mülde. SERVETİFÜNUN No. 2903 —518 şaldı. Delikanlılar avluda hazırlan- mış olan Ayşenin düğün şerbetini kana kana içdiler.. döğülen davul- lar coşkun gençleri galyana geti- tiyor; gür sesle yaylâ türküleri söy- leyip hora tepiyorlardı... Ayşe kız duvağının altında nice içli gözyaşları döktü. Ağlamaktan pınarı kurumuş gözlerini sildi, renk renk işlerle dört duvarı süslenmiş loş odaya içini çekerek baktı. Ar- tık bu yolculuk mukadderdi, Hem Aliye daba istemeğe geldiklerinin akşamı Kavaklı çeşmede anlatma- miş mıydı? Âli sâkin ve sessiz din- lemiş, yüzünün değişen manâsını ayşeye hissettirmemek için değir- mene geç kadığından bahisle ora- dan uzaklaşmıştı. Sazlıklar arasında gözden kay- bolurken Alinin dudaklarından : « Gülyağını öller sürünür, çatlasa bülbül / » sözleri bir katra alev gibi dökül- müştü. LL .. Gün doğarken Ayşenin cihazı allı pullu süslenen üç deveye yük- lenmiş tozlu yollarda ağır agır yol alıyordu. Neredeyse Ayşe de gide» ceki. İşte Hasanın serptiği çil pa raların arasında al dudaklı, fidan boylu bir gelin çıkıyor... Gelin Ayşeyi gelin gibi güslen- miş bir ata bindirdiler... Evden yükselen ağlama sesleri, etraftan akseden hıçkırıklar, çalgı- cıların ayrılık havalarına bir kat daha hüzün veriyor. Hasan coşkun bir neş'e içinde kıratına atladı. Köylüler atlı, yaya Ankarada atlı sporların FELSEFE VE İnsan, şe'niyet karşısında bazi mütearifelere inanmıyacağı geliyor. Meselâ, hem var, hem yok olmak. Bir tenakuztur. Böylece hem evet ve hem hayır da, bir tenakuztur. Fakat, dikkat ediniz! bu, tenakuz zannettiğimiz gibi, bozucu yani, maküs bir mana gibi görünmüyor. Aksine olarak, yapıcı ve olucu, San- ki akıl makanizmasının Iğzım gay- ri müfarikı ve nazımı... Adi hayatda daha bariz olarak seyrede geldiğimiz bir münakaşa bududu içinde bu, evetlerle hayır- lar, birbirile alt üsttür, durmadan birbirinin yerine geçerler. Evet veya hayırı burada maküs iki isti- kamet olarak alıyorum, halbuki: ne evet ne hayır mutlak olarak mantıki silsileye tabi bulunmuyor. Yani, evet veya bayırın gayesi mut- lak değil, mütebavvildir. Tahavvül etmemesi mantığın kagiyeleri ge- regindendir. Halbuki bilâkis tahav- vül etmektedir. Şundan anlaşılı- yorki; tenakuz prensibi yanlışdır, Zira: tabiatta binbir tenakuz kop- tuğu halde, gene ahengi ezeli hü- kümrandır, O halde kâinatı dar bir bilgi kadrosundan değil, şamil bir mihraktan müşahede etmek lâzımdır. Aksi takdirde, hayal sukutu hazırdır. Meselâ kâinat en yüksek kudretin bir eseridir. Ve büyük felsefi doktrinlere göre bir hayırdır. DIYALAKTIK Fakat, birbirine zıd bir miheniki- yetle işlemektedir. Materyalistler Lüi Bohner, Jan Melye, bizden Ahmed Nebil, Baha Tevfik ve Abdullah Cevdet bilhassa bu nok- taya takılmışlardır. Nikbin filozoflar bir gaiyete varmak maksadile, tabiat kanun- larını daha derinden, daha yüksek- ten seyrederek bütün bu münferid oluşları umumi bir kanuna rabt- etmişler ve kâinatta tenakuz ol- madığına inanmışlardır. Bu birbiri- ne zid mihanikiyetle işliyen hadi- seler, haddi zatında muayyen bir istikamete doğru gitmekte olduğunu iddi etmişlerdir. Son zamanlarda Rayhanbah da ihtimaliyet hazariye- sile, bu proplemi izaha çalışmak- tadır, Rayhanbaha göre, ne muay- yeniyet, ne gayri muayyeniyet bize puslalık yapabilir. Hadiseler ken- dilerinden evvelki şartların netieesi olmadığını, fizikin hacimler kanuh- ları göstermektedir. Bu, bir nevi gayri muayyeni- yetlir. Fakat Rayhanbah bu tena- kuzları göstermekle yalnız mantıka hücum etmekten başka bir şey yapmamaktadır. Gerçe, Aristo man- tıkı, Rayhanbah gibi mütefekkir- ler karşısında sallanmağa başla- mıştır. Fakat çöktüğünb daba çok Rayhanbahlar göremez... İzzeddin Mete bu dügün alayını uğurlarken, çatık kaşlı Ali de tepenin en yüksek bir yerinde; canevinde burkulan bir * e A İM, mevsimi başladı. Resmimizde, ati Me » bir grubu görüyorsunuz. düğümle, nemli siyah gözlerini tek bir noktaya dikmiş, karşılaştığı bu inkisarın acılarını mırıldanıyordu.