390 Halid Ziya Şark edebiyatına borçlu olmadığı halde eski Ii- sana kuvvetle tasarruf edebilmiştir. Bununla beraber o bu eski Ji- sanın eski ananesine sadık kalmamış, ilk tecrübelerden sonra bu ananeyi kırmış, Carb üslüb ve edasını, hattâ tefekkür ve tahas- süş tarzını benimsemiş, lisanı genişletmiş, terkibleri, mürekkeb sıfatları, zarif ve hissi mecazlarile sanatkâr üslüb yaratabilmiştir. Bu lisana ilk önce çetrefil dediler. Çünkü alişilan nesir gibi dümdüz değildi ; uzundu ; biribirini takib ediyordu; fikri zekânın dehlizinde dolaştırıyordu. Fakat bu, anlayışı bir Lâbirentin ka- ranlıklarında dolaştıran bir Ifade değli, belki insana bir nevi zekâ mümaresesi yaptıran, düşündüren, hisse hitab eden, tenevvü için- de uzayan bir nesirdi,, İşte o günün çetrefil denen nesri, bugü- nün nesrine esas olmuştur. Haild Ziyanın kahramanları, bazı kere hakiki hayattan seçil- miş, fakat çok defa okunan eserlerden alınan intibalarla muhay- yilede yaşatılmış tiplerdir. Onun bazi kahramanlarının tip sosyal olmayışı bundandır. Bir Behlül, husustle o zaman için az bulu- nur bir tiptir. O, yerli tiplerden fazla beşeri tipleri yaratmakta daha ustadır. Hattâ yerli olarak tasvir edilmek istenen birçokları, Kıyafetlerine ve yaşadıkları muhite rağmen, bizden fazla başka mubhitlerindir. Fakat bu, onların canli olmasına mani değildir. Hep- sl de bizl içinde yaşadığı hâdise ile birlikte sürükliyen, kuvvetli hareketlerile hatiramızda daima yerleşmiş olarak kalan canlı tipler- dir. Bunların en sadık olanı Altın Ninedir Onun hikâyelerinde ve romanlarında kendi hayatının akisleri- ni de görmek mümkündür. Meselâ Kırık Oyuncaklar'da ölen ço- cuğu Sadun, Kırık Hayatlar'da da Güzin yaşamaktadır. Hattâ cüretimi affedeceklerine emin olsam, Kırık Hayatlar'daki doktorun biraz da kendilerine benzediğini söylemek isterdin. Onün kahramanları çok kere ferağatli, fedakâr, kendinden fazla başkalarını düşünen Insanlardır. Bilhassa ilk romanlarında bu çok açık olarak göze çarpar. Nemide'deki Nemide, Bir ölünün defteri'ndeki Vecdi, Ferdi ve şürekâsıi'ndaki Saniha bunlardan bire- ridir. Şüphesiz bunda ahlâk endişelerinin ve mizacın tesiri vardır. O daima kahramanlarını sevmiş, benimsemiş, mümkün olduğu kadar kusursuz göstermeğe çalışmıştır. Kahramanlarını hatadan korumağa çalışması, belki bazı kere onları, oldukları gibi göster- mekten kendini menetmiştir. Fakat benimisemesi hiç de aleyhine kaydaolunacak bir nokta değildir. O, daima içten gelen bir merhamet hissile kahramanlarına a- cımış, hele hiç kayıdsız kalamamıştır. O zavallılara karşı hisli ve merhametlidir. Vakıa bu merhameti bütün halk külesine yayı- lacak kadar sürekli değildir. Fakat karlar altında, giyecek palto- dan mahrum bir Sermed, ömründe kendini arayan hiç kimse ol- madığı halde, hergün başkalarının mektubunu taşımakla hayatını tüketen bir posta müvezzli, ayyaş bir baba elinde kahrolan bir genç kız; onda daima iztirap uyandırmış ve onu sayıfalarca yazı yazdırmağa sevketmiştir. kahramanları mütenevvi olmakla beraber, dikkat edi- Hrse biribirine benzemekten hali kalmazlar. Onlar o kadar muay- yendir ki, onları her zaman tanımakta güçlük çekmeyiz. İşte bundan dolayıdır ki Halid Ziyânın şahsiyeti hakkında en söh hükmümüzü verirken, o, daima şahsi kalan lirik bir romancı ve büyük bir sanatkârdır, diyebiliriz.» Agâh Sırrı Levend, hayli uzun ve etraflı olan bu konferansından sonra, alkışlar arasında kürsüden inince Halid Ziya Uşaklıgil ayağa kalktı ve elini sıkarak, kendisini yanına oturttu. GELEN İKİ TELGRAF OKUNUYOR Bundan sonra, en büyük romancımızın bu mesud yıldönümü vesilesile gönderilen iki telgraf okundu. Bunlardan birini Ankarada bulunan mecmuamızın sahibi ve başmuharriri Ordu saylavı Ahmed İhsan Tokgöz göndermişti. Telgrafında, bu toplantıda ha- zır bulunmak zevkinden mahrum