e ma YA “Her kim, -bu yaşamak için kâfi değil derse, oburluğuna işarettir. Fazlası hastalık ve nefes darlığına yarar,,.. Peliçyana her şeyi hoş gören bir kadındı da. Biricik odasının belkouu üzerinde henüz yeni çi- çek açmış bir saksısı vardı. Onu sabahleyin, saat beşte fabrikaya giderken sular, akşam işten dö- nünce de şen ve tatlı sözlerle ü- çüncü yavrusuymuş gibi &evet ve okşardı. Pazar günleri iki haşarı yumurdağını beraberine alarak ka- pısının dışındaki tozlu ve henüz yeşillenmeğe yüz tutmuş tarlalar- da dolaşırdı. Taze bir sesle eski zaman şarkılarını terennüm eder ve nefes borularından kalbine, gü meşin, yeşilliğin sevincini ancak bu serbest saatlerinde teneffüs ederdi. İşte vakitler hep böyle geçi- yordu... Vakitler bu kadar çabuk mu geçer ?.. Daima ardımızda bi- raktıklarımız iyi olanlardır. Acı dahi olsalar. Feliçyana, tamamiyle günlük yorgunluğunun ritmine uyarak son derece hamarat olmuştu. Âdeta yuvasında bir ileri bir geri gidip gelen bir çelik mekik gibi. Yünlerin gaçtıkları ve boğazını tıkayan tozlara rağmen, fabrika arkadaşlarının samimiyet havası içinde sanki büyük bir makineyi harekete getiren iki çelik kol gibi ileri ve geri çalışıyordu. Bu arada çocukları da büyü- müştü, Françesko bir dükkânda iş tutmuştu. Bilhassa makineye karşı büyük bir slâka duyuyor ve evi- ne de ufak bir kazanç getiriyordu. Leonardoya gelince o, sinirli ve zayif olup annesinin enerjik mas- kesini taşıyordu. O da okumayı aklına koymuştu. Bir ilk mektebe devam ediyördu. Kitap parasını, başkalarına ders vermek suretiyle temin ediyordu. Feliçyana iki ço- cuğunu her mukayese edişinde, Françeskonun gürbzlüğünden haz #liyor ve kendinin yenilmek bilmi- yen enerjisinin ona da nüfuz etmiş olmasına seviniyordu, İşte böylece devam ediyorlardı. O ise, bir gün muhakkak surette rahata kavuşa- cağına emindi, Bir gün, bir buhran geçirdi. tam da kırk beş elli yaş arasında, Artık kendini bilemez bir hâle gel- mişti. Anide kendini gösteren yor- gunluk &lâmeti, işine de engel o- lacak gibiydi. Uykusuzluk, müte- madi düşünceler, uzun gecelerde tâ şafaklara, güneş çıkıncıya, ve nihayet fabrikaya gitme saatine kadar onu meşgul ediyordu. Hal. buki bunlar, evvelce hiç bilmediği şeylerdi, Bunun için utanıyordu. Evvelki gibi gözlerini, arkadaşla” rının geniş omuzlarına ve iri ben ğenlerine azap duymadan çevire- miyordu. Eller, o hassas eller gö- rünmüyordu artık. Şişmiş ve ağır- laşmış uzun vücudünün dahilinde esrarengiz bir geyin gidip geldiğini de hissediyordu. Hele çektiği 1z- tırap! O zamana kadar dalma berrak kalmış olan varlığında hoşa gitmi- yen işterik hıçkırıklar harekete gelmeğe başlamıştı. Bazan, birer delikanlı parçası olan çocuklarına bunu hissettirmemek için kendini sikiyor ve için İçin nefes alarak, o taze kuvvetlerin kokularını bü- ytk bir arzu ile teneffüse çalı- şıyordu. Bir geceydi. lem de karanlık bir gece. Birkaç sene evvel, ikinci kocaşı Cihanni Fotça'nın teklif edilen ipek ve dokumacılık şefli- ğini karısı ve çocuklarının aşkı için, niçin kabul etmediğine hay- ret etti, Anlıyordu, Kendişine