SON POSTA ürlü Cemal paşanın Suriyede tâkib ettiği tiyaset bahsini tamamlamak için bir de Hicaz tarafına bakmak lâzımdır. Hicaz, tanzimata kadar muhtar ve &deta müstakil bir idareye sahib ol - Muştur, Orada devletin idaresi uzün Zaman, Sultan Selimin Hicazı fethet - tiği tarihten itibaren tanzimata kadar, Yalnız sahildeki mühim noktaların iş- galine münhasır kalmıştı. Hicaz Mek- ke emirleri, yani şerifler tarafından E- bu Nümmi kanunu denilen ve vaktile bu isimde bir emir tarafından konul - Muş iptidaf bir aşiret kanunu ile idare tdilirdi. Hiç şüphesiz, eskiler bu işleri tanzimatcılardan ve ittihatcılardan da- ha iyi anlar olacaklardı ki merkezden © kadar uzak bir memleketi merkezi - Yetcilik ve merkez kanunlarile idare ttmeği düşünmemişlerdi. Tanzimat, ü da meselâ İstanbul vilâyeti gi- bi bir vilâyet idaresi şeklini verip de Valileri Ciddeden Mekkeye nakledince rla — şerifler arasında daimi bir Mücadele başlamıştı. Abdülhamid za- Manında devam eden bu mücadele İt- Hhat ve Terakki zamanında da devam etti. İttihat ve Terakki de, Babiâlinin tanzimat bürokrasisi an'anelerinden kendini kurtaramadığı için Hicazda daimf surette bir ikilik ve hattâ üçlük tuhafaza etti: Vehib paşa gibi zorba Tuhlu, şımarık bir komiteciden askeri bir vali, bunun karşısında da Şerif Hü- teyin vardı. Fakat, o tarihlerde Mekke- Bin eski iki ailesinden birine - Avn ai- ine - mensub olan Şerif Hüseyinin gısına Babiâli üçüncü bir unsur ve bir korkuluk olarak Zevt Zeyd ailesine | ::nıub Şerif Haydar beyi de koymuş: Hicazın idaresi _Bürokrııîdıı başka siyast bir bil- | Bisi olmıyan, bilhassa uzak memleket- bir kolonizasyon ulusü tâkib et- Menin ne demek olduğunu hiç bilmi - "eti göndermişti ki bu tetkik hey'eti Staya bizim diğer Anadolu vilâyetle - tindeki idare usulünün daha mükem- el bir şeklini vermek isteyen proje- vücuda getirmişti. Bu projelerin İutbiki düşünüle dursun İstanbulda i6 Haydar boğ ve mlesi; Mekke E- Mirliğini tekrar ele geçirmek üzere İt- lıl ve Terakki muhitinde mütema - Üyen mücamelekârlıkla meşgul olur, Mekkede de, ötedenberi istiklâl fikri hmuxunden şüphe edilen Şerif Hüse- Yin ile valiler ve ayni zamanda zabitler Ve memurlar arasından sivrilen ittihatcı Müteneffizler arasında bir mücadele Sereyan ederdi. Hükümet için bu anarşik sisteme bir uilyeı vermek, muayyen bir siyaset Gutmak her zaman için elzem olmakla beraber bilhassa harb başladıktan son- a bu işe daha fazla ehemmiyet ver « "nek lâzımdır. Cemal Paşanın hatası Mekke ile olan bu siyasi mü- Öasebeti idare vazifesini cle alan ctllııl paşa isteseydi sessizce bir hülül Bulü tâkib ederek Şerif Hüseyinle an- ir, ve islâmlık propagandasına kuv- k., vererek onun hariçle temasına ve ice doğru akıp gitmesine mâni ola- rdi. Cemal paşa da bunu yapabile- kabiliyette, diplomatlığı ve hülülü ir bir insandı. Fakat, o, bu yoldan Medi ve Suriyede Suriyelilere karşı ğu sert siyaseti, yalnız biraz daha EEAF ni li ei D eati S ei İttihad ve Terakkide on sene Yedinci kısım CEMAL PAŞA VE SURİYE Yazan: Eski Tanin Başmuharriri Muhittin Birgen Cemal Paşa Şerif Hüseyini bir No, T idare edememişti İlk zamanlarda Ccmıl Paşa başka yoldan gitmiş ve Şerifi kendisine çekmiş bulunsaydı, Şerif Hüseyin İngilizlerle ınlaşma tarafına gitmezdi