kaldığından dolayı hissettiği teessürden ve üstadın 55 inci san'at yıldö- nümünün te#'idinden duyduğu sevincten bahsederek, Halit Ziya Uşaklıgile tebriklerini ve uzun ömür temennilerini arzediyordu, Öteki telgraf da eczacı SERVETİFÜNUN Na. 21256—440 Agob Nargilesiyan tarafından gönderilmişti. Bu zat de, büyük üstadın eserlerini ötedenberi tekrar tekrar ve zevkle okuyan bir kari sıfatile, san'atine karşı edindiği hayranlığı ve şahsiyetine karşı beslediği hürmeti anlatarak, hararetle tebrik, uzun ve bahtiyar yaşayış temennilerinde bulunuyordu. elgrafların okunmasından biraz sonra, Halkevi orkestra hey'eti, Cemilin idaresinde güzel bir beste çalarak, konser verdi. HÜSEYİN SİYRETİN HÂTIRALARI Konseri müteakip, şair Hüseyin Siyret, söz aldı. <Leyâli Girizân: şairi, motlarına baka baka ve sözlerine ara verişlerle, yavaş yavaş hâtıralarını anlatmağa başladı. Daha 14 yaşında ve «Mektebi Mülkiye> nin 2 nci sınıfındaşken, edebiyat hevesi ile nasıl heyecanlandığı mukaddemeslle, o zaman çıkan «Mizan» ı fevkalâde alâkayle takip ettiğini, orada bahsi geçen Fazlı Necibin <Tebessüm» ünü satın alıp eve dönünce okuduğu zaman bu «Tebeg güm» ün kendisinde penbe bir dudaktaki tebessüm kadar iz bıraktığını, Halbuki Halid Ziyanın ilk eseri olarak «Nemide» yi okur okumaz, kitabı bir türlü elin- den bırakamadığını kaydederek, şöyle devam etti : — Üstad Ekrem, « Mizan »da Halid Ziyadan bahsediyordu. Halid Ziyanın o zaman mensur şiirleri neşrolunuyordu. Üstad Ekrem, bunlardan bahsederken, «bazı mütesallifini edeb, unvanın- dan dolayı Itiraz ederlersede, beyenmemek de ellerinden gelmez» diye, Halid Ziyanın tahtla değil, tebrik edilmesi lâzımgeldiğine İşaret ediyordu. Ben, demin söylediğim gibi, Halid Ziyanın ilk eseri olarak «Nemide> yi gördüm, Bir akşam kalem dönüşü ağır ağır Babiâli yokuşundan çıkarken, bir kütüphanenin camakânında bu eseri görünce durdum. « Nemidex>den bir türlü gözlerimi syıramıyor- dum. Kitap, camakânda beni âdeta büyülemişti, 5,8 dakika ha- reketsiz bıraktı orada.. O aralık düşüncem, cebimdeki metelikle- rin. şey servetin, « Nemide » ye kifayet edip etmediği idi, Niha- yet sorup fiyatını öğrenince, derin bir nefes alıp, parayı ödedim ve kitabı aldım. Bakiye 2 metelikten birini de köprüye verince, artık Beyoğluna yaya olarak yüksek kaldırımdan çıkmak lâzımge- liyordu. Yokuşu ağır ağır çıkarken de, bir taraftan kitabı okumua- ğa başlamıştım. Bereket, o zaman serseri kanunu çıkmamıştı; yoksa, bu halim şüphe uyandırırdt! Mamafih, dayanamayıp kita- bın yapraklarını yolda çevirmeme rağmen, biraz sonra adım ba- şında bir duruşumun, etrafın tecessüsünü celbettiğinin farkına varıp, kitabı kapadım ve eve gelip de yemek yer yemez, bir ba- hane ile odama çekildim. Orada sarı abajurlu bir lâmbanın ziyası altında ta sabaha kadar < Nemide > yl okumakla « ihyayı leyl » et- tim. İşte üstadın heyecanla okuduğum ilk romanı, budur, Bütün gece okudum ve nihayet « Nemide>nin füsunkör cazibesinin tesiri altında kaldım Kendlalle ilk defa nasıl görüştüm ? Şimdi Ismini hatırlıyama- dığım edebiyat meraklısı bir arkadaş, henüz ismen ve eserlerinden tanıdığım Halid Ziya için « İzmirden geldi > dedi. Ben de kalktım, bir Perşenbe akşamı Rejiye gidip kendisile görüştüm. Müntehab, mümtaz cümlelerle kopuşması, zarif bir bahçeden İtinalarla top. lanmış bir çiçek demeti zevkini veriyordu. Aile muhitinde aldığı terbiye, bütün harekâtında inceliklerle, nezaketlerle tebarüz edi- yordu. Eser gibi, müessir de sihrü füsunile hüviyetime hâkim olmuştu | Hüseyin Siyret, bir hâtırasını daha nakledip, rahat- sz olduğu halde geldiğinden bahisle mazur görülmesi ricaaile, kürsüyü terketti ve yerine İzzet Melih geçti. Gayet çalâk yürüyüşle bir ande kürsüye çıkan İzzet Melih, serbest jestler refakatile ve taze ifadeli bir söyleyişle, yüksek sesle başladı :