— Nür içinde yanıyor. Dejln cevap veriyor gibi geli- yordu bana. Arik gözlerim hep toprağa 46v- rilmişti. Uzun kirpiklerimden sızan yaşları önlemeğe çalışan hemşire Brit idi. Koluma gitiyor, bahçeye götürüyor ve tatlı sözlerle beni teselliye çalışıyordu. Erman Staub hergün «Mader evine» geliyordu, Bir kelime dahi söylemeden g&aatlerce yüzyüze ba- kığıyorduk. Aulo'dan eseri kalan beste parçalarını topluyordu. Bun- ları bir araya getirdikten sonra bastırıp arkadaşlarına dağıtacaktı. Beni nasıl teselli edeceğini bile- miyordu. Onun kederinin benim kederimi eşmesine tahammül ede- miyordum. Nerede ise görmek is- temediğimi ihsas edecektim. En üzüntülü anlarda bile, mü- ziğin büyük tesiri olduğunu ancak Staub'un piyanoya oturarak çâl- dığı parçalardan anlıyordum. Fa- kat üstadın parmaklarında eski canlılığı göremiyordum. Baoh'in (Fuga) ismindeki eserinden bir parça çaldı. Bunu çalarken fark edememiştim. Ancak sonunda an- lamığtım. Piyanonun açık kapa- ğında dişler kalkıp vurdukça oğ- lumun oradan çıkmak için çabar ladığını zanneder gibi oluyordum. Onun bir hayvan işkencesine ma- ruz kaldığını zannederek haykırs- cağım geliyordu. Başımı kaldırınca üstad Staub'uh yokolduğunu gör- düm, Bir kaç gün sonra bana yağ- dığı mektupta söyle diyarda : — Aulo'nun ölümünden sonra ahfadsız kaldım. Bu sözlerden üstadın beni sev- diğini fakat aşkını itiraf edemediği manasını çıkaramıyordum. Ne ac1- yor ve ne de yalvarabiliyordum. İsyan ederek yaşıyor, etten ve ke- mikten oğlumu istiyordum. İşte tam bu sırada babası, (o hakiki babası aklıma geldi, Onu doğuran bendim. Yalnız ben onun mesulü olduğumu sanıyordum. O adamın hâlâ maaile Milânoda oturduğuna emindim. Oraya gitmeğe karar ver- dim. Gece yarısı hareket eden trene bindim, Hattâ bütün zahmetlerimi çeken hemşire Frida'ya bile : — «Benimle beraber gel» deme- ge aklıma gelmedi. Çünkü yalnız- hğa ihtiyacım vardı. Gözlerimi kapamadım. Sabaha karşı Milâno- ya geldim. Doğrnca Mamzoni ote- line indim. Xergundum. Derhal kendimi yatağa attım. Kalkınca banyo yaptım. Telefon rehberini alarak öğlumca meçhul kalan ba banın telefon numarasını buldum. Sesimi hiç tanımadı, Ben olduğu- mu ve konuşmak istediğimi söy- leyince aksamını değiştirdi. Körtelden ve siyah abanoz ağız- lıkta gayri ihtiyari beni bir titre- me aldı. Demek tanıştığımız vakit, beni göğsüne bastırması gözlerin» de canlandı. Bir ses; — Sen misin Dedi. Ve: — Bast onbeşten evvel gels- miyegeğim, affet. Dedi. Otelin tenha salonlarından bi- rine oturarak beklemeğe başladım. Siyahlar giyiyordum. Yüzümde de de siyah bir tül yardı. Arada bir sağ elimle, tülü açarak çevreme bakıyordum. O, bir parça daha şişmanlamış alnı bir parça açıl- mıştı. Hususi bir odaya çekildik. Ona her şeyi anlattım. Hâlâ ken- dime şaşıyorum. Niçin * Bu kadar kısa bir zamanda bütün geçen