rıfkı hem beni süzüyor, hem de elinde bir kalem habire masanın üs- tüne tık tık vuruyor. Doktor Nuri ma- kineye geçirdiği beyaz kâğıdı âyar edi- yor. Pencereden gelen güneş gözlerimi kamaştırıyor.. " Ohdar susuyorlar, ben de susuyo - rum. Odanın içinde nefeslerimiz bile duyuln*yor. Yalnız doöktor Rıfkının kaleminin tıktıkları. Herhalde böyle bir çeyrek kadar geçti.. Bende korku bütün, bütün artıyor. Acaba doktor benim deli olmadığı - mı, mahsus yaptığımı anladı mı? Nihayet kalemle tık tik yapmağı bı- raktı. Ayağa kalktı. Sorguya başladı: — Adın ne senin? - — Faruk,, - — Babanın adı? — Hilmi.. — Neye buraya geldin? ! — birinin Doktor Nuriye döndü: — Verir misin şunun evrakını! Doktör Nuri dosyayı uzattı. Aldı. Baştan aşağı 'okudu.. bir daha okudu hilâf olmasın ama bu okumak, bir çeyrekten fazla devam etti. Canım sıkılmağa başlamıştı. İçimden bir ses: — Cezayirliyana yaptığın gibi- şu doktorun da gırtlağına sarıl diyordu. Fakat doktor Rıfkı ile doktor Ceza- yirliyan arasındaki fark vardı. Cezayir- liyan üfak tefek, zayıf, nahif bir adam- değilse de uzun boöylu güçlü kuvvetli idi, Gırtlağına sarılmak için ya sandal- yeye çıkmam yahud da merdiven koy- mam lâzım geliyordu. — Bu esnada doktor Nuri mütemadiyen beni süzüyordu. Doktor Rıfkı tekrar söze başladı: — Bak senin için ne diyorlar.. — Ne diyorlar? — BSen evvelki gün birisinin gırtla- ğına sarılmışsın.. ç — Ey sarıldım ne olacak? — Nasıl ne olacak ya seni öldürsey- — Nasıl öldürür? : — Basbayağı...; Korkar, tabancayı çektiği gibi seni vurur? <$alt | — Buürası dağ başı mı? İ — Madem ki dağbaşı değil sen ne demiye' elâlemin gırtlağına sarılıyor - b — Kâninin tahmini doğru imiş; kapı a- ni ıî'hw'. Yeğr e * MAYRALAŞ -aT A B grsğke e rR SA İ SAĞ aNi OĞl e Ta> P ğ dı. Doktor Rifki ise, gerçi pek şişman | Geniş yürekli olması beklenen bir tip Gazi Antebden 'A. H. G. rümuzile soruluyor: , — Zengin ola- cak mıyım? Zengin oh_nak İ- çin geniş yürekli mek gelecek menfaatleri ürküdebilir. AAA İtimad veren bir tip Yozgad — okuyu- cularımızdan — Sü- leyman soruyor: a— Muvaffak ola- cak mıyım? Verilen işleri sa- dık bir duygu ile başarmak istemesi itibarile itimad kazanmış ve bu vasfa ihtiyacı olan İ işlerde muvaffakiyetini temin etmiş ola bilir. Çok söylemek bazan zarar verir Manisa — okuyu- cularımızdan — Ha- lid - karakterinin tahlilini istiyerek soruyor: —— - — Muvaffak ola- cak mıyım? Çok — söylemek bazı meslekler için lüzumludur. Fakat bazan — susmasını, az söylemesini de bilmek lâzımdır. Şaka hududunu aşan hareketler ekseriya za- rar da verebilir. BAA Fikri inkişafı beklenen bir genç İzmirden Saba- heid- imzasilea soruluyor: , — Muvaffak o - lacak miyım? Bedeni kuvvet, fikri inkişafla tak- viye edildiği - tak- dirde — muvaffaki- yetten şüphe etme ğe yer kalmaz. K n Pta Fotoğraf tahiili kuponu f ıSim . « "_; Adres | Fotograf tahlili için bu kuponlardan (l çatır daktilo ile sözlerimi kaydediyor - du. $ Doktör Rırki sorularına devam etti: — $BSen ne iş yaparsın? — Köftecilik.. — Hayır