SERVETİFÜNUN No. 2203—518 Bir Sonbahar Hatırası! Yazan : ENVER N. GÖKŞEN Sarıyerde bir yız. Bulutsuz, tatlı bir sonbahar güniydi. Kırlar hafif yeşermiş, yapraklar sararmıştı. Rüzgâr bazı bazı bir öksürük gibi do. laşıyordu. Gazinonun ortasındaki bir dereyi andıran uzun havuzun suları sonbahar yapraklarının renginde idi. Havuzun üstün- deki kameriyemsi saz yeri bom- boşdu. radyo, gramofon sesi de işidilmiyordu. Sakin bir gün yaşamak için ümidini kışdan bahara, bahardan yaza saklıyan- ların firsat telâkki edeceği ağır başlı bir inziva havası esiyordu orada... gazinoda - * * * Birdenbire kulaklarımız ser- azad bir musikinin çetrefil nağ- melerile doldu, Yukarki sedler- den gelen zurna sesini andırır bir keman gürültüsüne cılız bir insan sesi akompanye ediyordu. Bu sanatkârlar kimlerdi ? sed- lerden birinin gerisinde otur- dukları için yüzlerini göremi- yorduk. Seslerini de işitmemek mümkün olsaydi |.. Bugün ta- biatin büyük bir hatasının far- kına vardım: Neden gözleri- mizdeki gibi kulaklarımızda da birer kapak yok ki, istediğimiz zaman kapıyalım ve kafamızı dinlendirelim. Kemancıdan fazla şarkıcıyi merak ediyordum. Körpe sesli bir kadınmı, bir çocukmidi. Bu perişan musikiye ağla- mamak için kendimi güldüre- cek vesileler ariyordum. Bu sırada bende söyledikleri şarkı- ların mısralarını tanzir eden g. 5 nazım istidadı belirdi. On- lar : — Sarı kurdelem sarı Derken ben de içimden: — Dilini soksun arı — Dağlara saldım yari — Kısa kesseniz bari. — Dağlar kurbanın olam — Terledim buram buram — Tez gönder nazlı yari — Yeter illâllâh gayrı. 'Topu topu bildikleri üç şar- kıyı nefes almadan birçok tek- rarladılar. Müzik durdu. Derin bir «£ohl> çektim. ;Gözlerimi sesin geldiği tarafa çevirdim. Elin- deki kemanile sedden aşağı inen bir zigan gencini görünce bu « çadır musikisi > üstadlarına hörmette kusur etdiğimden u- tandım. Oldukça biçimli kesilmiş bı- yıkları, dik başile bir hayli mağrur görünüyordu. Dünyayi umursamıyan bakışları, fütur- suz adımlarile tam bir bohem tipi idi. Ardında uzun etekle- rini sürüye sürüye inen biri, bir kadın vardı. Karmenin hem- şireleriuden biri. Onlar bana yaklaşdıkça neş- em benden uzakraşıyordu. de- min tefini ve sesini işitdiğim mahlâk bir kız çocuğu imiş.. yaşı onu aşmıyan kendi, sesin- den, sesi kendinden cılız bir çocuk.. Adam, kızın önünde ya hiç- liğinin verdiği cesaretten veya sanatından duyduğu gururdan etrafına bakmadan kemaninı sal- lıya sallıya ilerliyordu. Onlar faslı henüz birakmış- lardı ki elinde birkeman, yam- piri ayakkablarına basarak yü- rürken iki tarafına yalpa vuran gözleri bir acaib bakan biri gelip en alt sedde bir sandal- yeye konmuştu. Önünde ve ar- dındaki masalarda oturanlara selâm verir gibi başını salla- dıktan sonra aletini akord bile ötmeden hemen çalmıya ve söy» lemiye başlamıştı. Bunun proğ- ramında da aynen ötekilerin çal- dığı parçalar var. Ayni no- tadan olmamak şartile ayni şarkılar,.. Ermeni oduğunu şarkı söylerken o şivesinden anlamak mümkün. Fakat cin- siyetini seçmek biraz güç. Er- kek biçimi saçlar, kalın bir ses. Ayaklarında entariye benzer bir şey var. Galiba kadın olacak. Nedime şaşardım : — Bu adam ne budala şey- miş kadınla erkeği ayırama- mış da: <Sen nesin, kız mısın, oğ- lan mısın kâfir ?> Dermiş diye düşünüdüm. Adamcağıza şimdi hak verdim. Yukarıdan inen zigan takı- mı (müsaadenizle takımı diyo- run) boğazının damarlarını şi- şire şişire, yere değmiyen bo- dur bacaklarını sallıya sallıya şarkı okuyan, omuzlarını oyna. ta oynata keman çalan hatun kişinin önünden geçiyordu. Bir Bohem Don Jovanı gibi vakur ve pervasız yürüyen â- dam, kadının önünden geçerken yavaşladı, biyik altından bir güldü. Bakışlarile kadına : - Şaşkaloz, sen ne bilirsin bunu ?.. (Devamı son sayıfada)