Ittihat ve Terakki devrinde Mekkede Şerif Hüseyin tekrar etti. Bu, Türkiyenin harb için- deki kuvvetlerini ve vasıtalarını iyi ölç- memekten ileri gelen bir gidiş idi. Öy- le tahmin ediyorum ki harbin ilk za » manlarında Cemal paşa başka yoldan gitmiş ve Şerifi kendisine çekmiş bu - lunsaydı, Şerif Hüseyin İngilizlerle an- laşma tarafına gitmez, hiç olmazsa bu- nu tehir ederdi. Bunun bence bir hayli alâmetleri vardır: Harbin iptidalarında Şerif Hü- göndermeğe hazırlanırken diğer taraf- tan da İngilizlerle temas etmekte olma- sı aleyhinde hüküm vermeğe ve ona karşı gerek merkezin, gerek Cemal paşanın itimadsızlık göstermiş olma - larını da haklı bulmıya kâfidir. Fakat, iş burada değildir. Asıl mesele, bütün ba ahvali malüm olan insanın yumu- şak yüzle, tatlılıkla ve biraz da menfa- atle elde tutulmasındadır. İptidat kal- mış kavmler arasında bu nevi dere * seyinin oğlu Şerif Faysal (Irak kralı|beyi ailelerinin hangisini — ele alsanız olarak âhiren vefat eden zât)| İstanbu- la gelmiş ve birgün de matbaada beni zi yaret etmişti. Kendisi ile hayli konuş - tuk. Bana ailesinin Osmanlı devletine olan sadakati hakkında bir hayli güzel sözler söyledikten ve hikâyeler anlat- tıktan sonra, bir takım — müzevirlerin kendilerile İttihat ve Terakki —ara - #ını açmıya çalıştıklarından şikâyet et- mişti. Seyahatinin esas gayesi de bun- ları ortadan kaldırmak olduğunu ilâve ediyordu. Bir müddet İstanbulda kalıp hükümet ve İttihat ve Terakki erkânile temaslar yaptıktan — sönra avdet etti. Yen Babıâli, bir aralık bu bürokratlar-| Fakat, ne gâbi bir intıba ile döndüğünü mürekkep olarak Hicaza bir tetkik |bilmiyorum. Bunun gibi, Şerif Hüse- yin, Kanal taarruzuna iştirâk etmek ü- zere Mekkede mükemmelen mücehhez bir bedevi müfrezesi hazırlıyarak iki oğlunun kumandası altında Cemal pa- şanın*emrine vermiş ve taarruza işti - râk ettirmişti. Bütün bunlar, Cemal pa- şa gibi diplomatlığı bilen bir adamın Şerif Hüseyini elde tutabileceğini gös- teren alâmetlerdendir. Fakat, o, her ne- dense, şiddet yolunu tutmuştu. Suriye eşrafından bir haylisinin Âliye divanı- harbinde mahküm edilmesi, Şerifi de, çocuklarını da şüpheye düşürdü. Bir aralık Şerif Hüseyinin Suriye eşrafı - nın affı hususunda Cemal paşaya yap- mış olduğu müracaatların reddedilmesi de bunları - kızdırmıştı. Bu siralarda Cemal paşa, Şerifin oğullarını yanına çağırdı. Bunlar da bundan büsbütün şüphelendiler ve dönüp babalarının yanına gittiler. Şerif Hüseyin İngilizlere dönüyor Bütün bu ahvalden şüphelenen ve aynı zamanda Kanal taarruzunun mu- vaffakıyetsizliğini ve İngilizlerin kuv- vetle hazırlanmakta olduklarını gören Şerif Hüseyin, bir taraftan İraktaki mağlübiyetlerimizle Kafkas cephesi perişanlığını da güzelce öğrendikten sonra büsbütün cesaretlenerek, bir za- mandanberi kendilerile temas etmekte olduğu İngilizler tarafına geçiverdi. Şerifin İngilizler tarafına geçiverişi, ona karşı gösterilmiş olan itimadsız - hiğım haksız olmadığını isbata kâfidir. muşatarak Şerif Hüseyine karşı da|Hattâ bir taraftan Kanala bir müfrezel, hepsi aynı şeyi yaparlar. Şerif Hüse - yin yerine bir başka Şerif, farazâ Şerif Haydar da orada bulunsaydı imkân da- hilinde, iki taraflı ve istiklâl için çalı - şacaktı. Bilhassa o tarihe