192 — 185 inci sayıfadan devam — Muvatfakiyetimi telmih etmek isteyenler, <Xomik çocuk» derlerdi. Tanıdıklar, bilhassa âile arasında asıl işmim, unutuldu. «Komik ço- onk > aşağı; «Komik çocuk!» yu- karı, 18 yaşıma kadar devam eden bu hal, artık beni tatmin edeme- meğe başlamışdı. Sahneye çıkmak, yol almak, Ma'cun hokkası'ndan ağ- zıma çalınan balı, yeniden par- maklamak istiyordum. Bilhassa dacia» oynamak aşkı, içimi kemi- rüb duruyordu. (Otello Kâmil, Bür- haneddin ve Memduh) gibi adamlar, gözümün önüne geldikce ayna do- Iabın karşısına geçiyor; kendi ken- dime bağırıyor, köpürüyor, onlar gibi seyirciyi, kendime hayran ot- mek, haykırmak; heyecandan he- yecana (sürüklemek istiyordum. Sepeti Ali Rıza efendi komşumuz- du. Geceleri eve yalnız dönmeden korkardı (91 Bv sahibimizin oğlu Basri ile onu, her gece tiyatrodan &lır, eve getirirdik, Bir akşam dayanama- dım, «Babacığım;» dedim. — «Ne olur? Beni de bir gece çıkarsanaf! Hâlâ kulağımdadır. «Çocuğum;» dedi. Deli mi oluyorsunt Görmü- yor musun? Bak bize «oyuncu» diye kimse kızını vermiyor (**). Çocuksuz, zürriyetsiz yaşıyoruz. Allâhdan revâ mı bu.» Filhakika zavallı ihtiyarın hiç çocuğu olma- mışdı. Kendini avutmak için kom- şu çocuklarına para verir, onları sever, yemiş alır, tiyatroya götü- rür hepsine ayrı ayrı oyuncaklar getirirdi. Elleri mayasllı idi. İğ- renmesinler diye aldığı yemişleri, ayrı ayn kâğıdlara kodurmayı unutmazdı (***). (1 (Kavuklu Hamdi) nin, (Naşid)in denizden ürkdüğü gibi. (991 Zavallı zihniyet! (9*) Türk etemaşâ» öleminin ekber evlâdı ve «tulüâte mektebinin son üstadı olan bu adamı, zavahirinde hiç bir eseri zekâ göstermediği halde gayet zeki idi. «Orta oyunun» da «Zenne» ve «Kavuklu» oynar, «abdal» a çıkardı. Mayasıllarını ko- pararak, salaklaşarak yaşatdığı «abdal» tip. leri, gâheserdi. Ne yazık ki: (Hamdi Jan- ri) tı, kendi başına idâme etdiren ve çok def'a (Hasan elendi) yi nükte mengenesin- de sikışdiran bu tuhaflık artistlerinin baba- sı hakkında bu günkü malümatımız, sifir. dır. O derece.sıfırdır ve o dörece tahtessi- SERVETİFÜNUN (Rıza efendi) nin rızasını tahsil edemeyen Şevki, bu def'ada (Ha- san efendi) nin hasenât'ından isti- fade etmeği düşünüyor. Ve ilk gö- rüşmede düşündüğü tehakkuk edi- yor: — «Hasan efendide /igür'e çı- kıyordum, Biraz sonra birer ikişer kelimelik rollere, daha sonra: «Parçacı» oynadım /*| bu şekil'de, beni kandıramiyordu. Ara. vereyim dedim. Çekildim. Bir müddet için spora başladım. Fakat zevk ala- mıyordum. Gözüm sahnede idi. Nihayet Rahmi Ergil, bir ak- şam geldi; «aman Şevki;> dedi. Seni arayıb duruyoruz. (Karagüm- rük Idman Yurdu) nda temsil tru- pumuz var. Bahçeye sahne yapıldı. Temsil vereceğiz. Seni istiyorlar; gelmen lâzım...» Askerlikden yeni dönmüşdüm. Eve bile uğramağa lüzum görme- den doğruca oraya. İlk temsil, (Mahmud Yesari) nin «azizlik» komedisi imiş. «Kürd hadime> yi bana verdiler. «Taklid» den kor- kum yok. Fakat rolümü bilmiyor- dum. Heyecandan ezberlemeğe te- hammül edememişdim. (9) Rahmi bana: «Sen merak etme; «Sufler yi ben yapacağım. Dikkat edersen sana yetişdiririm.