şe Şi <a a v KİLİ Sonra, kendi de bütün o paketleri büyük bir iştiha ile kucaklayarak oda'ya götürdü, Her Deliorman köylüşünün evinin ön kısmında bulunup, esas evden ayrı bir yapı olan oda, misafirler içindir. Müs- tecep, muhacırlığı kafasına koy- duğu gündenberi karısıyle burada oturuyordu. Ürküş, paketleri karpuz yığı- nı üzerine koydu. İçeriye gi- rip bir teneke yerleştiren Müste- ceb'in sesi birden oda da yorgun duyuldu : — İhtiyarladım mı, ne, Ür- küş, çok fena yoruldum. Büğüne kadar böyle olduğumu hiç bilmi- yorum... Ve Müatecep, kırmızı kuşaklı belini tutarak değnekten yapılmış üç ayaklı iskemleye çöktü. Ürküş, gözleri önündeki hayali yoketmek öster gibi, bunları sık sik açıp-kapayarak : — Kendini üşüttün... dedi, Sana yağmurda kasabaya gitme, dedim... DAf anlatamıyoruz ki... Gocuğunu da almadın! Kendini korumazsan, elbette üşütürsün... Ürküş birden durup, havada sallanan kendi Jâkırdılarını dinledi. Derin bir pişmanlıkla ve itimatşız. lıkla kocasına baktı: «Müstecep, ihtiyarladım, diyor. Köyün ve etrafın en genç ve şen kalan adamı. Bu adam kocam» di- ye düşündü... Belini uğuşturan yan gözle bakarken: — Müstecep, ihtiyarlar-mı? di- ye düşündü. Sonra, karpuzların önünde geri- rili olan çuha üzerinde dizkapağı vi iy ayağını da uzata- tarak o li sırıtkan renkli bezin uçlarını yanakları üzerinde sarkı- tarak; lâfı ve düşüncelerini değiş» tirmek iştedi. Müsteceb'e 256 — Serretifinun — 2408 KADI TI — Yazan: Cavit YAMAÇ — Biiiy,. Müstecep... Haççe ka- sabaya gitmek istiyor... Kızı gön- derelim. Bdii, yola çıkmadan ks sabayı görsün... Tuna'ya baksın.., Uzun bir düşüncenin yükü aitın- da inleyen Müstecep kendine şöy- leneni anlamadan : — Pekisld..f*)diye cevap verdi. Sonra bütün kötü düşüncelerden kurtulmak için uzun, gümüşi, bi- yıklarını yokladı: — İbrâmla Âdem nerede! — Koruya, çalıya gittiler... Müstecep, her yol dönüşünde olduğu gibi adetine göre kasaba seyahatini kısaca anlattı ; — Kasaba'da üzüm yok... Tolu yağıp, berbat etmiş... Ürküş : — Kaç'a aldın? — Bir okka üzüm, bir şinik İasulyaya... — Tiiyh... . Şarabı.da pahalı olacak diyorlar... Ürküş'ün gözleri sevinçle yandı: — Daha tsld ya... sende biraz az içersin. üstecep izzeti nefsine soğuk su dökülmüş gibi gözlerini açtı: — Ne içmesi be... Yarın-öbür- gün yola çıkacağız... Yolda içki-mi içerim ben... (*1 Peki Tir kadın, ocağa çalı çırpı doldurd — İlİayamair artık? — Muhacır çefi öyle Yakında çekedeceğiz... Ürküş sevindi : — Sshimif Müstecep temin etti: — Sahi... dedi,., Kahve, yağmurlu sonbahar gü- nü kahvesi: Kalabalık, duman, karanlık, birbirine ölrmiş köylü- ler... Müsteöep, kahveye daldı: — Hoş geldin, Müstecep ağal — Hoş geldin, — Âşık, hoş geldin... — 000... hoş geldin bildeer, kasabada ne var, ne yok? Müsteceb'in müteessir bir hâli vardı. Sâdece, sorulan suallere ce- vap verdi. Kısa, neşesiz, soğuk cevaplar, Sonra, sonbaharda kahvede ya- rım saatte bir konuşan, uzun keh- ribar ağızlıklı ve Iri-sarı kehribar tespihli köylüler gibi sustu, daldı... Kahvenin sahibi «Portos» (az kim- seler onun adının Şaban olduğunu biliyordu) onun ocaklığa bitişik ufak odanın binbir esrarla sürük- ledi, Bu odada Portos'un oğlunun arada sırada yattığı çuba kaplı bir yatak vardı. Portos, en iyi arkadaşlarıyla burada içiyordu. Hattâ Ramazan günlerinde Müstecep ve köy muallimi ile kuzu etini burada, gizlice, yiyor- du. Bir Ramazan günü, değir- menci Hasan efendi, bunların üçü- nü cürmümeşhut hâlinde yakela- mış ve giyah bıyıklarını bükerken başını önüne eğmiş Müstecep, pen- cereden bakmaktan başka salâh kapısı bulamıyan genç muallim ve hastalıktan dem vurar «Porto&> ia alay etmişti. Sonra bir kahkaha kayuvererek, ufak masaya çökmüş ve hayret dolu altı şaşkın gözün bakışları altında bütün kuzu kül- bastısını iri lokmalarla yutarak gappar'lığını göstermişti. O günden sonra köy mualiimi Müstecep «Portos» ve Haşan efendi arasında gizli bir ittifak akdedilmiş gibiydi Haftada bir iki defa <Portos» un ufak odasındo toplanıp, demleni- yorlar ve Portos'un «ah» lı «of> lu türküleriyle mestoluyorlardı.