FANTEZİ DENİZ MÜZESİNİ GEZERKEN «Meğer hüsnüniyel, gayref ve bilgi dağlar devirirmiş yangın yerinde mâmureler yaratırmış » Yazan: Reşad Ekrem KOÇU | Dün «Deniz Müzesi olarak a- çılan Çırağan sarayını gezdim., Bu muhteşem yapı, otuz yıl kadar evel, cehennemden nişan vererek yanarken çocuktum.. Yıllarca, de- niz kenarındaki mermer iskeletini seyrettik.. Lodos dalgalarının ke- mirdiği rıhtımında, parçalanan hurda gemilerin paslı kazanları, demir ve zincir enkazı dururdu. bir zamanlar, masal gibi, mekteb yahud otel yapılacağını da oku. muştuk.. Geniş bahçesinde futbol oynanırdı... Meğer, himmet, hüsnü niyet, gayret ve bilgi dağlar de- virirmiş, yangın yerinde mamure- ler kurabilirmiş... Kapıdan girince, sağda ve ol- da, biri tunç diğeri mermer iki şaheserle karşılaşıyoruz: Birincişi «Kasırga» ikincisi «Meltem> adını taşımaktadır, «Kasırga» Baba O- rucun heykelidir: Azgın bir deniz köpük saçarak burkulmuş ve gök yüşüne atilırken, içinden tunç bir atlet fırlamış.. <Meltemx» deniz şe- hitlerinin hatırasına armağan e- dilmiştir : Büyük bir mermer lev- badır, yüsü, ihtiyar, genç, çocuk kabartmaları ve çeşid balıklar ve deniz kuşları ile kırışmış dalga- lanmıştır.. Bahçe, sağa ve sola doğru, de- niz kahramanlarımızın heykel ve büstleri ile uzanıp açılıyor.. Sarayın, ası) kapısı, şimşir ka- bartmacılığın bir bediasıdır: Bir kanadı «Torak Reis», bir kanadı «Burak Rels» adını taşımaktadır.. Busler, deniz tarihimizin altın yapraklarından alınmış alt alta iç levba halinde kompozisyonlardır.. Kapıdan girince, geniş mermer taşlıkda, bizi Bayan X-in “Kü- çük tayfa, ,sı selâmlıyor.. Bu, par- 184 — Servetifünun — M02 çaları sıvalı, yalınayak, güzel, 66- vimli bir Gedikli deniz okulu tale- besidir. Geminin sabah temizliğin- den sonra yorgun, fakat ney'elidir. Deniz müzesinin dekor ve üs müsabakasında üçüncülük kazan- mıştır.. Bu taşlığın sağ ve aol du- varları, Türk tarihinin, ancak Türk san'atkârlerı tarafından terennüm edilebileceğinin canlı bir örneğidir: Sağda ve solda, ayni mevzuu, biri Türk biri İtalyan iki ressamın fırçasından çıkmış görüyoruz: F&- tih Mehmed, Dolmabahçe koyun- dan küçük gemileri kızaklara bin- direrek karadan yürütüyor, Soldaki Abdülhamid saninin ressam başısı meşhur Fausto Zonaro paşanın eseridir: Koca Fatih, sünepe bir ihtiyardır, altında bir at var sma, hükümdarın bacakları nerede ise yere değecek, katırdu diyebiliriz, çoban köpeği de... Sağda, Cümhuriyet devrinin bir orta okul resim öğretmeninin, Göz- lüklü Saimin bir kompozisyanu : At üzerindeki Fatih, atıyla şanıyla Koca Fatihtir: Bir küheylan üsş- tünde, 22-23 yaşlarında bir civan yiğittir, İstanbulu alan adamdır. Askerlerine: «İstanbulun adı geçen yerlerde, o şehri zapteden kahramanlar olarak şan ve şerefle anılacaksınız !.» diye bağıran genç gerdardır!.. Eski müzenin 1917 de basılmış her birine şöyle bir göz attım: üze muhteviyatı : Numara 1 : Eseri hayır nâm vapurun ö&alon tavanı! umara 2 : Bahri Ahmerde çi- kan bir nevi testere balığının üst kısım dudağı!.. Numara 3 : 1319 senesinde Bah- ri Ahmer sahilinde üç kulaç suda oturarak telef olmuş cesim bir ba- lığın kemikleri!.. Bizi selâmlıyan küçük mermer tayfayı geçince, Çırağan sarayınıu alt kat salonunu, kubbeli bir ca- mekân haline sokulmuş buluyoruz, içinde müzenin 1 numaralı eşyası olarak dördüncü Mehmed'in meş- hur terihi kadırgası yerleştirilmiş. Halbuki eski Deniz müzesinde, bu milyon değerindeki şaheser, küflü bir kayıkhanede dururdu!. Evet... küflü bir kayıkhanede duran milyonluk bir şaheser.. Türk deniz mimarisinin kıymetli bir ya- digârı ve canlı bir şahidi! 40 metre boyunda, 5,70 metre eninden, 2,40 metre yüksekliğinde 140 tonluk bir gemi... 350 sene kadar evvel, Boğaz içinde ve Mar- mara sularında dolaşırmış... 24 oturak olan bu Kadırganın bir küreğini, üç tane Tuvana hamleci neferi geliyordu, 144 kürekcisi vardı... Kıç tarafındaki kubbeli köşk ile etrafındaki oymalı daraça ve bahçelik, Kitle halindeki ahenk ve letafetinden başka, tezyinat bakımından bir ayrı kıymettir: İçi, bağa zemin üzerine fil dişi ve sedef kakmalıdır, bunların ara- sına gümüş çiviyle, zümrüt, yukut ve sir kıymetli taşlar yerleştiril- miştir, Teknenin boyasında kullanılan Türk iâciverti, asırlar geçtiği hal- de solmamış, şaffafiyetini kaybet- memiştir, fakat ne kadar yazıktir ki, bu boyanın yapılması usülünü bilende kalmamıştır. Bu gemi, Haliçteki kayıkhane- den lâyık olduğu bu camlı köşke nasıl getirilmiştir diye düşünüye- ruz.. Merak edilecek şey değildir: — Devamı 190 inci sayfada —