mu- hakkak gurette bir koca lâzımdı. Okşamasına, yumruğuna rağmen bu aile himayeye muhtaçtı. Şimdi ise vakti geçmişti. Erkekler artık ona bakmıyorlardı. Çünkü Oo, ka- dının kendi eti içerisinde yaşadığı ve her arzudan uzak kaldığı çağa gelmişti. Feliçyana'nın uykusu yavaş yavaş yokolmuş, kanı yavaşlamış, sinirleri yatışmış ve sarımtırak bir renk pazılarını, vücüdünü ve çeh- resini kaplamış ve ihtiyarlamıştı. İhtiyarlamıştı, Fakat mütekait değildi. On sene için daha fabri- kaya giden o büyük yolu, sabab- ları daha ağır yürüyerek, siyah şalına bürünmüş, gümüşlenmiş açık başıyla mırıldanır bir vaziyette ar- kadaşlarının saflarında katetmiğşti. Fakat bu hâl çok devam etme- mişti. Birgün, müdhiş bir harareti müteakip gelen bir siyatik netice- sinde, durduğu yerde mıhlanıp kal- mış ve ayakta duramıyacak bir halde hastahaneye kaldırılmıştı. Feliçyana pek bitkin bir hale gel- mişti, On para geliri de yoktu. Tam mânasiyle fakirdi. Hep ayni elbiseyi giyiyordu. Lâkin, kolları- nı açip bir istavroz çıkartarak memhiun ve mütenebbi olarak ço- cuklârına hitap eden aziz Françes- ko gibi : İşte, ben vazifemi yaptım. Şim- di size düşüyor... Feliçyana'ya büyük oğlu Fran- çesko şu cevabı vermişti : — Anneciğim, benimle gel. . Evet, Fragisko çok iyidi. Bir otomobil fabrikasında çalışıyor ve günde beş liret kazanıyordu. Fe- liçyana günde iki iiret aldığı va- kitler Tanrıya şükretmişti. Ya şim- di; eski çamlar bardak olmuştu. Her şeyin fiyatı üç misli artmıştı. Bilhassa kira, et, ve sebze fiyatları Sonra Françosko yalnız da de- gildi. Evlenmişti. Hem de sarışın bir terzi kızla, Güzel ve eperjikti Evde de çalışıyor. Üç odaları var- dı. Feliçyana mutbakta yatmak mecburiyetindeydi. Orada karton- dan bir paradanla ayrılmış bir kö- şede bir sedir vardı. Burası zavallı Feliçyana'nın yatağıydı. Salonları yatak odalarına bitişikti. Gündüz- leri burası Tesesilla'nın dikiş odası oluyordu. Geceleri de geç vakit- lere kadar müşterilere ve komşu- lara açık bulunduruluyordu. Mutbak çirkef korkuyordu. Her ne kadar ufak buzlu camdan bir penceresi var isede ve o da demir- den kafesli olup baca arkasına isa- bet ediyor ve hiçbir faydası do- kunmuyordu. Feliçyana kendini bir O hapishanede zannediyordu. Zatiyetle dolu olan bu ihtiyar vü- cudün kalbi, daha gençti. İçini derin derin çekiyordu. Bu durum karşısında bir vakitler, çocuklarile sığındığı ve güneşle dolu yüksek evinini balkonundaki aaksısını dü- şündü. Şimdiki bulunduğu feci vaziyetle, geçmiş günlerini muka- yese ederek kendi evinde olmadı- ğını anladı. Neredeyse, Françesko- nun dahi kendi oğlu olduğunda tereddüt edecekti. Sığındığı bu evde boş da otur- muyordu. Elinden geldiği kadar onlara yardım ediyordu. Sabahları yataklarını düzeltiyor, odalarını süpürüyor ve perdelerini kaldırı- yordu. Bu kadarlıkla da iktifa et- miyecekti, Mümkün olia, dikiş te dikecek, mutbaha girerek hatırında kalmış eski şarkıları söyliyerek yemeklerini d8 pişirecekti. Lâkin yirmi beş senelik fabrika hayatı, ekmek, süt ve mısır bulamacı, iznin — Devamı 1941 inci Sahifede — — 189 Servetifünnn — 2402