matbaalarda çalışırdım.. — Hım.. evli misin? — Değilim.. — Çocuğun var mı? — Evli olmıyan adamın çocuğu olur mu? — Rakı falan içer misin?, — Söyle bakayım, sana böyle cinnet asarı geliyor mu? — Efendim ben deli değilim!.. — Sana deli diyen yok.. yalnız söyle bakayım arada sırada canın sikiliyor mu? F — Sıkılıyor.' Târibden sayfalar: Kral Amolyüs iki çocuğu Romülüs A WeS bir beşiğe koydurdu. Nehrin taşkın sularına bıraktırdı. Beşik sürüklenerek giderken kıyıda bir incir ağacına takıldı. Bir dişi kurd onları emzirmeye başladı, başlarının üstünde kuşlar kimdir? - olmağa da lüzum | — Ötedenberi köftecilik mi yaptın? — Hayır.. — Sigara? — Hayır.. — Eroin, kokain, morfin? — BHayır.. — Hele, hele.. doğru söyle eroin fa- lan? : : 1 — Hayır.. , ' — Eskiden hiç hastalık falan çektin mi? — Küçükken sıtma çekmişim.. — Başka? — Geçen sene de diş ağrısı.. İkisi de güldüler: — ' Geçenlerde gazetemizde | nuzdur: ÂAmerikadaki Mark Twain Ce- miyeti Atatürke bir altın madalya gön- derdi. Bunun bir tarafında Twain'in ka- okumuşsu- bartma resmi, diğer tarafında «Kemal Atatürk, Modern Romülüs» sözleri var- dır. Yazdıkları bir mektubun son cümle"* si de şöyledir: «Mark Twain hayatta ol- saydı bugün Türk milletine gülmesini ve hayattan zevk almasını öğretmiş olan siz- den fazla hiç kimseye hayran olmazdı fikrindeyiz.» Mark Twain 1835 de Floridada doğan ve 1910 da ölen meşhur bir Amerikan mi- zah muharriridir. - Atatürkü herkes tanır. Fakat Romü- lüs'ü bilmiyen çoktur. Biz onü tanıtaca- ğiz ve bu yazının sonunda, Amerikadaki cemiyetin yaptığı teşbihin ne dereceye kadar yerinde ve değerli olduğunu tayin işini de okuyanlara bırakacağiz. * Anadolulu büyük şair' Homer'in İlya- dasına göre bir kadın kaçırma işi yüzün- den Turova şehri Yunanlılar tarafindan yakıldı. 'Buradan kaçıp kurtulan Ene İ- talvaya gitti. Torunları, Tiber nehrinin döküldüğü noktanın cenubundaki Lat- yüm kıt'asında bir krallık kurdular. Alba şehrinde oturan bu krallarin on ikincisi olan Amolyüs kardeşi Nomitor'u kovarak yerine geçmişti. r i Nomitor'un Rea Silviya adında bir ki- zı vardı. Kral bu kızı Vesta mabedine ra- hibe yaptı. Bu sırada harb tanrısı Mars kıza âşık oldu. Onunla yattı ve çekilip gitti. Silviya iki çocuk doğurdu. Bunlara Ro- müs ve Romülüs adını verdi. Kral buna kızdı. Başından atmak iste- di ve ikisini de bir beşiğe koyarak o gün- lerde taşmış olan Tiber nehrinin sularına biraktırdı. Bunlar milâddan 753 sene ev- Vei oldü. Beşik suyun üstünde sürüklenip- gidi- yordu. : : * Turan Can TU Nehir birçok kıvrımlar ve hattâ bir de ;ı' (adacık yapıyordu. Beşik bu adacıktan 4 biraz sonra Palatin dağının eteklerinde, ,İ bir incir ağacına takılıp kaldı. 