hâ- diseleri nasıl anlattığıma hayret ediyordum. Halbuki; bu yirmi se- neyi yalnız iki hâdise ile tesbit edebilirdik. Aulo'nun doğmesile ölmek Onun yüzünden merhametten ziyade hayret seziliyordu. Bir parça düşündükten sonra mırıldanarak ; — Zavallı kadın! Ne kadar yanılmışsın | deği. — Niçin! Diye sorunce: Çocuk doğduğu vakit, niçin kendisini Zurich'e çu» ğırmamış olduğumu sordu. Ondan ne hakla sebebini gizliyebilirdim 9 Devam etti: — Belki o vakit seni tekrar ve hiç kimsenin bu kadar ıztırap çekmesine meydan verilmezdi. Se- nin için ben çocuklarımı hiç bir şeyden mahrum etmezdim. Dedi. Fakat hâlâ, Aulo için «bizim> çocuğumuz demiyordu. «Senin ç0- cuğun» diye onu anıyordu. Tekrar dönerek ; — Anlat. Çocuk nasıl hastalan- dı ve nasıl öldü ? dedi. Her şeyi olduğu gibi anlattım. O da dinledi. Durmadan, akıbeti karşısında baş parmağı oynatıp duruyordu. Bana bakamıyordu. Ba- na karşı hakikatsizliğine rağmen görmeden kaybettiği yavrusunun ölümüne sızlandığı yüzünün hat- larından belli oluyordu. Artik oda benim içimdeki hüz- nü yenemiyeceğimi anlamış ola- caktı ki, bir jest ile mevzuu de- Biştirmek istedi. Maziyi hatırla- mak istemiyordu. Bana fmesleğin- den aldığı mühim davalardan bah- setmeğe başladı. Benim suallerime cevap vermiyordu. — Şimdi ne yapacaksın 1 Nere- ye gideceksin 9 dedi. — Sonra kısık bir sesle: — Ellerin, o güzel ellerin ! diye mırıldandı : Ayağa sıçrayarak: — Bu gece avdet ediyorum, dedim. — Bukadar acele ml? — Evet... Çok awele,. Allahals- marladık. — Seni Zurieh'e gelip görebi- lir miyim — Allahaımarladık. Gelmesen ve görmesen daha iyi edersin. dedim. Antreye doğru uzanan salon- daydık. Tunç yüzü birdenbire ren- gini attı. Ve durdu. Aulo'nun vefa- tından Bangi hiç haberdar değildi. Yabancı bir kimseydi. Döndü; Şap- kasını elinde tutuyordu. Eğilerek selâm verdi. Fakat yüzü kıpkır. mızıydı. Girip çıkanlar da çoktu, Müthiş bir gürültü kulaklarımı çıplatıy- ordu. Oracıkta bir koltuğa otur- muş, gözsüz bakıyor ve kulakâız işitiyordum. Burada bir saat kadar oturdum. Yerimden gıçrıyarak yürüdüm. Fi kat nereye ve niçin gittiğimi bil- miyordum. Dışarıya çıktım, Kale balığın içerisine karıştım. Bu kalabalıkta gözlerimde oğ- lumun hayali canlandı. Onu şimdi kendi ruhumda arıyordum. O ane kadar sanki bir gölgeye sığınmış bir kör ve gağır gibi yaşamıştım. Yolumun üzerinde bir kilise gözü me ilişti. Derhal içeriye girdim. İçeride hiç kimse yoktu. Bir sıraya yaklaşarak diz çöktüm. Tanrıya n8 söyledim. O ne cevap verdi. Bynü bilen bir ben ve bir de Allahtır. O 'günden sonra Aulo'nun ruhu beni terketmedi. Ve bu sonsuz ha yatta da daima benimle beraber kalacağına inanmağa başladım. » Fakir varlığımın yarısını bu ilk hatamı affettirmek için çalışmakla geçirdim, Çocuğumun, beşer k&- — Lüyen sayıfayı çeviriniz — , 215 — Servetifünun — 2352 b e şi İY