> diyordu. Allah razı olgun; cesaretime cesaret kat- dı. Teşvik etdi ne yapdı, yapdı.. Ben sahneye çıkdım. - Çıkmadım - fırladım. Fakat Suflör'e kim ba- kar f.. Bir kelime ondan alırsam; yirmi kelimede ben ekliyordum. |**J Halk kırıhyordu. Tulüğatcıların tâbirile #ori kopuyordu. «Bu ço- cuk mereden çıkdı?» diyenler. fırdır ki: «Ankara 'Postâsı» nın çevrildiği yıllarda; yâni: 1995 kânunnevvelinde dün- ya sahnesine veda eden üstadı, şöhretli bir muharrir, 28/9/1988 tarihli sabah gazetele- rinin birinde <Yaşayan tulüât komikle- si.» (1) arasında zikrediyordu. — «Ve kas aleyhilbevökt..» — Ce. Ser. (9) «Parçacı tulüğat ıstıllahlarından- dır. Komiği «açmak» ve konuşdurmak için «açmaz açan» (cinas söyleyen aktörün adı- dır. Ekseriyetle «Sirar» lar, yâni genç ve âşık rollerine çıkan /evne premler'ler tara- fından oynanır. (Orta oyunu) nun «pişekâir> ları; (Eyyüb Sabri, Tevfik İnce, Fafk Coş- kun) gibi. Ce. Ser. ru a böyle bir yükün altına gire- mezsin biliri Pr“) Ezeli «tulüğatci> lık... No. 2249—3537 » Makiyajdan tanınmadığım için - gelib beni, benden soruyorlardı. Ne yazık ki burada da ancak bir sene çalışabildik. Kışlık yerimiz yokdu. Yol göründü ey gaziler... (Yesari) nin, «azizlik» i; esaslı çalışmama sebeb oldu. 'Bu azizliği unutamam doğrusn. Bundan sonra hem (mahfil) lerde, hem de «pro- fösyonels sahnelerde çalışıyordum. (Nureddin Şefkati, Celâl Sâhir, Yaşar Nezihi, Said bey (9) Naşid, Dümbüllü, komik Mehmed Ali, komik Cevdet, Halim baba - ka- vuklu - Ertuğrul Subhi, Nuri Genç- dur, «Ankara tiyatrosu» ve üste- dım kavuklu Ali bey) gibi büyük şöhretlerle karşılaşdığım gibi bir tarafdanda «Fatih İdman Yurdu» ndaki temsillere devam ediyordum. Taklidi komedilerde, vodvillerde baş roller alıyordum. En ağır yük- ler, üstümde idi. Sonra «Fatih Gençler Birliği» ni tesis etdik. Rahmi başımıza geçdi. (Celâl Nail, Ziya Keskin, Ali Dündar, Al&eddin, Kasım Bektaş, Musa Çapın, Res sam Şükrü, Rahmi Atasayar) gibi genç ve olgun kıymetlerle, yüz- lerce temsil verdik. (Kör, katil, canavar, kahraman, kral ödib, taş parçası, çifte kora- met, baykuş, istiklâl, ceza kanunu, erki âdetler, üçüzler, hisse-i- şâyla, arzuhalci Mehmed efendi, hülleci, sekizinci, kadın yalancı, kadın 2$- ker olursa, tavsiyeli müşteri, süd kardeşler, çam sakızı, şer'iye mah- kemesi, haa bağçe, sönen İstikbal, kürsüden uzakda, hilâl-iahmer, ka- vuk devrildi) ve nihayet çok kıy- metli rejise ve derslerinizle başar- dığımız Âynaroz Kadısı gibi şark klâsiklerinin en ağır ve muhteşem örneklerini elimizde oyuncak etdik. Bu eserleri oynarken birinde gül- dürür, diğerinde ağlar ve ağlatır- dık. Sahne ile seyircinin kalbi bir tempoda çarpardı. Ayni heyecanı, birlikde duyar, birlikde tadar ve birlikde tağıtırdık, Bu derece hisli ve içli çalıştık. Ne yazık ki: düne kadar (bakikat) olan bu hâtırslar, şimdi birer masal, hattâ: hâyâl oldu. Gözlerimiz sulanarak andığı- mız bu (hayal) leri, sahne derdlerim kısmında ayrıca yazacağım.3 — Devamı var — (*) Kaçakcılar gimme. iii ti- yatrosu) nda sahne müdü irü,, AHMED İHSAN Basımevi Ltd. ui ün “İM mmm km va san,