kadar Şerif ile devlet münakaşa ve - cidal halinde yaşamış olduktan sonra bunun başka türlü olmasına âmkân yoktu. Hiç bir kolonizasyon sisteminde koloni sahibi ile koloni reisi arasında mücadele ol - maz. Bizim Babıâli ise bürokrasinin fantezilerini ve kaprislerini tatmin içir uzun zaman bu Şerifle gizliden gizliye mücadele etmişti. Bu gibi ahvalde mer- kezi kuvvet, koloni reisini ya beğenir, ya beğenmez; beğenirse anlaşır, be - genmezse de ya, kuvvetlidir, onu kal - dırıp yerine başkasını koyabilir ve bu- nu yapar, yahud da kesemiyeceği eli öpüp başına koyarak onunla anlaşır. (Aıhıı var) Hasan Deposu: İstanbul, Ankara, Beyoğlu, Beşiktaş, Eskişehir ——— —a Prenses Tabraz Yazan: Kadircan Kaflı Gogımu ve bacaklarmı örten zırhın | yordu. içinde dimdikti. Kısa gömlekii;— yarı Sarayın bahçesinde dolaşırken göz çıplak ve miğlerli askerler vardı; on-| leri hep pencerelere kayıyor, genç ka lar, eğersiz atları süslü ve enli diz - ginleri rastgele bırakarak ileri sürü - yorlar; Ninovanın kaldırımlı caddele- Tini uğultular ve şimşeklerle doldu - ruyorlardı. Artas büyük bir evin kapısından içeri bağırdı: — Nosar, biz gidiyoruz. :Haydi, sen gelmiyor musun? Ayni zamanda küçük ve taştan bir avluyu geçti; direkli bir salona girdi. Köşedeki küçük yatağa baktı. Yatakta ihtiyar bir adam doğrulma- ğa çabahyordu: — Geliyorum Artas, biraz bekle!.. — Askerler bir çöl rüzgâri gibi Medye üzerine uçtular, — Geç kalmazsın!.. Fakat Nosar doğrulamıyordu. Dizleri tutmuyordu ve solgun yü- zünü, çökük avurtlarını kemiklerine yapışmış gibi duran derilerini gören - ler ona ancak acıyorlardı. Hasta, yerinden kalkamıyordu. Dişlerini sıktı, gözleri kan rengini aklı ve sabırsızlık gösteren Artasa baktı: — Kadmlar gibi... tı altında kalmak!... Diye sanki inledi.. Son bir kuvvetle duvarda asılı olan silâhlarına doğru yürüdü, Oraya an - cak varabildi, fakat kendisine en ya - kın olan enli bir bıçağı alır almaz mermerlerin üstüne yuvarlandı. Gözleri kapı ile pencere arasından zindandan fırlamak istiyen bir parsın Bgözleri gibi parlıyordu. — Bir kadın gibi... Diye bir daha inledi. Sanra bıçağı güutlağına dayadı; bas- tırarak çekti. Bir hırıltı ve iki üç adım öteye kadar oluk gibi fışkıran kanlar!.. Nosar, eğersiz atının üstünde erkek: ler gibi düşman kellelerini uçuraca - ğına kadınlar gi- bi evde kalmağa bir türlü razı ©- Kadınlar gibi ça- Yatakta kalmak!.. Yarınki nushamızda : dım arıyordu. Genç kadın bunu seziyör ve yürdür nu altüst eden Ninova kralından öç almayı tasarlıyordu. Bir gün sarayın bahçesinde genç ve dinç kumandan Artasla karşılaştı. Artas ona söyliyeceklerinin hepsini bir bakışta anlattı. Prenses bunu anladı ve kumandanı baştan ayağa kadar hakaretle süzerek şunları söyledi: — Siz, çok hoşuma — gidiyorsunuz Fakat buna rağmen iğreniyorum. — Niçin? — Çünkü düşman kralının orduları başında kendi yurdunuzu yıkıyor, ya- kıyor, kardeşlerinizi boğazlıyorsunuz! — Bunu Sardanapal yaptırıyor; ma- demki benden iğreniyorsunuz, onu nasıl sevebiliyorsunuz? — Önu sevmiyorum ben.., O benim için bir maymundur. Her dileğini yapıyor. Sarayında tenbel tenbel ger- gef ören, iplik büken, kadın elbisesile gezen bir adam nasıl sevilir? — Kadiın elbisesi mi? — Evet ... — Kadın gibi iplik büküyor... Ger « gef işliyor ve... — Evet... — İnanamıyorum. — Sana gösteririm. — Göster!... — Görürsen ne yaparsın? — Öldürürüm... — Söz mü? — Sözl... * Kumandan Artas şimdi prenses Tah: razla beraber Ninova tahtını da ele geçirmeyi kurmuştu. Bu fırsatı kaçır- mamalıydı. O gece en kuvvetlilerden yirmi otuz asker, Ninova saraymımın düvarları di, binde plrmm yaptılar, Askerlerin o : muzlâarın« daki kalkanla - ra çıkan zabit « lemamıştı. gc a .. .. ler, prenses Tab, Artas onun onu blz oıdurduk r:m: yalan söy - karşısında başı - lemediğini göz. nt önüne eğmiş Yazan : Muazzez Tahsin | terile — gördüler olduğu halde bir « ve hemen ertesi kaç saniye dur » gün erkenden du; yalın kılıçla selâmladı Ve dışarı fırladı. * Artas, Ninova kralı Sardanapalın hassa kumandanıydı. Ordunun başın - da İran ovalarını bir kasırga gibi geçti. 'Yüz binlerce baş kesti ve on binlerce esir aldı. Bu esirlerin arasında on se - kiz yaşında bir prenses vardı ki bütün diğer esirlenden daha değerliydi. Kumandan Artas Ninovada bir ma- but gibi karşılandı. — Sandanapal herkesten önce esir « ler ve mallar arasından kendi payını ayıracaktı. Artas, Prenses Tabrazı pek beğen - mişti ve onu kendisine alakoymayı çok istiyor; kara bir örtü içinde ve geri - lerde tutuyordu. Lâkin kral yaklaşır yaklaşmaz Pren- ses Tabraz kalabalığı yardı, en öne çıktı ve bulutlar arasından sıyrılan bir ay gibi gülümsedi. Sardanapal durdu: — Bu örfü sana yakışmıyor! Dedi. Tabraz örtüyü attı ve fil dişi bir heykel gibi gözleri kamaştırdı. Kral haremağasına işaret etti ve prenses Tabraz saraya doğru uzaklaş- tr Giderken son defa kumandan AÂr - tas'a bakmış, sanıki böyüelikle ondan öç aldığım anlatmıştı. Artas sarardı. Lâkin üzüntüsünü belli etmedi. Günler geçlikçe Sardanapalın pren- sese daha çok bağlandığını, onun hiç bir arzusunu eıırgemedıgıni öğreni - — SAGLAM aK AAA TA BU SAATLARINI ordu ayaklandı. Fakat sarayın bir kaleden farkı yok« tu. Sardanapal sevgilisinin bir an bile yanında nayrılmasına razı - olamıyor ve aktınlar, mücevherler, yiyecekler ve giyeceklerle dolu olan sarayın ka- hn duvarları ardında eskisi gibi yaşı - yordu. Ona sadık kalan askerler, is « yancılara karşı yiğitçe dövüşüyorlar « dı. Prenses Tabraz kaçmak istiyor, lâ » kin buna imkân bulamıyordu. Sardanapal bunu sezmiş gibi onu bir zincirle kendi beline bâğlatmıştı. Muhasara iki yıl sürdü. Kralın askerleri birer ikişer vurul- Kale duvarlarında delikler açıhyor- du. Bir aralık Dicle nehri de taşmış, bir kısım duvarları yıkmıştı. Sardanapal gittikçe -erkekleşiyor, fakat elindeki bütün kuvvetler de e « rimiş bulunuyordu. Bir gün bütün odunları sarayın taht salanuna yığdırdı. Altınlarını, gu- müşlerini, sırmalı ve kızıl elbiselerini toplatarak yığının artasına attı. Ken « disi de en sevdiği karısı prenses Tab- raz başta olduğu halde bütün karıla- Tı, cariyeleri ve esirlerile birlikte ha- zinesinin üstüne çıktı. Tabraz kurtulmak için hâlâ çırpını- yordu, Fakat alevler onların hepsini sarı- yor, cayır cayır yakıyor ve kül edi - ç yordu. Prenses Tabraz ölmüştü, fakat Ni- nova da yıkılmış, öcü alınmıştı. — ——— TERCİH EDIİNİZ. eee a eee lnkırıdı yeni açılan SAKARYA ECZANESİ İtina, sür'at, fiyatlarda Illuı. l(ıllbolııııııı ıı-ııııdı Tel. itidal, her gece açıktır.