4 Çocuklar acıkmışlardı ve ağlıyorlardı. Bir kurd onlara geldi ve emzirdi. Bu işi. muntazaman yaptı. t Anlaşılan kurdun yavruları öldüğü al için memeleri şişmişti, çocuklara emzir- S mek suretile rahatlıyordu. i Kuşlar da başlarının üstünde uçuşuyor, sinekleri kovuyorlardı. Bir çoban onları gördü ve alıp evine |götürdü. Çobanın karısı tarafından bü- İki kardeş, çobanlar ve hayvanlar ara- Ş sında büyüdüler. Hayatları zahmet için- 4 de, hattâ vahşi hayvanlarla boğuşarak j geçiyordu. Böylelikle pek cesur ve kanlı canlı yetiştiler. - O zamanlar orada bütün memlekete hâkim bir kanun ve nizam yoktu. Otlak yerleri veya hâyvanlar yüzünden gerek çobanlar, gerek efendileri arasında sık h sık kavgalar olurdu. Bir gün Nomitor'un | çobanları Avantin dağında sürülerini ot- : i Tlatırken iki kardeşle boğuştular. Bunlar- dan Romüs'ü esir ederek efendilerinin önüne çıkardılar. Romüs orada kendisinin başından ge- çenleri anlattı. Nomitor'un kafası hemen aydınlandı. Ölmüş zannettiği torunları- nın sağ olduklarını anladı. Romülüs'ü de çağırdı, yanına aldı. İki kardeş dedelerinin ve annelerinin öcünü kral Amolyüs'ten almağa karar verdiler. Onu öldürdüler ve Alba şehrile etrafındaki yerleri Nomitor'a teslim et- tiler. Yeni kral bunlara: — Gidiniz, büyüdüğünüz yerde yeni bir şehir kurunuz! Dedi. İki kardeş şehrin yerini ve hududunu Bi W aB — adai e İi ll n aj 4, kimin tayin edeceğinde anlaşamadılar. (Devamı 13 üncü sayfada) Ka M Â H © b — Aksarayın bu geniş İçinde mi kalacak ? Dün Aksarayda oturan okuyucuları yandılar. Diyorlar ki: rak buradan geçer, otomobiller, otobüs - Çatalcaya otobüsle seyahat eden yolcu ri, Aksaray polis karakolu ile Valide ca doktor Nuri çatiri — — 0 a ;_'? ı' .-_'I. d M - İ Ş 4 HÜ <S NL ŞAYA » Caddesi böyle çamur mizdan beşi, matbaamıza gelerek derd e— Aksaray İstanbulun en kalabalık semtlerinden biridir. Çünkü Yedikule, Topkapı, Mevlânekapı ve Silivrikapıya kadar uzanan semtlerin merkezi — sikleti gayılır. Sabahları bütün işçiler yaya ola- rak buradan geçer, tramvaylar dolu ola- ler, buradan geçer. Floryaya giden halk, lar buradan geçer. İstanbülüun hiç bir ye- miine kadar uzanan yer kadar işlek ve kalabalık değildir. Fakat bu yerin yalnız iki tramvay geçecek kadar , olan - kiısmı pürke ile döşelidir. Diğer kısmı çıplak top- tTaktan ibarettir. Caddenin bütün geniş « liğine rağmen halk, en tehlikeli yer ola- rak burasını bilir. Buradan geçmek hakl- katen müşkül bir şeydir. Çünkü kışın çıp- lak bir topraktan ibaret olan kısım ça - mur deryası ve su gölcükleri içindedir. Ya zın İse burası iki karış toz ile kaplıdır. Canından korkan halk, mecburen bu çü- murlu, yahud tozlu yolu tercih eder. Biz, sokaklarımızın bakımsızlığından vazgeçtik. Nasıl olsa, buralardan geçme. Be alıştık. Fakat bu koca yolun seneler- denberi parke ile döşenmemesine - hayret ediyoruz. Müracaatlarımıza da niçin bir alâka olsun gösterilmediğine şaşıyoruz. Belediyemiz istese bu büyük ve geniş yol pek koölay bir şekilde pâarke ile dö - şenebilir. Çünkü tramvay şirketi, kendi ; hatlarının geçtiği yolları parke ile döşe- mek mecburiyetindedir. Ortada — sadece belediyenin bu hususun yerine getirilme- si için harekete-geçmesi, alâkadar me - murlarını bü işe memür etmesi kalıyor. , Şehrin bu çok işlek semti için İstanbul | belediyesinden alâka beklemek hakkımız değil midir?»